Diyarbakır'da 28 Haziran 2005'te Ulu Cami önünde Şeyh Sait ayaklanmasına katılanların idamını protesto etmek amacıyla basın açıklaması yaptığı gerekçesiyle hakkında Ceza Yasası'nın (TCK) 215. maddesi uyarınca, "Suç ve suçluyu övmek" iddiasıyla 2 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Güçlü'nün yargılanmasına dün (13 Şubat) devam edildi.
Mahkeme görevsizlik kararı verdi
Güçlü ve avukatlarının da hazır bulunduğu duruşmada mahkeme, işlenen suçun "Suç ve suçluyu övme" olmadığını, suçun TCK'nin 216. maddesine göre "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, aşağılamak" kapsamında kaldığına kanaat getirerek görevsizlik kararı verdi ve dosyayı asliye ceza mahkemesine gönderdi.
İddianamede Güçlü'nün İstiklal mahkemelerinin keyfi kararıyla Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam edildiği yönünde açıklamalarda bulunduğu, Türkiye Cumhuriyeti devletini "sömürgeci" lanse ettiği, ayaklanmaya katılan Şeyh Sait ve arkadaşlarını ise lider ve kahraman olarak göstererek "Suç ve suçluyu övme" suçunu işlediği gerekçesiyle cezalandırılması isteniyor.
Güçlü: Barodan tercüman talep edilmezse savunma yapmayacağım
Mahkemenin Kürtçe savunma talebini reddetmesi üzerine söz alan Güçlü, geçen duruşmada, mahkemeden tercüman talep ettiğini, bu talebinin mahkemenin eski hakimi tarafından kabul edildiğini söyledi. Güçlü, barodan tercüman talep edilmemesi halinde savunma yapmayacağını ifade etti.
Lozan'a göre Kürtçe savunma hakkı var
Lozan Antlaşması'nın 39/5 maddesi, Türkçe'den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanma hakkı veriyor.
Prof. Dr. Baskın Oran "Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama" adlı kitabında bu konuyu şöyle açıklıyor:
Md. 39/5'ten başlarsak, fıkranın tam metni şöyledir: "Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçe'den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır."* Bu habere Diyarbakır Söz gazetesi katkıda bulundu."Türkçe'den başka bir dil konuşan" terimiyle, "Türkçe bilmeyen, konuşamayan"ların kastedilmediği açıktır; "Türkçe bilmeyenler" denmek isteseydi, o şekilde söylenirdi. Burada "Türkçe'den başka dil konuşan" terimiyle, tabii ki, "Türkçe'den gayri ayrıca başka dil bilenler" de kastedilmemektedir. Anadili Türkçe olup da başka dil bilenlerin, mahkemelerde önemli zaman ve para harcanmasına yol açacak böyle bir hakkı kullanmasına gereksiz yere izin verilmeyeceği (ve verilmemesi gerektiği) açıktır. Dolayısıyla, burada çok açık biçimde kastedilen, "en iyi bildiği dil (anadili), Türkçe'den başka bir dil olanlar"dır. Bu nedenle, Md. 39/5'in getirdiği hak, çoğunluğun (anadili Türkçe olanların) sahip olmadığı bir haktır.
Üstelik, "Devletin resmî dili bulunmasına rağmen" denmesinin de anımsattığı gibi, bu hak, resmî dairelerde resmî dilden (Türkçe'den) başka bir dil kullanmama kuralının tek istisnasıdır ve bu önemli istisna, hiç kuşkusuz, mahkemelerde hakkını tam savunabilmenin çok önemli olduğu düşüncesinden kaynaklanmıştır. Anadili, bir insanın en iyi kullandığı dildir, dolayısıyla başka bir dil yerine bizzat bu dilde savunma yapmak kişinin haklarını koruması açısından çok önemlidir. (KÖ/TK)