Seçim, kriz çatışma gibi olağanüstü zamanlarda olduğu gibi doğal felakette de insanların haber alma ve bilgilenme ihtiyacı artıyor ve hakim/kitlesel basın da bunu en popülist şekilde kullanıyor.
Bölgeden haberler yine dış basına bağımlı kalarak verildi; tüm haber kuruluşlarında aynı bilgiler, aynı görüntü ve fotoğraflar defalarca tekrarlandı durdu.
Daha sonraki günlerde basın kuruluşları kendileri muhabir gönderdiklerinde haber, muhabirin olay yerine ulaşması oldu: "Sabah muhabiri Ali Özlüer, Phuket'te 5 bin kişinin öldüğü yasak bölgeye girdi."
Özlüer'in orada göreceklerinin pekte iç açıcı şeyler olmayacağını -gazeteci olmayanlar dahil- herkes biliyor ama muhabir, editör demek daha mı doğru olur acaba, gözlemini şöyle aktarıyor:
Göz bebeklerden ölüm okumak
"Kasaba adeta ceset tarlası", "Denizden balık gibi cesetler toplanıyor"; dahası muhabir bir gazetecilik başarısıyla! görünenin ötesine geçiyor ve başlığa da şu ifadeyle taşınıyor: "Gözbebeklerinde ölüm var."
Sabah bir gazetecinin insanın gözbebeğinde ölümün nasıl okuyabildiğini açıklayan bir yazı dizisi hazırlayıp konuya açıklık getirse hiçte fena olmayacak...
O bölgedeki Türkler ve onlardan haber alınamayışı Türkiye'deki yakınları ve duygusal dünyaları tümüyle ihmal edilerek sansasyonel şekilde başlıklara taşındı. Neyse ki kimi ünlülerde güney Asya'da tatil yapmaktaydı da Türk basını odaklanacakları bir konu buldular.
Ortadoğu'nun akbabaları
Ortadoğu gazetesi ise dehşeti yayınlamakta Sabah'tan bir adım öteye gitmeyi başardı. Gagası kan içinde bir akbaba fotoğrafını manşete taşıdı. Fotoğrafın açıklaması ise hayli netti: "Felaket bölgesindeki akbabalar insan etine doydu."
Bolca dehşet metinleri ve cesetler -ama mutlaka kan-revan içindeki cesetler- gazetelerin sayfalarını doldurdu.
Konuya dini açıdan yaklaşan gazete ve gazeteciler ise Türk basını ve "aydınlar"ı açısından bir başka vahim tabloyu oluşturdu.
Yeni Şafak "Allah'ım yardım et" ve "... çaresiz gözü yaşlı insanların tek sığınağı dua ..." derken Star'da benzer bir yaklaşımla " ... eller ve kalpler gökyüzüne açıldı ..." ve "yüzyılın yakarışı" ifadelerine yer verdi.
Kimi köşe yazarları da bu perspektifi daha da pekiştirdi.
Kıyamet günü
Tercüman gazetesi köşe yazarları Mehmet Paksu, tıpkı Körfez depreminde olduğu gibi Asya depreminde de bilim ve medya çevrelerini olayı tesadüflerle açıklayarak "Bir yapanı, bir yaratanı ..." düşünmemekle veya ihmal etmekle eleştirdi.
Ayrıca, olayı kıyamet günüyle özdeşleştirmeleri de bir başka eleştiri noktası: "... dünyadaki depremler ne kadar dehşetli olursa ve büyük olursa olsun, dünyanın sonu demek olan kıyametin yanında çok cüz'i kalır."
Paksu'nun bilime alternatif olarak depremin nedenine ilişkin açıklaması da Kur'an referansıyla şu soru ve cevapla kaleme alınmaktadır:
"Sonsuz Kudret ve Azamet sahibi bu musibeti neden vermiştir?"
"Kula bela gelmez hak yazmayınca, Hak bela yazmaz kul azmayınca."
Milli Gazete'nin köşe yazarı Zeki Ceyhan da bu depremden çıkarılması gereken dersi aynı perspektiften dile getirmekte: "'Aklınızı başınıza alın, sizden istendiği gibi muti kullar olun, isyan ederek haddi aşmayın' deniliyor adeta"
Mistik açıklamaların çıkmazı
İslamcı ve muhafazakar gazetelere kalırsa insanlar dini kuralların gereklerinden ve dünyevi hazlar uğruna manevi değerlerden uzaklaşmışlar bu nedenle de doğa aracılığıyla bir kez daha cezalandırılıyordu.
Ne bu dini temelli açıklamalar ve bunların işaret ettiği dini bütün kullar olarak yaşamak ne de popülist ve sansasyonel açıklamalar insanlığı felaketleri en az zararla atlatmalarında yeterli olmuyor.
Maddi yaşamda ihmal edilenlerin bedeli bir gün çok acı ödeniyor. Dün Körfez depreminde bugün Güney Asya'daki depremle bunu ağır kayıplar vererek öğreniyoruz. Mistik veya popülist açıklamalar ise insanları çıkmaz sokaklara sürüklemenin ötesine geçemiyor. (İC/BA)