Yabancı sermaye girişini artıracağı, uzun vadeli borçlanma imkanlarını artıracağı, kısaca Türkiye ekonomisine istikrar getireceği umulan bu çapalar tuttu mu, yoksa denizci tabiriyle denizi tarıyor mu?
Görünen o ki, IMF çapası ile üç yıllık bir "teslimiyet" sağlandı ama AB çapası, 17 Aralık'ta tutmuş görünürken aslında denizi tarıyor; hele ki 29 Mayıs'ta Fransa'nın AB Anayasasını reddi ile, bir maceraya sürüklenmiş görünüyor.
Böyle olunca, acaba Türkiye yine tek bacaklı bir acı IMF çapasına mı takılı kaldı? Bunun bizi götüreceği yer ne olur?
IMF çapasından başlayalım.
Dar gelirli daha da sıkılacak
IMF İcra Direktörleri, 11 Mayıs'ta Türkiye ile üç yıllık yeni bir stand-by anlaşmasını onayladı. Mayıs 2008'e değin sürecek olan bu stand-by ile Türkiye, IMF'den toplam 10 milyar dolara yakın yeni bir ek kaynak kullanacak.
Son imzalanan stand-by, 26 Nisan'da IMF'ye sunulmuş bulunan Niyet Mektubu'na dayanıyordu ve daha önce 2002'de çizilmiş bulunan ekonomik hedefleri ve sosyal dönüşüm taahhütlerini koruyordu.
Örneğin, 2005 Yılı Bütçe Tasarısı ve Yıllık Programı'nda geçen "yüzde 5 reel büyüme" ve "kamu kesiminde yüzde 6.5'lik faiz dışı fazla yaratma" hedeflerinin, aslında daha 2002'nin IMF Raporu'nda Türkiye için 2007'ye kadar belirlenmiş hedefler.
11 Mayıs 2005 tarihli stand-by, bunların yanına sosyal ve siyasi yaşamımızı daha yakından etkileyecek yeni hedefleri, daha açık ifadelerle ekledi. Bunlar, sosyal güvenlik, sağlıkta dönüşüm ve işgücü piyasalarına ilişkin yeni kemer sıkıcı önlemleri içeriyor.
Örneğin, Niyet Mektubu'nun 11. maddesi 2005 yılı bütçe çerçevesini Türkiye'de sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerinde artık kamunun katkısının olmayacağını açık olarak dile getirmektedir.
Yeni stand-by, işgücü piyasalarına da doğrudan müdahale edici tedbirleri uygulamayı amaçlamaktadır. Örneğin, Niyet Mektubu'nun 17. maddesi "Kamu istihdam politikaları çok karmaşık maaş ve ücret sınıflandırmaları ... ve orta vadeli planlamayı engelleyen sözleşmelere dayanmaktadır" savını öne sürerek "kamu sektörü ücret ve istihdam yapısının kapsamlı gözden geçirilmesi çalışmalarını yıl sonuna kadar tamamlamayı" taahhüt etmektedir.
Özetle, 2008'e kadar geçerli IMF anlaşması ile sağlanan "çapa", ücretli kesimin, dar gelirlilerin kemerlerini biraz daha sıkacak özelliktedir.
Gelelim AB çapasına...
Sokaktaki Avrupalı Brüksel'i tehdit görüyor
17 Aralık'tan çıkan müzakerelerin başlatılması kararı, erken bin sevince yol açmış, "IMF'den sonra AB çapası da tamam" erken sevincine yol açmıştı. Hatta, bu rüzgarın etkisiyle Türkiye diğer "yükselen piyasa ekonomileri"ne göre yabancı yatırımcıların ilgisini daha fazla çekti.
Ancak 29 Mayıs'ta Fransa'daki referandumla ilgili kamuoyu yoklamaları sonuçlarının açıklanmaya başlaması ile son zamanlarda bu ilgide bir azalma dikkati çekiyordu.
Brüksel'in son gelişmelerden etkilenerek müzakerelerin başlaması için gereken koşullar konusunda giderek daha "titizlenmesi" ve Türkiye'nin bu baskıya dayanamaması ile ilgili endişeler, bu sonuçta etkili oldu denebilir.
Fransa'daki referandumla başlayan süreç, Hollanda'daki halk oylaması ve Almanya'daki erken seçimle devam eder gibi görünüyor. Türkiye ile müzakerelerin başlaması ile ilgili bekleyişlerde Ekim ayına kadar önemli iniş ve çıkışlar yaşanması artık kaçınılmaz.
