Haftasonu yapılan toplantıya Doç. Dr. Kasım Karataş, Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi'nden avukat Gülay Yazıcı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nu (SHÇEK) temsilen psikolog Leyla Karayağız, Mültecilere Psikososyal Destek Projesi'nde çalışan Önder Beter ve bianet'ten Erhan Üstündağ konuşmacı olarak katıldı.
Söyleşide öne çıkan görüşler şöyle:
* Çocuk hakları bir bütün olarak ele alınmalı. Son Meclis Sokak Çocukları Araştırma Komisyonu'nun çalışmaları ve raporu da bu anlayışın yerleşmediğini gösterdi. Çocuk hakları "sokak çocukları"na indirgeniyor.Ankara Barosu ve SHÇEK'in desteğiyle düzenlenen söyleşide, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) üyelerinin fotoğraflarından oluşan bir gösterim yapıldı.* Türkiye'de örgütlenme sorunu var. SHÇEK'in varolan yapısı ve kaynaklarıyla olumlu önerilerin bile hayata geçmesi mümkün değil.
* Çocuklara daha fazla söz hakkı tanınmalı. Çocukların birey olduğu, hakları olduğu anlayışı yerleşmeli. Toplumsal duyarlılık yasaların değişmesinden önemli.
* Çocuk hakları savunusu ile savaş karşıtlığı, demokrasi mücadelesi arasında yakın ilişki var.
* Türkiye mültecilerle ilgili mevzuatını geliştirmek zorunda. Mülteci çocuklar, özellikle de kızlar çok kötü şartlar altında yaşıyor.
* Medyanın çocuk haklarına bakışı da toplumun geri kalanından farklı durumda değil. Medya çocuk haklarını ihlal edebiliyor, görmezden geliyor, çocuklara söz hakkı vermiyor.
UAÖ Ankara Çocuk Hakları Grubu'nun bir sonraki söyleşisi 16 Nisan'da "çocuğun gelişme hakkı" üzerine yapılacak.
"Çocuk hakları demokrasi meselesi"
Toplantıyı açan UAÖ Türkiye Şube Başkanı Dr. Levent Korkut, sözlerine çocukların hassas, kırılgan olarak tanımlanan gruplar içinde yer aldığını dolayısıyla onlara yönelik özel uygulamalar ve düzenlemeler gerektiğini vurgulayarak başladı.
Af Örgütü'nün tüm dünyada bu düzenleme ve uygulamaları izlediğini, ihlal eden ülkelerde de kampanyalar yürüttüğünü söyleyen Korkut, çocuk hakları savunuculuğunun savaş karşıtlığı ve demokrasi istemiyle yakından ilgili olduğunu söyledi.
"Çocuklar dünyanın her yerinde savaşlarda kullanılıyor, sömürülüyorlar. Barış zamanlarında da aile içi şiddet, özgürlüğünden mahrum bırakılan çocuklar, çocuk işçiliği büyük problemler. Çocuk haklarına bütünlüğü içinde bakmak gerekli".
Yasaların eleştirilebileceğini söyleyen Korkut'a göre asıl problem "çocuk hakları konusunda duyarlılık oluşturabilmek".
"Çocukların geleceğin büyükleri değil bugünün bireyleri olarak tanımlandığı bir toplumda sorunları çözmek çok daha kolay olacak. O yüzden, işbirliği içinde duyarlılığı geliştirmek üzere çalışmaya devam etmeliyiz".
Mersin'de yaşanan olaylarla ilgili olarak Başbakanlığa gittiklerini anlatan Korkut şöyle dedi:
"Çocukların haklarını korumadan barış dolu, demokratik bir ülke yaratmak mümkün değil. Bunu anlatmaya çalıştık umarım anlamışlardır. Göç, yoksulluk ve onun yarattığı sorunlar çocukları kullanılabilir hale getirdi. Bunları çözmeden hiçbir şey çözülemez.""Çocuk hakları bir bütün"
Korkut'un ardından Doç. Dr. Kasım Karataş, "korunma hakkına akademik bir bakış" üzerine konuştu.
