"Hrant hedefimizsin!" "Bir gece ansızın gelebiliriz!" sloganlarını duyunca korkuyorum.
Türk - Ermeni diyalogu için yazarken yazılarımı, yanlış anlaşılan bir cümlem yüzünden "Türk düşmanı" diye suçlanmak ağrıma gidiyor.
Sonra Karin oluyorum.
Yalnızlık; ilk hissettiğim duygu.
Öyle ya, İstanbul'un göbeğinde Halaskargazi caddesinde güpegündüz kameraların ve fotoğraf makinelerinin tanıklığında olan biteni bilmeyince kimsecikler, insan ne hissedebilir ki başka?
Beteri de vardır tabii bu duygunun, çaresizlik.
Günlerdir yaşadığım bu çaresizlik duygusu yedi bitirdi beni.
Yazmak hiç bu kadar ilaç olmamıştı yaralarıma; üstelik saatlerce oturup da tek satır yazamazken günlerce...
Yazdıkça çıktım karanlığın içinden.
Hrant'ın, Karin'in, Ani'nin acısını ta içimde hissetsem -hissettiğimi sansam- bile biliyorum ki aynı şey olmayacak yaşadıklarımız.
"Yapanların utanmadığı, sessiz kalanların utanmadığı bir yerde havada asılı kalan koca bir utanç duygusunu kim sahiplenir?"
Karin Karakaşlı'nın Agos Gazetesi'nde köşesinde sorduğu bu soruya, "Galiba ben!" diye cevap veriyorum.
Utanç duyuyorum olan bitenden; çoğunluktan biri olarak.
Hayatımda ilk kez yazıyorum, "çoğunluktan" olduğumu.
Hiç çoğunluktan biri gibi yaşamamışım sanki.
Kadın ya da sakat olarak yaşadıklarımı yazdım ben hep; yaşadığım azınlık olma hallerimi.
Sanki en çok yaşadığım azınlık olma halime içerledim, öfkelendim, isyan ettim.
Her konuda az çok yazan birileri varken, benim yaşadıklarımı bilmiyor ki kimsecikler diye yazdım.
Bilsin istedim herkes, bilinirse yalnız hissetmekten kurtulacağım sandım belki de kendimi.
Her zaman düşünüp de bir türlü yapamadığımı Yıldırım Türker hatırlattı bana 29 şubat Pazar günü Radikal 2'de, "O da mı Ermeni çıktı?" başlıklı yazısında:
"Bu memlekette yaşayan ve düşünen ve sözünü dolaşıma sokabilecek bir kanal edinmiş her insanın öncelikli görevi Türkler, Türklük ve Türkiye'yle uğraşmaktır elbet.
"Irk ve nesep üstüne inşa edilmiş her türlü söylem karşısında yara almak ve itirazını haykırmak her ne kadar çoğunluğun gözünden düşme riski getirse de bu, böyledir. Irksal, dini, cinsel ayrımcılığa çanak tutacak en masum tınılı bir kelime bile dikkatimizden kaçtığında muhtemel vahşetin çivilerinden birini parlatıyoruz demektir."
Türker yazısını benim de inandığım bir cümleyle bitiriyor:
"Değerlerini farklı sıfatlarla adlandıranlar, ayrımcılığın en ufak gölgesine tahammül göstermeyenler çoğalıyor. Çoğalacak!"
Bu cümledeki umut, İsrail'de Utanç duvarını protesto etmek için İsrailli mankenlerin yaptığı defileyi getiriyor aklıma.
Halaskargazi caddesinde mankenlerin Agos'a yapılanları protesto için defile yaptıklarını hayal ediyorum.
Biliyorum bugün için sadece bir hayal, henüz gazeteler, gazeteciler, gazeteciler cemiyeti bile protesto etmezken saldırıyı.
Hayalimin bir gün gerçek olması mümkün gibi geliyor yine de.
Hani ben, bilirse herkes yaşadıklarımı yalnızlık duygusundan kurtulurum gibi geliyor dedim ya; anlarsa demem gerek aslında.
Çoğunluktan olanlar, azınlıkta olanların neler yaşadığını anlarsa sessiz kalamaz gibi geliyor yaşananlara.
Anlamak için bilmek gerekiyor.
Bilmek için öğrenmek.
Öğrenmek için okumak.
Agos'u Ermeni olmayan çoğunluk okumaya başladığında öğrenecek neler yaşadığını Ermenilerin.
Öğrendikçe bilecek, bildikçe anlayacak.
Anladığı zaman sessiz kalması imkansız gibi geliyor bana çoğunluğun.
Yani, Türkiye'de çoğunluk Agos gazetesinden, "Gazetem Agos" diye söz ettiğinde, işte o zaman mankenlerin protesto defilelerini izleyebiliriz gibi geliyor... (NG/NM)