"Bu yıl daha geniş katılımlı olarak icra edilmekte olan bu seminerin; dünyada barış ve istikrarın geliştirilmesi ile ilgili tartışmalara uygun bir fırsat sağlayacağını değerlendiriyorum.
Bu salondaki herkesin halen milli ve çok uluslu organizasyonlarda aktif olarak:görev yapmakta olmaları, uluslararası mevcut güvenlik ortamı hakkında derin bilgi, tecrübe ve anlayışa sahip olmaları, seminer sonucunda oluşacak yeni fikirlerin dünya barışına olan katkısını hiç şüphesiz daha da hızlandıracaktır.
Bilindiği gibi, Soğuk Savaş'ın sona ermesi; bir taraftan dünya barışı ile ilgili bir iyimserlik rüzgarı estirirken, diğer taraftan güvenlik mücadeleleri ve riskleri ihtiva eden tamamıyla farklı bir ortam yaratmıştır. Şimdi herkes, Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan risk ve güvenlik mücadelelerinin; bölgesel istikrarsızlık, kitlesel göç, terörizm, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, kökten dincilik, Kitle İmha Silahları'nın yaygınlaşması, organize suçlar ve çevre kirliliğini kapsadığı konusunda aynı görüşü paylaşmaktadır.
Bu yeni risk ve güvenlik mücadelelerinin üstesinden gelebilmek için insani yardım, barışı koruma, terörizmle mücadele, doğal afetlerde yardım, illegal silah ve uyuşturucu trafiği ile mücadele gibi yeni görevler ortaya çıkmıştır.
28 Mayıs 2002 tarihinde Roma Deklarasyonu ile tesis edilen "NATO-Rusya Konseyi"nin, bu risk ve tehditlerin üstesinden gelinmesine ve dünya barışma önemli katkılar sağlayacağına inanıyor, Türkiye olarak bu inisiyatifi destekliyoruz.
Güvenlik algılamalarının başında gelen terörizm, bugün uluslararası alanda en önemli sorunlarımızdan biri olarak ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde güvenliğin askeri güç dengelerine dayandırılması anlayışından ziyade, şiddet boyutu artan ve global bir tehdit haline gelen terörizme karşı caydırıcılığın sağlanması ön plana çıkmakta, diğer alanlarda da yeterli tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Bu hususun sağlanması için, öncelikle terörizm konusunda ortak bir anlayışa ulaşılmasına ve bunun için de ülkelerin politik kararlılıklarını ortaya koyacakları uluslararası iş birliğinin gerekli olduğuna inanıyoruz.
Bugün terörizmle mücadele, global bir yaklaşımla çözümlenme yönünde çabaların yoğunlaştığı bir sürece girmiştir. Tüm bu çalışmalar esnasında, 11 Eylül saldırılarının dünya kamuoyunda derhal tedbir alınması ihtiyacı, ABD önderliğinde yürütülen harekat esnasında, terörizmin tanımının yapılmasını ikinci plana itmiş, bu durumda AI-Qaide ve uzantısı terör örgütlerine karşı derhal tedbir alınması, terörle mücadelenin ağırlık noktası olarak ortaya çıkmıştır.
Bu durum NATO dokümanlarında, dünyadaki devlet destekli terörün azaldığı, ancak İslamiyet adına hareket ettiğini iddia eden dini aşırıcılardan kaynaklanan terörizmin arttığı şeklinde ifade edilmiştir. Bu gelişmeler bazı ülkeler tarafından, teröristlerin sadece dini aşırıcılar olarak algılamasını ve bunun dışındaki terörizme karşı geçmişte olduğu şekliyle yaklaşılmasını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, terörizmin bir tanıma kavuşturulmasının ve Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde bir terör örgütleri listesi hazırlanmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.
11 Eylül saldırılarından sonra, otuz bin civarında vatandaşımızın ölümüne veya sakat kalmasına neden olan PKK.yeni ismiyle KADEK terörüne karşı uluslararası platformda ortak bir yaklaşımın oluşacağını düşündük. Ancak, terörizmle mücadelede alman tüm kararlara rağmen, KADEK terörü konusunda uygulamaya geçirilen gerçekçi bir desteği göremediğimizi üzülerek ifade etmek istiyorum.
