“Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın bir kamu hizmetidir.”
Yıl 1961. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah’ın sahipleri 212 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun ile Basın İlan Kurumu’nun kuruluşunu deklare eden yasaya karşı 3 gün gazetelerini kapattılar.
Bunun üzerine gazeteciler, patronları protesto etmeye başladılar. Halkı habersiz bırakmamak için de boykot boyunca ‘Basın’ adlı bir gazete yayımladılar. 11 Ocak günü "Daima Halkın Hizmetindeyiz" manşetiyle çıkan gazetenin başyazısında yukarıdaki ifadeler vardı.
63 yıl sonra bugün artık bir Babıâli yok. Medya da teknolojik olarak o günkünden çok farklı bir konumda. Ancak çalışma hayatı benzer. Gazeteciler yargı tacizi, tutuklamalar, sendikal mücadele, basın kartı mücadelesi ve işsizlikle sınanıyorlar.
"Hiçbir 10 Ocak'a rahat giremedim"
Rabia Çetin, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne işsiz girenlerden:
Geçtiğimiz yıllarda da 10 Ocak’a birçok meslektaşım gibi güvencesiz giriyorduk. Gazetecilik eğitimimi sürdürürken başladığım meslek hayatıma geçtiğimiz Ekim ayında 15. yılıma girdim. Maalesef o zaman çok yeniydi işsizliğim.
Yıllardır birçok şehirde gerek sahada, gerek masa başında her türlü güvencesizliğe, yargı tehdidine, düşük maaş politikalarına rağmen işimi sürdürmeye çalıştım. Ki bu süreçte hakkımda soruşturma da dava da açıldı, sosyal medyada dijital saldırılara da maruz kaldım. Deprem döneminde bizzat sahada asker ve korucunun fiziki saldırısına uğradım. Aynı dönemde Diyanet’e dair attığım bir tweet nedeniyle hedef de gösterildim.
Hakkım olan basın kartım 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iptal de edildi. Son çalıştığım yerde 6 yıl muhabir, editör ve haber müdürü olarak çalıştığım halde tüm haklarım yok sayılarak işsiz kaldım. Kurum kapatıldı ve hiçbir hakkımızı ödemediler.
Yani hiçbir zaman 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününe rahat bir şekilde giremedim/giremedik. Ama her zaman iyi ki bu mesleği yapıyoruz demekten de vazgeçmedim. Yaklaşık 5 aydır işsizim. Gerek meslekten uzaklaşmamak gerek de geçinebilmek için freelance gazeteciliği sürdürmeye çalışıyorum. Ama Türkiye şartlarında bunu ne kadar sürdürebilirim emin değilim.
İşsizliğimin yanında bir de basın kartı meselesi var tabii. Gasp edilen haklarımızın başında geliyor. 2 yıl taşıdım. Darbe girişiminden sonra iptal edildi. 2 kez başvurdum. Birinde, tüm şartları karşıladığım halde fotoğrafımın çözünürlüğünü bahane ederek reddettiler. Yani 15 yıldır sürdürdüğüm mesleğim bana bunları, bir dolu kredi kartı borcu ve bir dizi kronik sağlık sorunu getirdi. Dilerim bunları yaşamadığımız, yargı baskısının, tehdidinin olmadığı, tutuklu meslektaşlarımızın özgürlüğüne kavuştuğu günlerimiz olur.
"Bir insanı işsiz bırakmakla boğmak arasında büyük bir fark yok"
Ali Isıyel, Türkiye Gazeteciler Sendikası'nda (TGS) örgütlendiği için Sputnik’in işten attığı gazetecilerden. 17 Ağustos’tan bu güne 148 gündür Süzer Plaza hakları için mücadele eden 24 gazeteci arasında:
10 Ocak çalışan gazeteciler gününe işsiz girdim. Çünkü Anayasal hakkımızı kullanmak istediğimiz için çalışma hakkımız elimizden alındı. Mahkeme süreci devam ediyor. Fakat adaletin en can sıkıcısı geç geleni oluyor.
İşten çıkarılanlar olarak genç bir ekibiz. Hayatımızın en verimli çağında; insanca yaşama talebiyle hakkımız olanı kullanmak, özgür ve örgütlü biçimde haber yapmak istedik. İşten çıkartıldık, yargı ve siyasi erk ise yapması gerekenleri ağırdan alıyor.
İşsiz olmamıza rağmen, gazeteciliğin doğası gereği, çalışmaktan ve üretmekten de hiç vazgeçmedik. Bu kapsamda grevin daha ilk günlerinde Grev TV’yi kurduk. Çalışma hakkımızın gasp edilmesine karşı üretimden gelen gücümüzü korumak ve halkın haber alma hakkını gözetmek maksadıyla bunu yaptık.
