31 Mayıs 2013 gece yarısı Gezi Parkı'ndaki ekokolijst protestoya yönelen saldırı sonrasında BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in öncülüğünde gün boyu süren sivil direniş, AKP'li İstanbul Belediyesi zabıtası ve polisler eşliğinde kırılmaya çalışılırken, coplu sopalı saldırılar ve gözyaşartıcı gaz fişeklerinin nişan alınarak ateşlenmesinin yol açtığı şiddetle Önder'in de yaralanarak hastaneye kaldırılması üzerine TBMM gündemi bir anda değişti.
Aşağıda, CHP'nin bir "özelleştirme gensoru teklifi" üzerine söz alarak 31 Mayıs'ta Gezi'deki direniş, nedenleri, hükümetin tutumu, siyaseti ve arkasındaki saiklerle ilgili olarak BDP Mersin Milletvekili ve HDK Eş Sözcüsü Ertuğrul Kürkçü'nün yaptığı konuşmanın doğrudan doğruya Gezi ve Direniş üzerine olan bölümünü ve konuşması sırasında AKP milletvekillerinin sataşma ve saldırılarını TBMM tutanaklarından bir tarihsel belge olarak aktarıyoruz. 31 Mayıs akşamı Gezi'nin TBMM'deki gölgesi böyleydi.
* * *
[…] Bu Hükûmetin genel yönelimine baktığımız zaman, özelleştirme Tayyip Erdoğan Hükûmeti bakımından bir nevi doktrin özelliğindedir. Herhangi bir kamu mülkünün özelleştirilmeden durması Başbakan ve onun iktisat anlayışıyla Türkiye’de hükûmet eden bakanlıklar açısından mantığa, ticarete, kârlılığa ihanettir, kamu mülkü olan hiçbir iktisadi işletme olmamalıdır.
Özal mantığının devamı
Oysa çok basit sebeplerle bunun böyle olamayacağını biliyoruz, bu basit doktrin aslında kamu adına hükûmet eden Hükûmeti bir bütün olarak kamu adına iktisada, siyasete, toplumsal hayata müdahil olabileceği bütün enstrümanlardan yoksun bıraktığı için önünde sonunda bir hükûmetin böylesine bir özelleştirme doktrinine saplanıp kalması kendi ayağına ateş etmesinden daha başka bir şey değildir. Meğer ki o Hükûmet kendi kaderini bir avuç kapitalistle özdeş gör[sün].
[…] Hükûmetin Özal mantığından devralıp sürdürdüğü ve şahikasına çıkarttığı özelleştirme, her şeyin özel ellerde olması, kamunun, iktisadın yönetiminde herhangi bir söz sahibi olmamasına dayalı zihniyetin aslında dünyada bizzat bu zihniyetin temsilcileri, bunun kurucuları Friedman ve diğerleri tarafından çoktan terk edilmiş olduğu hâlde bizde bir şekilde anakronik bir tarzda sürdürülüyor ve esasen dünya kapitalist kriz içerisinde debelenirken bu enstrümanları birer birer elden çıkartmanın bu Hükûmete de ne kadar pahalıya mal olacağını yakında hep beraber göreceğiz.
Ancak, burada, bir başka noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bu tarzı siyaset, esasen, Adalet ve Kalkınma Partisinin ne yapacağıyla, Hükûmetle, Meclis grubuyla, Bakanlıklarla bir bütün olarak yönetim aygıtıyla Başbakan arasında kurulmuş olan son derece kırılgan bir dengeye dayanmaktadır. Bu bir tek adam rejimiyle ilgilidir. Başbakan, bir tek adam rejiminin sözcüsü olarak, şimdi, artık, kendinden önceki cumhuriyet tarzını devreden çıkarttığını, eski cumhuriyetin yıkıldığını ve yerine yeni bir cumhuriyet kurulduğunu açıkça değilse de dolaylı yoldan ifade etmektedir. Şimdi yeni bir devletle karşı karşıyayız, yeni bir siyaset tarzıyla karşı karşıyayız, yeni bir hükûmetle karşı karşıyayız. Bu Hükûmet, esasen, devlet işlerini Parlamentoda değil, Parlamentonun dışında bir dizi iş adamları çevresi, çeşitli uluslararası şirketler ve diplomatik heyetler ile Başbakan ve bakanlarından bir bölümünden oluşan bir yeni riyaset sistemiyle yürütmektedir. Biz, bunun, bir tek adam rejimi, bir tek parti rejimi olduğunu söyleye geliyoruz ama bu, daha da çok incelenmesi gereken, özellikleri hakkında daha da çok düşünmemiz gereken bir yeni düzendir.