Türkiye'nin çabaları ile, Avrupa Birliği'nin (AB) PKK'yı terör örgütlen listesine alırken; kullandığı amblem, yöneticileri dahil tüm kadroları, silahlı militanları ve bunların üslendikleri bölge, legal platformdaki uzantıları ve kullandığı medya PKK ile aynı olan KADEK'i terör örgütleri listesine almaması, uluslararası platformda terörizme karşı ortak anlayışın geldiği noktanın önemli bir göstergesidir.
Bu durum, terör eylemlerine devam eden ve halen 5 bin kadar silahlı militanı bir tehdit unsuru olarak elinde bulunduran KADEK terör örgütünün bugüne kadar yaptığı terör eylemlerine destek anlamına gelmekte ve terör örgütünü cesaretlendirmektedir. Uluslararası platformda terörle mücadelede çözümsüzlüğü de beraberinde getiren bu tür yaklaşımlara son verilmesinin Türkiye açısından hayati önemi haiz olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bugüne kadar terörle mücadele konusunda alınan kararların ülkelerin iç hukukuna yansıtılmaması, terörle mücadelede yöntemlerinin geliştirilmesine ve bir organizasyon teşkil edilmesine imkan tanımamıştır. Bu nedenle, öncelikle terörle mücadelede alman kararlara uymayan devletlere ve uluslararası kuruluşlara uygulanacak yaptırımlar açıkça belirlenmelidir. Bunun için de öncelikle uluslararası hukukta terörizme yönelik boşlukların giderilmesi gerekmektedir.
Türkiye, başta BM olmak üzere bütün platformlarda terörle mücadelenin güçlenmesi yönünde yürütülen çalışmaları desteklemektedir.
Şimdi de güvenlik ve istikrarla ilgili diğer bazı konulara temas etmek istiyorum.
Bilindiği gibi Kuzey Atlantik Paktı (NATO) Barış İçin Ortaklık, Birleşik Müşterek Görev Kuvveti Konsepti, Akdeniz Diyalogu, Rusya ile kuruluş akdi gibi yeni fikirler ortaya atarken, kapılarını yeni ortak üyelere açmıştır. Bunlar arasında NATO'nun en önemli ve başarılı girişimi, güvenliğe ilişkin konularda ortaklık üyesi ülkelere iş birliği sunduğu "Barış İçin Ortaklık Programadır.
Prag zirvesinde devlet ve hükümet başkanları tarafından onaylanan "Partnership Action Plan Against Terrorism, PAP-T" ve "Comprehensive Review of the EAPC and PfP" dokümanları, NATO'nun Ortaklarla (Partners) yürüttüğü iş birliğinin geliştirilmesine yapacağı etki bakımından büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda halen NATO'da politik ve askeri tarafta çalışmalar devam etmektedir.
Bu çalışmaların ortaklarla birlikte yürütülüyor olması önemlidir ve Türkiye ortakların çalışmalara daha etkin katılmasını desteklemektedir.
Prag zirvesinde verilen NATO'nun genişleme kararı dikkate alınarak, BİO faaliyetlerinin, bu kararın yaratacağı sonuçlardan olumsuz etkilenmeden sürdürülmesine gayret gösterilmelidir. BİO programının Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenliğin ve istikrarın sürdürülmesine, Ortakların Batı ile entegrasyonuna ve devam etmekte olan savunma reformu gayretlerine yapmış olduğu katkı herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu bağlamda, özellikle Kafkaslar ve Orta Asyalı Ortakların BİO faaliyetlerine katılımlarının yükseltilmesinin ve NATO'nun bu ülkelere desteğinin sürdürülmesinin önemli olduğunu değerlendirmekteyiz.