Birçok gazetecinin, çeşitli sebeplerle bugüne işsiz girdiğini biliyoruz. Bugün bizim grevimizin 148. günü. Bu ciddi ekonomik kriz ortamında, bir insanı işsiz bırakmakla boğmak arasında çok büyük bir fark yok. Hele ki büyük şehirlerden birinde yaşıyorsa…
Adalete ve adaletin de hızlısına ihtiyacımız var. Ancak tarihten de biliyoruz ki; bu yalnızca beklemekle olmuyor. Bu yılın, çalışan ya da işsiz tüm gazetecilerin örgütlendiği ve birlikte ses çıkararak insanca yaşam için mücadele ettiği bir yıl olması dileğiyle…
"Boyun eğmeyen herkes bir bedel ödüyor"
Halk TV muhabiri Seyhan Avşar, yozlaşmış devlet kurumlarının ortasında yargı tehdidini en yakından hissedenlerden:
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne tutuklanma tehdidiyle girdim. Uyuşturucu baronu Urfi Çetinkaya'nın elemanlarının Adalet Bakan Yardımcısı Akın Gürlek ve Adli Tıp Kurumu Başkanı Hızır Aslıyürek ile temasa geçerek Çetinkaya'nın tahliye edilmesi için girişimde bulunmalarını yazdım.
Ancak önce sahte bir erişim engeli gönderildi. Ardından hakkımda soruşturma başlatıldı. Akşamına da evime polis geldi. Polisler, ‘Özür dileriz bu saatte geldik ama acil sizi ifadeye çağırmamız gerekiyordu. Talimat bu yönde’ dediler. Gözaltı yapmadılar. Ama göz korkutmaya çalıştılar. Talimatı veren Adalet Bakan Yardımcısı Akın Gürlek’ti. Gürlek'in avukatının İstanbul Adliyesi'ne bizzat giderek benim gözaltına alınmam konusunda baskı yaptığını öğrendim.
Pazartesi günü avukatımla birlikte ifade vermeye gittim. Savcı beni ‘hakaret’, ‘iftira’ ve ‘yanıltıcı bilgiyi alenen yaymakla’ suçladı. Ancak mahkeme adli kontrol ve yurt dışı çıkış yasağı ile serbest bıraktı. Tutuklanabilirdim. Aynı şu an haber yaptıkları için, halkı, kamuoyunu aydınlattıkları için hapis olan onlarca meslektaşım gibi…
Çok ağır faşizm koşullarından geçiyoruz. Aydınlar, akademisyenler, siyasetçiler… Yani boyun eğmeyen herkes bir bedel ödüyor. Hakkımda verilen adli kontrol kararı da benim mesleğimi biat etmeden yapmamın küçük bir bedeli. Ben gazeteciyim. Her zaman yazdığım haberlerin arkasında durdum. Boyun eğmeden, itaat etmeden yazmaya devam edeceğim. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününde özgür bir basın diliyorum…
"Beğenmediğimiz kırık dökük demokrasiyi bile mumla arar hale geldik"
Sedat Yılmaz, 10 Ocak’ta özgür ama 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanan bir gazeteciydi. 7 aydan fazla bir süre hapis tutuldu. 14 Aralık’ta tahliye edildi ama yargılaması sürüyor:
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü tutuklanarak mesleğin onur bayrağını yükselten bir gazeteci olarak 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü dışarıda karşılamış olmam özgür olduğum anlamına gelmiyor. Kendimi yarı tutsak bir durumda görüyorum.
Özgürlüğüm yok çünkü basın ve ifade özgürlüğü, düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğü, haber alma ve verme özgürlüğü üzerindeki ağır baskı süreci kesintisiz devam etmekte ve ben yurtdışı yasağıyla yargılanmaya devam ediyorum. Belki de benim durumum yüzlerce meslektaşımın durumundan daha iyidir. Zira çalışma arkadaşım Dicle Müftüoğlu hala tutuklu. Gün yok ki bir gazeteci gözaltına alınmasın, tutuklanmasın veya yargılanmasın. Böylesi koşullar altında gazetecilerin mesleğini icra ederken onurlandırmak üzere kutlanan bugünün bir anlam ve öneminin kalmadığını düşünüyorum.
Sanırım beğenmediğimiz kırık dökük demokrasiyi bile mumla arar hale gelmiş durumdayız. Gazetecilerin çalışması için değil çalışmaması üzerine politika yürüten antidemokratik yönetim anlayışı gitmeden gazetecilere nefes yok. Buna karşı yapılacak tek şey amasız, fakatsız dayanışmayı büyütmektir.
(HA)