Çocuk haklarının bütünselliğinin çoğu zaman gözardı edildiğini söyleyen Karataş, Meclis'te "sokak çocukları" üzerine kurulan komisyonun hazırladığı raporu örnek gösterdi:
"Türkiye'nin içinden geçtiği diğer sorunlardan soyutlanınca çocuk hakları alanında yol alamıyoruz. Bu parçalı bakış komisyon raporuna da yansımış. Bazı yasal düzenleme teklifleri var ama komisyonun önerileri gerçeği kavrayamıyor".
Karataş'a göre, çocukların refahı konusu, gözönünde oldukları için tamamen sokakta yaşayan ve çalışan çocuklar sorununa indirgenmiş durumda fakat bu bakışla çözüme ulaşmak mümkün değil.
"Diyarbakır'ın sorunlarını çözmeden İstanbul'daki çocukların sorunlarını çözemiyorsunuz" diyen Karataş'ın vurguladığı bir diğer nokta da örgütlenme sorunu.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (SHÇEK) varolan yapısı gözönüne alındığında herhangi bir önerinin hayata geçme şansı bulunmuyor.
Karataş'ın üzerinde durduğu bir nokta ise çocuk hakları alanında çalışanların ideal olanla gerçekçi olan arasındaki ayrıma dikkat etmesi gerektiğiydi.
İdeal olanla gerçeklerin gerilimi
Şu an evrensel anlamda kabul edilmiş en gelişkin metin olan ÇHS'nin farklı ülkelerdeki çocukların özgül durumlarını yeterince gözönüne alıp almadığının sorgulanması gerekiyor.
Karataş, idealize edilmiş bir çocuk tanımının yaşananları kavramayı ve doğru çözüm önerileri oluşturmayı güçleştirdiği kanısında.
Oturumu yöneten Levent Korkut'ta bu noktada Karataş'a katıldığını, STK'ların önceliklerini saptayarak ve stratejik düşünerek çalışması gerektiğini söyledi.
Demokrasinin sınırının 18 yaşına kadar inebildiğini belirten Korkut'a göre çocuklara söz hakkı verilmesi bu durumun aşılmasına ve demokrasinin kapsayıcılığının artmasına neden olacak.
Genel gidişin bu yönde olduğunu söyleyen Korkut, Türkiye'de ise durumun tam tersi olduğunu vurguladı: "Biz de hala milletvekili seçilme yaşı 30".
"Çocuğun kendi hakkındaki kararda söz hakkı olmalı"
Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi'nden avukat Gülay Yazıcı da Medeni hukukta çocuğun korunması üzerine bir sunum yaptı.
Velayet kavramının anne ve babaya hem haklar verdiğini hem de sorumluluklar yüklediğini belirten Yazıcı, bu yükümlülüklerin yerine getirilmediği durumlarda çocuğun korunması için önlem alınabileceğini söyledi.
Buna göre, Medeni Kanunda çocuğun şahsının korunması ve mallarının korunması için önlemler öngörülüyor.
Çocuğun menfaati ya da gelişmesi tehlike altına girdiğinde üç çeşit yaptırım uygulanabiliyor: Çocuk koruma altına alınabiliyor, yerleştirme tedbiri alınabiliyor ya da velayetin kaldırılmasına karar verilebiliyor.
Bu kararların, her olayın niteliğine göre hakim tarafından verildiğini söyleyen Yazıcı, doktrinde çocukların da hakime bizzat başvurabilmesini savunan görüşler olduğunu belirtti.
Korkut da, çocukların kendileri ile ilgili alınacak kararlarda görüşlerini açıklamasının önemli olduğunu, Avrupa Birliği anayasasıyla bu yönde düzenlemeler getirildiğini söyledi.
"Karadeniz'den göç daha fazla"
Toplantıya SHÇEK'i temsilen katılan psikolog Leyla Karayağız kurumun uygulamaları ile ilgili bilgi verdi.
Koruma altına alınan çocuklarla ilgili birçok model olduğunu söyleyen Karayağız, "Çok tercih etmesek de biz ağırlıklı olarak yuva ve yetiştirme yurtlarıyla devam ediyoruz" dedi.
Kurumun bünyesinde yaklaşık 20 bin çocuk olduğunu söyleyen Karayağız, kalabalık nedeniyle çocuklara yeterli hizmet verilemediğini vurguladı.
Son dönemde sıkça gündeme gelen "sokağın çocukları" probleminin yalnızca SHÇEK'e ait olmadığını işbirliği içinde çözülmesi gerektiğini söyledi.