Ulusalcı otoriterliğin yerini alan İslamî otoriterlik
Şimdi, dolayısıyla, bu yeni düzen eskiyi aratan bir düzendir. Eski oligarşik rejim, eski yekpare rejim bundan daha matah bir şey değildi, ama bu cendereden çıkmayı ümit eden büyük halk kitleleri; çalışanlar, üretenler, kadınlar, gençler, çiftçiler, bunların hiçbiri kendilerini sermayenin mutlak iktidarına terk etmeyi arzuluyor da değillerdi. Tam tersine, bunun karşısına çıkacak -Başbakanın kelimeleriyle söyleyeceksek- yoksulun, garibanın, ezilenin, itilenin, kakılanın hakkını soracak bir rejim beklentisi içerisinde ilk on yıl bu Hükûmete destek verdiler, ama son beş yıldır adım adım görüyoruz ki aslında, eski tekçiliğin yerini yeni bir tekçilik almıştır, eski ulusalcı otoriterliğin yerini şimdi yeni bir İslami otoriterlik almak üzeredir. Bunun işaretlerini her yerden görüyoruz, Taksim’de süren kavga, İstanbul üzerinde süren kavga bu yönetim tarzının apaçık bir göstergesidir. Bir tür rövanşizmle karşı karşıyayız.
Topçu kışlası inşası bir zihniyet inşasıdır
Taksim’de Topçu Kışlası’nın yapılması iddiası sadece ve sadece Taksim’e bir eski simgenin kazandırılması, oraya bir AVM kurulması kavgası değildir; bu, aynı zamanda 31 Mart Vakası’yla bir hesaplaşmadır. Üçüncü köprüye “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” denilmesi sadece ve sadece bir padişahın anısının canlandırılması meselesi değil, hem Alevi katliamlarının hem de hilafetin devrinin, hilafetin Memlûkler’den kendisine devredilmesinin, Osmanlı’nın anısını canlandırmaktır. Türkiye hilafetle hesaplaşmış ve bir kenara koymuşken şimdi bu hilafeti modern koşullarda sembolik olarak bu köprü vasıtasıyla boğazın iki yakasına kurmak sadece ve sadece bir köprü kurmak değil, aynı zamanda bir zihniyet kurmaktır.
Türkiye'nin tarih öncesine dönme illüzyonu
Dolayısıyla, şu an karşı karşıya kaldığımız hükûmet etme tarzı bir bütün olarak Türkiye’nin tarih öncesine geri dönmek, burada bir onay mekanizması yaratarak mütedeyyin kitlelere aslında kendilerinin geçmişte kaybettikleri değerlerin iade edildiği illüzyonunu yaratarak monolitik bir iktidar kurmakla ilgilidir.
O yüzden Taksim’de süren kavga canhıraş bir kavgadır, o yüzden 1 Mayısta insanlar inşaat çukurlarına kafalarından tokmaklanarak gömülmüşlerdir, o yüzden Gezi Parkı’ndaki binlerce insan, sevgili kardeşimiz, yoldaşımız Sırrı Süreyya Önder’de aralarında olmak üzere, üç gündür gazlanmaktadırlar.Sırrı Süreyya Önder arkadaşımızı omzundan gaz kapsülüyle vuranları affetmeyeceğiz, onların Başbakanlarını da affetmeyeceğiz, […] Bu hesabı soracağız, bu hesabı alacağız. Bunu yapamazsınız, kentin sahibi değilsiniz, Türkiye’nin sahibi değilsiniz, mülkün sahibi değilsiniz. Eğer Müslüman’sanız mülkün sahibi Allah’tır, eğer bu ülkenin yurttaşıysanız mülkün sahibi yurttaşlardır. Siz onların ancak hizmetkârı olabilirsiniz; budur. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Evet, biz milletin hizmetkârıyız, doğru.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Milletin hizmetkârı milleti sopalamaz, milletin hizmetkârı milleti gazlamaz. Bu ne biçim hizmet? Hizmetiniz batsın!
