Sarkozy gerçekten değişimi mi kastetti, eğer öyleyse bu ne anlama gelir? Sarkozy'nin Seçilmesi Birleşik Devletlerde, onun Beşinci Cumhuriyet'in tarihinde seçilmiş en dostane Fransa cumhurbaşkanı olduğu izlenimini uyandırdı. Öyle olduğuna şüphe yok, fakat bu Fransız dış politikasının değişeceği anlamına gelir mi?
Bu seçime yol açanın ne olduğunu analiz ederek başlayalım. Batılı seçim sistemlerinde genellikle, birisi solda birisi sağda olmak üzere başlıca iki parti vardır. Fransa için de böyledir. Ortanın sağı Sarkozy'nin Halk Birliği Hareketi (UMP) tarafından temsil edilirken, ortanın solu, adayı Segolene Royal olan Sosyalist parti tarafından temsil ediliyor. Normalde, çoğu seçimde her partinin tabanı kendi adayına oy verir. Fransa'daki iki turlu sistemde de şüphesiz durum böyledir. Seçimi kazanmak için ikinci turda oyların değişebileceği üç nokta vardır ki bunlar, radikal sol, radikal sağ ve merkezdir. Merkezde genellikle bir partiden diğerine atlamaya hazır seçmenler bulunur ve çoğu zaman da böyle yaparlar. Radikal sol ve radikal sağ ise seçimini normalde orta yoldan veya çekimserlikten yana yapar.
François Mitterand Sosyalistlerin adayı olarak 1981 ve 1988'de seçimi kazandığında ekstra oyları açıkça merkezden toplamıştı. Jaques Chirac da sağ kanadın adayı olarak 1995'teki galibiyetinde "toplumsal" düzleme çalışmış ve ekstra oyları merkezden almıştı. Bu sefer olansa farklıydı. Radikal sol Royal'e oy verdi. Merkez ise her zaman yaptığı gibi bölünerek, üçte iki oranında sağa, üçte bir oranında sola oy verdi. Sarkozy'nin ekstra oyları aldığı yer radikal sağdı. Radikal sağın büyük adayı Jean-Marie Le Pen'in, ikinci turda çekimser kalınması yönündeki açık isteğine rağmen, seçmenleri ağırlıklı olarak onu dinlemediler. Oylarını Sarkozy'ye verdiler.
Sorumuz Sarkozy'ye neden oy verdikleri. Seçmenlerin çoğu Fransa'nın Birleşik Devletler'le ilişkileri konusuna ilgisiz. Sarkozy'nin sözünü verdiği muhafazakâr ekonomik tedbirlerin niteliği ile de ilgili değiller. Oylarını ona vermelerindeki başlıca sebep onların nazarında Sarkozy'nin, hayli önem verdikleri anti-Müslüman duruşu temsil ediyor olmasıdır. Bunu üç belli yoldan yaptı. Banliyölerdeki (Fransa gettoları) suç konusunda katı olmaya söz verdi. Göç konusundaki kontrolleri sıkılaştırmaya ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğinin karşısında durmaya söz verdi. Bu üç sözü kesinlikle yerine getirecek gibi ve böylelikle aşırı sağ seçmen de istediğini almış olacak.
Ne var ki, bu durum programının geri kalanını da kapsıyor mu? İster istemez pek kapsayamıyor. UMP, tarihsel kökenleri temelde De Gaulle'cülüğe dayanan bir partidir. De Gaulle'cülük nedir ya da neydi? Charles De Gaulle'ün, iktidarda olduğu ilk dönemde, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra, savunduğu üç şey vardı: Fransa'nın dünya politikasında ağırlıklı ve bağımsız bir rol oynama hakkını savunma, bir çeşit Keynesyen ekonomi politikası olan ve Fransız devletinin ekonomide ağırlıklı rolünü savunan dirigisme (planlı ekonomi -çevirenin notu) ve içeride anti-komünizm.
