"Bir dilin ekonomik değeri yoksa onun yaşaması da mümkün değildir" diyen Özalp, "devletin Kürtçe eğitimi için fon ayırması ve insanlara çekici kılması şarttır" diyor.
Özalp, yayın yasağının kalkmasıyla birlikte Kürtçe yayınlarda artış olacağını fakat kadro sorunu yaşanabileceğini söylüyor, Kadro sorununun nedenini de Kürtçe okuyan ve yazan insanların azlığına bağlıyor.
Kısa vadede Temkinli, uzun vadede iyimser
Bu gelişmelerden sonra nelerin yaşanabileceğinin belirsiz olduğunu, ancak Kürt gazetecilerin bu gelişmeyle daha rahat koşullarda çalışabileceğini söylüyor Özalp. Önceleri yaptıkları gazeteciliğin sadece "meşru" olduğunu, yeni yasayla bunun "hem meşru hem yasal" olacağını söyleyen Özalp, Kürt sorununun çözümü konusunda da kısa vadede temkinli, uzun vadede iyimser.
Özalp, beş yıldır gazeteci. Bu beş yıla sayısız engelleme, dayak ve on tane gözaltı sığdırmış ve şu an 24 yaşında. Özalp'ın bu beş yıllık süreçte maruz kaldığı engellemeler, Türkiye'de genelde gazetecilerin, özelde de Kürt gazetecilerin yaşadığı zorlukların özeti bir anlamda.
Kürtçe ile ilk kez Van'da bir gazete bayisinde gördüğü Azadiya Welat ile tanışan Özalp önce bu gazetenin hangi dilde olduğunu çıkaramaz. Biraz inceledikten sonra anladığı kelimeler çıkar ve eve götürür. Bundan sonra Kürtçe'ye ilgisi her geçen gün artar. 1996 yılında gönderdiği mektubun Azadiya Welat'ta yayımlanmasıyla kararını verir ve gazete çalışanlarıyla irtibata geçer. Artık 1989'da 12 yaşındayken çalışmak için gittiği İzmir'de yedi yıl sonra 1996'da Azadiya Welat dağıtımcısıdır ve halinden memnundur.
Türkiye'de Kürtçe muhabiri olmak
Dağıtımcı olduktan bir yıl sonra muhabirliğe "terfi eder" ve gazetecilik serüveni de başlamış olur. Aslında dağıtımcı olduğunda da polisle arası iyi değildir ama gazeteci olduğunda araları daha da açılır. "Şiddet" içerikli anılarını anlatmaya başlamadan önce Türkiye'deki gazetecilik hakkındaki yorumunu anlatıyor: O'na göre Türkiye'de gazeteci olmak zor, gerçekleri yazan gazeteci olmak biraz daha zor, ama Kürtçe yazan gazeteci olmak en zoru.
Kürtçe yazan bir gazetecinin günlük hayatta karşılaştığı sorunları şöyle sıralıyor: Hala bir çok polis Türkiye'de Azadiya Welat diye bir gazetenin varlığından ve bunun yasal olduğundan haberdar değil. O nedenle çok zaman elimizde gazeteyi gördükleri gibi bizi gözaltına alıyorlar. Gözaltına almazlarsa bile ellerinden geldiği kadar sorun çıkarırlar.
"Bu da gazete mi?"
Özalp, onlarca "kötü" anısından ikisini bizimle paylaşıyor. İlki, 1998 yılında İzmir 'de geçiyor: Özalp, Halkın Demokrasi Partisi'nin (HADEP) basın açıklamasına gider. Gazeteciler arasında duran Özalp'e polis kimlik sorar, o da gazeteci olduğunu söyler ve Azadiya Welat'ın tanıtım kartını gösterir.
Kimliği soran polis kartı alır almaz güler ve küfür etmeye başlar. "Bu da gazete mi?" deyip Özalp'ı basın açıklamasının yapıldığı binanın alt katındaki merdiven altına götürürler. Polisler burada Özalp'ı duvara yaslayıp başına vurmaya başlarlar. Özalp, bu "muamelenin" yarım saat sürdüğünü ancak bayılacak hale geldiğinde buna son verdiklerini anlatıyor. Daha sonra gelen polis amirinin "Biz zaten bunu tanıyoruz, bırakın gitsin" demesiyle de serbest bırakılır.
Dünya Kadınlar Gününden bir anı
Özalp'ın onlarca anısından ikincisi de "traji-komik" ölçütlerinde. Bu defa yer İstanbul 'dur, tarih de 8 Mart 2000. Bugün Dünya Kadınlar Günü'dür ve kadınlar da günlerini Abide-i Hürriyet meydanında kutlamaktadırlar. Özalp da mitingi izlemek için kadınların arasındadır.
Bu kadar kadın arasında bir erkeğin olması polislerin dikkatini çekmiş olmalı ki kimliği sorulur. Özalp yine Azadiya Welat muhabiridir, yine kimliğine el konur ve kendisine "Öyle bir gazete yok, git" denir. Özalp, kadınların arasında bulunan Genel Yayın Yönetmeni Sevda Eldemir'i yardıma çağırır ama polis Eldemir'in de kartına el koyar. Olay, miting tertip komitesinin müdahalesiyle "tatlıya" bağlanır, kartlarını geri alırlar.
Özalp, bunları anlatırken yaşadıklarının kendine özgü olmadığını, Kürtçe muhabirlik yapan tüm arkadaşlarının bu uygulamalara "rutin" bir şekilde maruz kaldığını tekrarlıyor. (NK/BB)