SONER AKSOY (Kütahya) – Kes sesini!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sesimi kesmek istersin ama kesemezsin. Ben buradayım, konuşuyorum, sen de beni dinliyorsun; varsa cevabın gelecek konuşacaksın.
SONER AKSOY (Kütahya) – Bağırmadan konuş!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Yok verecek bir cevabın, sopadan başka bir aracın yok elinde.
SONER AKSOY (Kütahya) – Bağırmadan konuş!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şiddetten başka bildiğin bir şey yok. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar) Pabuç kadar dilinden başka bir cihazın yok, kafanın da içi bomboş.
SONER AKSOY (Kütahya) – Adam gibi konuş! Yalan söyleme.
BAŞKAN – Sayın Aksoy, lütfen…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, laf atan milletvekiline hakaret etmeye hakkı yok.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sayın Grup Başkan Vekili, arkadaşınıza sahip olun! Sizi oraya boşuna mı diktiler?
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Milletvekiline laf attı diye hakaret etme hakkı yok.
BAŞKAN – Efendim?
PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Elitaş, bu kürsüde herkes istediği şekilde konuşma hakkına sahiptir.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – O kürsü milletvekiline hakaret etme hakkını vermez kimseye.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Benim dilim son derece yalın, açık, net. Ne yaptığınızı anlatıyorum. Üç gündür görmüyor musunuz? Görmüyorsunuz tabii, televizyonlarınız göstermiyor…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – O kürsü milletvekiline hakaret etme hakkını vermez!
BAŞKAN – Hiç duymuyorum, o kadar gürültü var ki hiç duymuyorum.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – … ama sosyal medya diye bir şey var oradan görüyoruz, bütün rezaleti görüyoruz; insanların nasıl sopalandığını, nasıl gazlandığını. Nedir? Parklarının park olmaktan çıkarılmamasını istiyorlar. Niçin? Çünkü İstanbul’un ortasında başka bir yeşil alan olmadığı için. Oraya Topçu Kışlası dikeceksiniz. Niçin? Çünkü 31 Mart Vakası’nın intikamını alacaksınız, onu oraya simgeleyeceksiniz.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Şuur altında neler gizlenmiş senin öyle?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – İntikamınız batsın! 31 Mart mı kalmış? Zaten onun sahipleri çoktan havaya uçmuş, tıkmışsınız Silivri’ye. Daha ne intikamı alıyorsunuz? Bu, nasıl bir rövanşizmdir, nasıl bir siyaset anlayışıdır, nasıl bir kentsel yönetim anlayışıdır?
Bu kentin sahiplerine sormadınız “Ne yapalım kentinizin en büyük meydanını?” diye. Bir gün ansızın soktunuz oraya iş makinelerini, kazmaya başladınız. İnsanlar “durun” dediler; bütün yaptıkları bu. Barışçı bir biçimde size “durun” dediler, karşılarına polis kıtalarını yolladınız, Vekilimizi yaraladınız. Vekillerimizi daha önce de yaraladınız ama bu son. Bir kere daha bir vekilimize böyle zorbalık yapın görelim! Böyle zorbalık yapın görelim! Neler olacağını hep beraber görürsünüz. Bütün İstanbul işaretimizi bekliyor Sırrı Süreyya’nın hesabını sormak için ama biz sükuneti muhafaza etmeye çalışıyoruz.
Yönetimin Gezi Parkı'ndaki sureti
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu despotik yönetim anlayışının bir tezahürüdür, bugün burada konuştuğumuz gensoru önergesi. Canımızın istediği zaman istediğimizi yaparız, istediğimiz yere gireriz, istediğimizi istediğimiz fiyata satarız ve bunun hiçbir şekilde hesabını vermeyiz. İstediğimizi kurşunlarız, istediğimizi gazlarız, istediğimizi tazyikli suyla vururuz bunun hesabını vermeyiz. Özelleştirme bizim kitabımızdır. Peki, o zaman bu yönetim tarzıyla hesaplaşmak için bekleyen milyonlarca insan da o zaman Gezi Parkı’ndaki zulümle karşı karşıya kaldıklarında, başka her şeyin mücadelesini o parka yığdıklarında buna darılmayacaksınız. Bizden ne istiyorlar, demeyeceksiniz. Sizden istedikleri bu keyfi tek parti rejimini, bu otoriter yönetimi, bu bir çeşit sultanlık olan rejimi sizlerin de sorgulamasıdır.