Yeni NATO Komuta Yapısının bu ay yapılacak NATO Savunma Bakanları Toplantısı'nda kabul edilmesiyle birlikte NATO yeni bir döneme girmiş olacaktır. Transformasyonun asıl unsur olarak belirlendiği bu dönemde NATO dinamik bir şekilde güvenlik ortamında oluşacak değişikliklere ayak uydurabilecek ve yeni risk ve ihtiyaçlara cevap verme kabiliyetini artırmış olacaktır. Bu bağlamda, stratejik konuma sahip olan Türkiye'de bir ACC Karargahının tesis edilmesi beklenmektedir.
Esasen, coğrafyası itibariyle Türkiye'de daha fazla NATO Karargahı bulunması; ülkemizle birlikte, NATO'nun da menfaatlerine hizmet edecektir. Balkan, Kafkas ve Ortadoğu üçgeninin merkezindeki Türkiye topraklarında bulunacak Karargahlar ile NATO, krizleri daha iyi takip edebilme, daha etkin ve esnek müdahalede bulunma imkanı kazanacaktır.
Son Irak savaşı nedeniyle, NATO'nun Türkiye'nin savunmasına destek harekatı da göstermiştir ki, teknolojik seviye ne kadar ileri olursa olsun, kriz bölgelerine yakın karargahlar birtakım ilave avantajlar sağlamaktadır. Bu harekat nedeniyle, çapı çok büyük olmasa da bir NATO Karargahı Diyarbakır'da kurulmuş, AİRSOUTH Komutanı da dahil olmak üzere ACC ileri elemanı Türkiye'ye gelme ihtiyacı hissetmiştir.
Öte yandan kurulmakta olan NATO Mukabele Kuvveti sayesinde NATO krizlere daha kısa zamanda ve daha etkin müdahale etme imkanı bulacaktır. Bu kuvvetin çoğunlukla Türkiye'ye yakın bölgelerde kullanılabileceğini değerlendirmekteyiz. Bu nedenle, Türkiye NATO Mukabele Kuvvetine anlamlı bir katkı sağlamayı planlamaktadır.
Şimdi de Türkiye'nin konumu ve dünya barışına katkılarına ilişkin bazı konulara değinmek istiyorum.
Jeostratejik konumu itibariyle Türkiye; bir tarafta dünyanın en istikrarsız bölgelerinden Kafkasya, Ortadoğu ve Balkanlarda, diğer taraftan Avrupa ve Asya arasında ulaşım, telekomünikasyon ve enerji koridorları üzerinde merkezi bir yerde bulunmaktadır. Türkiye'nin bu konumu, kendisine belirtilen koridorların güvenliği için bazı sorumluluklar üstlenmeyi zorunlu kılmakta, doğu-batı ve kuzey-güney arasında bir dostluk ve iş birliği köprüsü olarak imkan sağlamaktadır. Afganistan'da icra edilen harekat esnasında da Türkiye'nin önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Türkiye, ikinci dönemde (20 Haziran-20 Aralık 2002), Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (UGYK)'nin liderliğini 20 Haziran 2002 tarihinde üstlenmiştir. Görev 10 Şubat 2003 tarihinde, Almanya-Hollanda liderliğine devredilmiştir. Afganistan halkının huzuru ve refahının sağlanması için icra edilen bu harekatta tüm gruplara eşit hizmet sağlanması ve toplumun geneline ve alt yapıya yönelik kısa süreli projelere yer verilmesi esas alınmıştır. Türkiye liderliğinde UGYK'nin 176 adet Sivil-Asker İş Birliği (CIMIC) projesi tamamlanmıştır.