1958'de iktidara geri döndüğünde halen aynı üç şeyi savunuyordu. Fransız nükleer silahlarına gelince, bunların Fransa'nın tous azimuts, yani her yönden savunulması için tasarlandığını söyledi. Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından geri çekti. Bununla beraber her zaman Fransa'nın Birleşik Devletler ile aynı küresel tarafta; yani anti-komünist olduğu konusunda ısrarcı oldu. Fransız refah devletine de sadık kaldı. Fransa'nın Ge Gaulle'den sonra dört cumhurbaşkanı oldu. Bunlardan yalnız ikisi kendilerinin De Gaulle'cü olduğunu öne sürse de, hiçbiri bu üçlü tutumdan -bağımsız Fransız gücü, refah devleti tarafgirliği, anti-komünizm- gerçekten sapamadı.
Sarkozy'nin değişim çağrısı gerçekten bu üçlü duruşu reddedecek mi? Şüpheliyim. Birleşik Devletler'de yaptığı konuşmasında, Fransa'nın ABD'nin Irak'a müdahale talebine verdiği karşılığın "küstahça" olduğunu fakat bu konudaki temel duruştan yana olduğunu söyledi. Bu biraz da Angela Merkel'in çizgisine yakındır: Birleşik Devletler'i hoş tutarken bununla beraber bir dereceye kadar bağımsız bir politika izlemek. Merkel bunu son olarak ABD'nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne nükleer füze kalkanı yerleştirme isteğine şiddetle karşı çıkarken aynı zamanda tatlı dilli olabilmesiyle gösterdi.
İngiliz Dışişleri bakanı Lord Palmerson'un on dokuzuncu yüzyılın ortasında söylediği "Britanya'nın kalıcı müttefikleri yoktur, kalıcı çıkarları vardır" sözü meşhurdur. Peki, Fransa'nın çıkarları nelerdir? Aslında Fransa'nın Birleşik Devletler'den isteyecek pek bir şeyi yoktur. Asıl Birleşik Devletler'in Fransa'nın desteğine ihtiyacı vardır. Fransa'nın temel çıkarları Avrupa'yla ve Afrika'daki eski sömürgeleriyle bağlantılıdır. Avrupa'da Fransa'nın çıkarları en iyi Almanya ile yakın ilişkinin sürdürülmesiyle sağlanabilir. Merkel bu durumda şüphesiz Thatcher'den daha iyi bir modeldir. Eski Afrika sömürgeleri'ne gelince, Sarkozy'nin seçilmesinden duydukları rahatsızlığı açıkça gösterdiler. Bunun nedeni Sarkozy'nin Fransa'daki aşırı sağın ilgi alanlarına hitap etmesidir. Sarkozy'nin dış politikasındaki asıl öncelikleri Almanya ile ilgili konuları halledip eski sömürgelerindeki imajını düzeltmektir.
De Gaulle'cü mirası bir kenara bırakmak da Sarkozy'nin işine yaramaz. Şüphesiz, 35 saatlik haftalık çalışma süresini kaldırmak ve çeşitli vergi reformları gibi bazı ekonomik önlemler alması beklenebilir. Fakat bu, refah devletini ortadan kaldırmak anlamına gelmez. Seçimlerde 2007 model bir anti-komünizm olarak değerlendirilebilecek olan "1968 mirasının reddedilmesi" unsurunu da kullanmıştır. Bunun pratikte ne anlama geleceğini şimdiden kestirmekse zordur.
İç politika anlamında Sarkozy, Fransa'da "gerçek" bir merkez parti kurarak "merkez sağdan" uzaklaşmak isteyen merkezdeki örgütlü yapıyı mümkün mertebe yok etmeye çalışmaktadır. Muhtemelen bunda başarılı olacaktır. Sosyalist Parti'deki karışıklık da onun ileriki seçimlerde seçmen tabanını sağlamlaştırmasına yarayacaktır. Ne var ki tüm bunlar dahi, Fransa'da 1945'ten beri sürdürülen politik konsensüsten kesin bir ayrılışı ifade etmekten uzaktır.(IW/AT/EÜ)
* binghamton.edu'dan Açalya Temel çevirdi.