Şimdi, ben soruyorum Başbakana: İstanbul Belediye Başkanıyken şunu söylemiştin “Üçüncü köprü bir katliamdır, şehre karşı işlenmiş bir cinayettir.” demiş miydin? Demişti.
LEVENT GÖK (Ankara) – Demişti, evet, aynen öyle.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devam) – Başbakan, İstanbul Belediye Başkanı iken henüz Başbakan değilken: “Türkiye’de LGBT bireylerin hakları vardır, bunlar korunmalıdır, onlar da kardeşlerimizdir:” diye demiş miydi? Başbakan öğrencilerin hakkının sormuş muydu? Başbakan idam edilen devrimcilerin arkasından ağlamış mıydı? Peki, şimdiki tablo nedir?
MAHMUT TANAL (İstanbul) – Takiye, takiye.
"Tarihi diriltme aracı" olarak Topçu Kışlası
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devam) – Belli ki bu, bir onay üretmek için, ortada duran, kanaatleri belirgin olmayan yurttaşlarımızı bir tür demokrasi beklentisiyle başka bir istikamete sevk etmek için uydurulmuş bir retoriktir. Bu konuda çokça insanlar uyarıldılar. Kendilerine bunun sadece bir retorik olduğu, icraatla bu retorik arasında hiçbir alaka olmadığı anlatılmaya çalışıldı. Ama bugün geldiğimiz noktada artık o retoriğe ihtiyaç kalmamıştır, retorik ile icraat yani belagat ile iş birbiriyle örtüşmektedir. Şimdi artık Taksim’in orta yerine bir AVM dikmek ve bunu da “topçu kışlası” kimliğinde ortaya koymak hiç de saklanmadan söylenmektedir. Başbakan “Biz sadece oraya bir AVM dikmiyoruz, orada tarihi diriltiyoruz.” derken aslında samimi bir şekilde konuşmaktadır ama daha önce bu kadar samimi değildi. Başbakan…
AHMET YENİ (Samsun) – Hep samimiydi, hep samimiydi.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Size bu çelişkiyi gösterdim. Hâlâ aynı şeyi tekrar etmeyin. İktidara yürürken, mutlak iktidara yürürkenki retorik ile bugünkü retoriğin farkını gösterdim.
Çamlıca Tepesi’ne cemaati olmayan bir cami dikmek…
AHMET YENİ (Samsun) – Nereden biliyorsunuz cemaatin olmadığını? Çok cemaat var orada. Hiç merak etmeyin.
Kentin yeni rejimin alametleriyle donatılması
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Oraya öteki sultanlar gibi, oraya bir cami dikmenin kent yönetimiyle ne alakası vardı? Böyle bir vaadi mi vardı? Hayır. Şimdiki mesele şudur: Şimdi, artık eski rejim toprağa gömülmüştür, yeni rejim alametleriyle doğmaktadır. Ne gömülen rejim bizim için bir şeydi ne doğan rejim bizim için bir şeydir. Biz halkın iktidarını isteriz. Biz halkın kendi yaşadığı kent hakkındaki kendi kararını vermesini isteriz. Biz halkın iktisadi işletmelerin yönetimine katılmasını isteriz. Biz halkın planlamaya katılmasını isteriz. Biz iktisadın planlanmasını isteriz, planlanabilmesi için kamunun kontrolünde olmasını isteriz. O yüzden bizim bu özelleştirmeye karşı çıkarkenki mantığımız bir bütündür. Bütünsel olarak karşıyız buna.
Bu özelleştirmede karşımıza çıkan tablo önümüzdeki özelleştirmelerde de çıkacak. Yavuz Sultan Selim köprüsünde de çıkacak, Taksim’in merkezinde de çıkacak, İstanbul yeni baştan yıkılır yapılır satılırken karşımıza çıkacak. Çünkü artık üretken gücü kalmamış olan, hiçbir şeyi yoktan var edemeyen kapitalizm eskiyi bozarak, yeniden satarak kâr etmektedir. Kentin satışı, kentlerin başlı başına bir iktisadi çevrim nesnesi hâline gelmesi bununla ilgilidir, kapitalizmin çıkmazıyla ilgilidir. Siz bize bu çıkmazı bir kurtuluş, bir selamet diye anlatıyorsunuz. Siz bu iktisadi rejimi bize krizden kurtulmuş bir rejim diye anlatıyorsunuz. Bunların hiçbirinin bu memleketin ihtiyaçlarıyla, haklarıyla ilgisi yok.