TSK bugün için; 229'u Afganistan, 498'i Bosna-Hersek, 684'ü Kosova ve 11'i Makedonya'da olmak üzere toplam 1.422 kişiden oluşan birlik ve unsurları ile değişik kriz bölgelerinde, barışı destekleme harekatına iştirak etmekte ve dünya barışına katkıda bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, bölgemizde cereyan eden diğer bir gelişme de Irak savaşıdır. Irak'ta icra edilen harekat sonrası; yeniden yapılanma çalışmalarının devam ettiği bu dönemde kısaca Irak'ın geleceği ile ilgili düşüncelerimi de açıklamak istiyorum:
Harekat sonrası Iak'ta öncelikli olarak yapılması gereken hususlar; istikrarın sağlanması, insani yardımların yapılması ve yeniden yapılandırmanın tamamlanmasıdır. Bu kapsamda; Irak'ın bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve ulusal birliği korunmuş, doğal kaynakları Irak ulusunun bütününe ait olan ve tüm nüfusunun refahı için kullanılan, etnik / dini çatışmaların yaşanmadığı, kendisi ve komşuları ile barış içinde yaşayan ve mümkün olduğu kadar demokratik bir Irak görme arzusunda olduğumuzu bir kez daha yinelemek isterim. Ayrıca, Türkiye, İrak'ın yeniden yapılandırılmasına aktif olarak katılmak ve azami oranda katkıda bulunmak istemektedir.
Diğer taraftan Türkiye, bölgesinde politik, sosyal, ekonomik ve askeri alanlarda strateji üreten eksen bir ülke konumundadır. Diğer bir deyişle Türkiye; güvenlik tüketen değil, güvenlik üreten bir ülkedir. Dış politikalarımızın esası olarak bütün barışçıl girişimleri güçlü bir şekilde desteklemekteyiz.
Türkiye, bölgesel krizlerin önlenmesi için barışı destekleme harekatlarına katkılarının yanı sıra, aynı zamanda NATO ile müşterek çalışabilirliği başarmak için Ortaklık üyesi ülkelere eğitim desteği de sağlamaktadır. Bu bağlamda, 1998 yılında Ankara'da kurulan "Barış İçin Ortaklık Eğitim Merkezi"nde, bugüne kadar toplam 47 NATO, BİO ve Akdeniz Diyalogu ülkesinin 3.000'den fazla personeline eğitim verilmiştir.
Ortaklık üyesi ülkelerle olan iyi ilişkilerimize ilaveten, jeostratejik konumumuzu dikkate alarak, bölge ülkeleri ile birlikte bazı büyük projeleri de başlatmış bulunuyoruz. Bunlar, Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG) ve Karadeniz Deniz İş Birliği Görev Kuvveti (BLACKSEAFOR)'dir. Güneydoğu Avrupa Savunma Bakanları (SEDM) girişiminin bölgemizde barış ve güvenliğe katkı sağlayacak önemli bir faktör olduğunu düşünüyor ve bu girişime büyük önem atfediyoruz. Ayrıca, BİO Mobil Eğitim Timleri ile Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinde yerinde eğitim icra etmenin de mutluluğunu yaşıyoruz.
Biz, ülkelerimiz insanları arasında güven inşa edici tek yolun barış olduğuna inanıyoruz. Biliyoruz ki, BİO ruhunun temelinde güven yatmaktadır. BİO prensipleri ile yönlendirilen bu girişimlerimize, yapıcı olarak katkıda bulunmayı arzu eden her ülkenin katılımından memnuniyet duyacağız.
"İpek Yolu-2003 General / Amiral Semineri"nin, NATO Karargahları ile Barış İçin Ortaklık üyesi ülkelerin üst düzey katılımcıları için bilgi ve deneyimlerinin aktarılmasında uygun bir platform olacağına inanıyorum. Seminer, aynı zamanda dünya barış ve istikrarına katkı sağlamak için karşılıklı anlayış ve müşterek çabalarımızı da artıracaktır.
Konuşmamı bitirmeden önce, "İpek Yolu-2003 General / Amiral Semineri"nin tüm katılımcılarına, şimdiden değerli katkılarından dolayı en içten şükranlarımı sunmak istiyorum.
Hangi görev, rütbe ve mevkide olursak olalım, hepimiz dünya barışına hizmet etmek durumundayız. Kendilerini barışa adayan ve adayacak olan herkesi selamlar, en içten iyilik dileklerimi sunarım.(NK)