Onu öldürdüler. Katil yakalandı... Ya katiller?
Hrant Dink, "Agos" gazetesinde Ermeni kimliği hakkındaki 13 Şubat 2004 günlü yazısından dolayı Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 7 Ekim 2005 günlü kararıyla "Türklüğü aşağıladığı" gerekçesiyle 6 ay hapse mahkum edildi. Cezası ertelendi.
Gazeteci Dink karardan sonra, "Tüm yasal haklarımı kullanacağım. Çok açık ve net söylüyorum, eğer suçum netleşir ve sabitleşirse, bu insanları tahkir edeceksiniz, hem de onlarla beraber yaşayacaksınız. Aynı mahalle, aynı sokak, aynı ülkede. Bu bir onursuzluktur, olmaz böyle şey. Ben bunu yapmam. Benim böyle bir niyetim olmadığını bu topluma anlatamıyorsam, evet bu ülkeyi terk ederim ve giderim" demişti.
Dink; "giderim" demişti. Bu ülkeyi terk edip gitmekten bahsetmişti. Onun sesini duymadınız. Duymak istemediniz. Anlamadınız... Neden ülkeyi "terk edecekti" acaba? Gerekçesinin başına, bu ülkede beraber yaşadığı aynı mahalledeki, aynı sokaktaki insanların ve kendisinin onurunu koymuştu. Onurunu hiçe saydınız. Yetmedi. Hayatını hiçe saydınız.
Dink, Agos gazetesindeki "son" yazısında "mahkumiyetini" ve ümitlerinin nasıl yıkıldığını yazdı... "Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum. Şaşkındım... Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı. 'Bak şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız' diye dayanmıştım günlerce, aylarca. Davanın her celsesinde 'Türk'ün kanı zehirlidir' dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında. Her seferinde 'Türk düşmanı' olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle. Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı. Yüzlerceyi bulan ve aylardır yağan telefon, e-mail, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu. Tüm bunlara 'Ya sabır' çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum. Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı. Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı." ( Ruh halimin Güvercin Tedirginliği. Hrant Dink. Agos'un Merceğinden Sayı: 564-10 Ocak 2007)
Hakkınızda açılan bir davaya katılmak için mahkemeye giderken yazdığınız yazıdan dolayı hiç saldırıya uğradınız mı? Adliye koridorunda davanızın başlaması için sıra beklerken veya yazınızdan dolayı sizi mahkum edecek bir yargıç karşısında savunma yapmaya çalıştığınız sırada; size ağız dolusu küfür edilirken can güvenliğinizin tehlikede olduğu kuşkusunu yaşadınız mı? Mahkemede, kafanıza bozuk para atılıp, ölümle tehdit edilirken ifade özgürlüğüne ve inandığınız tarihi gerçeklere dayanarak savunma yapmak cesaretini gösterdiniz mi? Her duruşmanızdan önce ve sonra yaşadığınız saldırılardan nasıl kurtulduğunuza şaşarak, meslektaşlarınızın köşe yazılarında veya haberlerde "Türk düşmanı" ilan edildiniz mi? Bütün bunlar olup biterken, yargıya olan güveninizi sorgularken "ürkeklik" yaşadınız mı?
"Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği" başlıklı son yazısında Hrant Dink "ürkekliğini" şöyle yazmış: "Yargıtay Başsavcısı tıpkı bilirkişi raporunda olduğu gibi suç unsuru bulunmadığını belirtti ve beraatımı istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu. Ben yazdığımdan ne kadar eminsem Yargıtay Başsavcısı da o kadar okuyup anladığından emindi ki, karara da itiraz etti ve davayı Genel Kurul'a taşıdı. Ama, ne diyeyim ki, bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı.
"Nitekim Genel Kurul'da da oyçokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi. Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink'i artık 'Türklüğü aşağılayan' biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular. Bilgisayarımın güncesi ve hafızası bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü. (....) Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçekdışı? Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil. Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. 'Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?' sorusu asıl beynimi kemiren. Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların 'A bak, bu o Ermeni değil mi?' diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
"Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye. Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik. Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli."
Anında dönecek kadar süratli olamadı. Dönemedi. Arkadan üç kurşunla vurdunuz. Yüzü toprağa dönüktü. Katiller onu öldürdü. Siz bakmayın gazete haberlerine... Katil bir kişi değil, birçok. Çokları, yarattılar. Neden bir tane değil, bin tane. Nedenleri her gün çoğalttılar.
Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesini artık sakın değiştirmeyin. Maddeye kan sıçradı. Sizin gözünüz gibi koruduğunuz bu maddenin koruduğu ne varsa sizin olsun.
Güvercini vurarak öldürdüler. Sokakta, memleketinin insanlarının gözü önünde vurdular onu.
O son yazısında dedi ki;
"Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."
Hrant Dink bu topraklar üzerinde doğdu. Umutlarını, umutlarımızla; sevinçlerini, sevinçlerimizle; hayal kırıklıklarını hayal kırıklıklarımızla paylaşıyordu.
Hayatı bu topraklarda, bizlerle paylaşarak yaşamak istiyordu. Bizim gibi yaşayıp bizim gibi bu topraklar üzerinde toprak olmak isteyen arkadaşımızı; "bana" ve "bize" bırakmadılar.
Ölüm, ürkeklik ve özgürlük bizim oldu. Biz özgürüz. Biz bu memleketin toprakları üzerinde birlikte yaşayıp, birlikte toprak olacak güvercinlerle beraber, güvercinler gibiyiz.(Fİ/KÖ)