Rejimin tecessüm etmiş hali olarak Erdoğan
O yüzden Başbakan hakkındaki bir gensoru önergesi, sadece ve sadece bir özelleştirme önergesi değildir. Başbakan, şu an Türkiye’deki rejimin tecessüm etmiş hâlidir, bir bütün olarak yürüyen iktidardır. Canlı iktidar nedir diye sorarsanız, canlı iktidar Tayyip Erdoğan’dır. Ona bakın, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarının ne demek olduğunu anlayın. Bütün kaprisleriyle, bütün şiddet dolu retoriğiyle, bütün keyfiliğiyle, bütün acımasızlığıyla, bütün küstahlığıyla bu rejim, bir bütün olarak Başbakan Erdoğan’ın kendisinde tecessüm etmektedir.
AHMET YENİ (Samsun) – Millet sizin gibi düşünmüyor.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, Başbakana dönük kullandığı ifadeler çok çirkin ifadeler. Lütfen bu ifadelerini tavzih etsin.
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Laflarınıza dikkat edin.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Ben ne söylediğimi biliyorum.
AHMET YENİ (Samsun) – Lafını geri al.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Almıyorum. Ben ne söylediğimi biliyorum.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – “Küstah” lafı bir hakaret değil midir?
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – “Küstah” hakaret değildir.
AHMET YENİ (Samsun) – Hadi oradan be!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – “Küstah” ne ise eşyayı adıyla çağırmaktır.
AHMET YENİ (Samsun)- Ağzından çıkanı duymuyor kulakların be!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Benim ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor. Duyuyor, duyuyor.
AHMET YENİ (Samsun) – Küstah olan sensin be!
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Sen kendi geçmişine bak.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Niye heyecanlandınız? Niye heyecanlandın? Neden o kadar heyecanlandın?
AHMET YENİ (Samsun) – Fosil, fosil.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) -Öyle mi? Öyle mi?
Fosil, sizin iktidarınızdır. Fosil, sizin zihniyetinizdir. Fosil, çoktan gömülmüş olan bu zihniyetin yeniden hortlamış hâlidir. O nedenle bu iktidar…
AHMET YENİ (Samsun) – Hadi be!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bu iktidar tıpkı sizin karakteriniz gibi, şimdiki karakteriniz gibi, toplamı Başbakanın icraatında tecessüm etmektedir. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, hatibin ifadeleri çirkin ifadelerdir. Hatip hiçbir şekilde karakter üzerinden konuşamaz. Kendi karakterine baksın.
AHMET YENİ (Samsun) – Hâlâ hakaret ediyor.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şu gülünçlüğünü görüyorsun değil mi?
AHMET YENİ (Samsun) – Yazıklar olsun be!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Sana yazıklar olsun! Sana yazıklar olsun! İradeni…
BAŞKAN – Sayın Kürkcü…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Kocaman adam iradeni bir kişiye teslim etmişsin…
AHMET YENİ (Samsun) – Hadi be!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bir fikrin yok, bir itirazın yok, bir düşüncen yok. Kendi kendine düşünemezsin, kendi kendine konuşamazsın. Ancak “konuş” dendiği zaman konuşabilirsin.
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) – Senin iraden nerede, onu söyle. Seni kim kullanıyor, onu söyle.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şimdi, bu yönetim, bu Başbakanda tecessüm etmiştir. Biz, o nedenle bu önergenin sadece bir özelleştirme önergesi değil, bir tek parti rejimi, bir tek adam diktatörlüğünün karşısındaki bir önerge olarak bunun gündeme alınmasını, değerlendirilmesini ve olumlu bir biçimde sonuçlandırılmasını istiyoruz. Tabii ki, bu isteğimize “evet” demeyeceksiniz ama göreceksiniz bütün tek adam rejimleri gibi kendi rejiminizin nasıl kırılgan olduğunu, nasıl eninde sonunda zıvanadan çıkacağını; bana inanmıyorsanız İbni Haldun’un Mukaddimesini okuyun, orada bir iktidarın nasıl çürüdüğünün öyküsünü onun dilinden dinleyeceksiniz. “Önce kendi yakın arkadaşlarını gözden çıkarır.” diye başlar. İyi günler diliyorum.
(AEK)