Fransızların bu anayasaya yüzde 55 ile destek vermemelerinin nedeni ise çok karmaşık değil.
Bu tepkinin altında yatan en önemli sorunların başında kıta Avrupa'sının uzunca bir süredir içinde bulunduğu ekonomik durgunluk ve artan işsizlik var. Avrupa küresel rekabetin dayattığı ürün ve emek piyasalarında yapması gereken reformları gerçekleştirmekte zorlanıyor.
Ülke politikacıları, halkın canını yakan reformların sorumluluğunu Brüksel'e atıyorlar. Rakip bloklarla rekabette zorlanan, yeterince büyüyemeyen Avrupa, refah döneminin, sosyal devlet döneminin nimetlerine alışmış Avrupalıyı bundan mahrum etmeye başladığında kıyamet kopuyor, "Avrupa Birleşik Devletleri buysa, biz yokuz!" tepkileri artıyor...
Genişleme sürecinin bu sorunu çözeceği söyleyenlere artık inanç kalmamış görünüyor. Reformların gerçekleşmesindeki yavaşlık Polonya gibi yeni giren ülkelerdeki ucuz işgücünün yarattığı baskı ile birleşince işsizlik daha da arttı.
Avrupalı, seki sosyalist üyelerin ucuz işgücüne karşı işini yitirmekten korkuyor. Türkiye'nin üyeliğine duyulan tepkinin önemli nedenlerinden biri de bu.
Artık AB'nin sokaktaki insanı, hem Brüksel'i hem de genişlemeyi kendi refahı için bir tehdit olarak görmeye başladı.
Elde var IMF...
IMF çapasına AB çapasını eklemeyi ve istikrarı amaçlayan Türkiye, şimdi IMF çapasıyla başbaşa kalma tatsızlığı ile karşı karşıya...
Bu gelişmelerin, artık aşırı değerlendiği kabul gören TL'nin değer kaybetmesine yol açıp açmayacağı için biraz beklemek gerek. Aslında bu "Fransız hayır"ı ile ilgili beklentinin satın alındığı bile söylenebilir. Çünkü sonuç sürpriz değil.
Bundan sonra kurda bir artış sözkonusu olsa bile bunun hayırlı bir uyum olacağını söyleyenler de çıkacaktır. Euro'nun değer kaybının ise Türkiye'nin dış ticaretine ihracatı artırıp ithalatı azaltıcı bir etki yaratarak olumlu katkı yapacağı söylenebilir.
Ancak, belli oldu ki, 3 Ekim'e doğru Türkiye'nin eli zayıflamıştır ve IMF-AB ikili ve "dengeli" çapası tek ayaklı IMF çapasına meyletmiş görünüyor. Bunun anlamı ise IMF'nin yeni stand-by'ının ücretten sağlığa, sosyal güvenlikten başka kamu hizmetlerine kadar sert ve doğrudan bir saldırıyı amaçlaması.
AB pansuman olamayacak
Bu saldırı niyetini anlamak da zor değil. Türkiye, son üç yıldır olağanüstü faiz dışı fazlalar yaratmasına ve üstüste yüksek büyüme oranları gerçekleştirmiş olmasına rağmen borç yükünde istikrarlı bir azalış sağlayamadı.
Borç yükünde milli gelire oran olarak son iki yılda gözlenen gerileme, ancak dış borçların ucuz döviz kurundan TL'ye çevrilmesi sonucu gerçekleşti ve döviz fiyatındaki olası bir artış, söz konusu kazanımları tersyüz edebilecek . TL cinsinden olan iç borç stokunun milli gelire oranı ise 2002'deki orandan farklı değil.
Böyle olunca, yeni stand-by, Türkiye'nin borç yükünün kalıcı bir şekilde azaltılmasını sadece kamu kesiminde "mali disiplin"e bırakmıyor ve emek gelirlerinde ve sosyal güvenlikte, sağlıkta kamu hizmetlerinin doğrudan geriletilmesi yoluyla yeni bir "artık" üretmeyi bunu da Türkiye'den alacaklılara aktarmayı amaçlıyor.
IMF anlaşmasından gelecek bu acıya pansuman olacak AB katkısı ise 29 Mayıs Fransız "Non"suyla artık biraz daha uzaklaşmış görünüyor..(MS/EÜ)