Sokakta çalışan ya da yaşayan çocuklara yönelik 29 ilde 43 merkez var ve şu ana kadar ulaşılabilen çocuk sayısı 41 bin 982. Karayağız bu sayının "sokak çocuğu" sayısını yansıtmadığını, sadece ulaşabildikleri çocukları belirttiğini söyledi.
Genelde, sokakta Doğu ve Güneydoğu'dan gelen çocukların çoğunlukta olduğunun düşünüldüğünü belirten Karayağız, "Genel inanışın aksine Karadeniz bölgesinden gelmiş olan çocuklar birçok bölgede daha fazla" dedi.
"Sokağın çocuklarına" yönelik birçok farklı etkinlikte bulunduklarını belirten Karayağız, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) işbirliği ile 11 ilde toplumsal duyarlılığı arttırma çalışmaları yapacaklarını açıkladı.
Karayağız, ihmal ve istismar vakalarında çocuğu kurum korumasına almayı tercih etmediklerini, madde bağımlısı çocuklarında arınmış olarak kuruma gelmesini istediklerini söyledi.
Mülteci çocuklar zor durumda
Mültecilere Psikososyal Destek Projesi'nde çalışan Önder Beter, tüm dünyada 17 milyona yakın mülteci olduğunu ve bunun yüzde 40'ının çocuklardan oluştuğunu belirtti.
Türkiye'de de şu an, 2 bini çocuk olmak üzere 6 bin 100 kadar mülteci var. Mülteciler başta İstanbul, Ankara, Kayseri ve Van olmak üzere 28 ilde barındırılıyorlar.
Beter'in dikkat çektiği iki nokta, mülteci çocuklar arasında kızların daha da kötü durumda olduğu ve Türkiye'nin mültecilerle ilgili mevzuatını, Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde, yakın gelecekte geliştirmek zorunda kalacağı.
Çocuk askerliği ve refakatsiz çocuklar da acil olarak çözüm bekleyen sorunlar. Beter, dünyada 300 bin kadar çocuğun aktif olarak savaşlarda yer aldığını belirtti.
Projeyi, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) olarak yürüttüklerini söyleyen Beter, post-travmatik stres bozukluklarının tedavisi, çocukların eğitime devamının sağlanması, oyuncak kampanyaları gibi etkinliklerde bulunduklarını anlattı.
Beter, sivil toplum kuruluşlarının işbirliğinin önemine dikkat çekti.
"Medya da farklı değil"
Bianet'ten Erhan Üstündağ da, medya ve çocuk hakları üzerine konuştu.
Medyanın çocuk haklarına çok az yer verdiğini söyleyen Üstündağ, BİA Hak Haberciliği İzleme Raporlarından örnekler verdi; yaygın medyanın ÇHS'nin yaygınlaşması için de yeterli çabayı göstermediğini ekledi.
Çocuk haklarına az yermenin yanı sıra, yapılan haberlerin de birçok açıdan problemli olduğunu söyleyen Üstündağ, Mersin olayları sonrasında da görüldüğü gibi, özellikle kanunla ihtilaf halindeki çocukların kimliklerini açıklayacak şekilde yayın yapılmasını eleştirdi.
Medyanın "sokak çocukları", "Diyarbakırlı çocuklar", "kapkaççı çocuklar" gibi genellemelerle çocukları damgaladığını vurgulayan Üstündağ, "Çocuk hakları yalnızca dayak, istismar gibi somut ve hemen farkedilebilir sonuçları olduğunda medya tarafından görülüyor; çocuk işçiliği gibi uzun vadeli etkileri olan alanların üzerinde durulmuyor" dedi.
Yaygın medyanın genel olarak hak haberciliğine uzak durduğunu; çocuk haklarınınsa en fazla ihmal edilen alan olduğunu belirten Üstündağ, yerel medyanın da benzer bir sorundan muzdarip olduğunu vurguladı.
"Bu durum, medyanın yapısal problemleri ve eğitim eksikliğinden kaynaklanıyor. Fakat bu alanda çalışan örgütler de medyayı daha iyi kullanabilir".
Bianet'le ilgili bilgi veren Üstündağ, medyanın çocuklarının durumunu doğrudan iyileştiremeyeceğini fakat denetim ve duyarlılık oluşturma işlevini yerine getirerek yasa koyucu ve uygulayıcıları zorlayabileceğini söyledi.(EÜ)