Selami Şakiroğlu 30 Mayıs Pazartesi günü bianet’te yayımlanan Fransa’da “Bilek Güreşi” ve “Solun kimliği” yazısında 31 Mart 2016’da doğan “Gece ayakta - Nuit Debout” hareketinden şöyle sözediyor:
“Eylem, hızla önemli bir tartışma forumuna dönüştü. Paris’in Republique Meydanı, her gece yüzlerce insanın buluştuğu, geç saatlere kadar tartıştığı, kendini ifade ettiği bir yer haline geldi. El Khomri yasasına karşı ilk muhalefet de buradan doğdu”…
“Gece ayakta - Nuit Debout” toplantıları, Paris, Republique meydanında yapılmaya devam ediyor. Ama katılım çok düştü. Konuşmacıların çeşitliliği ortadan kalktı. Sohbetler hep aynı insanların konuştuğu, monoton söylemlere dönüştü. Ama muhalif insanların ve grupların bir şekilde bir araya gelme gereksinimi var ve bu toplantıların devamlılığı sağlayacak yollar aranıyor.”
6 Haziran tarihinde Liberation gazetesi, Gece ayakta eyleminin öncülerinden François Ruffin* ile bir söyleşi yayınladı. Söyleşide François Ruffin, eylemin değerlendirmesi, eleştirisi yapıyor ve gelecek politik hedeflerini anlatıyor.
Selami Şakiroğlu söyleşiyi bianet için kısaltarak çevirdi.
Söyleşi, iki gazeteci, Luc Peillon ve Amandine Cailhol tarafından, iki etapta gerçekleştirilmiş: İlki Paris - Marsilya yolculuğunda, ikincisi kuzeydeki liman kenti Le Havre yolculuğu sırasında....
Öncülüğünü yaptığınız Gece Ayakta hareketi giderek geriliyor. Düş kırıklığına uğradınız mı?
Kesinlikle hayır. Hareketin doğuşu bir mucizeydi, bu bir kıvılcımdı ve hiç kuşkusuz bu kıvılcım iz bırakacak. Şimdiden etkili olduğunu bile söyleyebiliriz. Sol yeniden doğdu. Yüzünü sağa dönmüş olan Sosyalist hükümet, tekrar soluna bakmak zorunda kaldı… Ayrıca hareket, yeni iş yasası tasarısına karşı yapılan gösterilerle ardından gelen grev ve blokaj eylemleri arasında köprü işlevini gördü.
“Gece ayakta”, her şeyden önce var olan politik boşluğun görünür kılınmasıdır. İnsanlar politikada temsil edilmediklerini düşünüyorlar, arayış içindeler. Bu temsil edilememe durumu, patlaması halinde sonuçlarının ne olacağını kestiremediğiniz sıkıştırılmış gaza benziyor.
Ama deneyin sonuna gelinmiş gibi bir durum var…
Hareket şekil değiştirerek, yeni eylem modelleri yaratarak devam edecek. “Gece Ayakta” mükemmel bir tartışma, kendini ifade yeri olsa bile, karar yeri olmadığı bir gerçek. Daha ilk geceden, özellikle katılımcıların, Parislilerin sosyolojik yapısı nedeniyle hareketin sınırlarının kısıtlı olduğunu hissettim. Eğitim seviyesi yüksek bir topluluk, popüler kesimin bulunmadığı, etrafta üretim yerinin olmadığı, sendikalara karşı güvensizliği barındıran bir yapı vardı. Bu da hızla, isteyerek olmasa bile, “demokratik bürokrasinin” oluşmasına neden oldu.
Kitleleri harekete geçirmeyen bu hareketin gerçek durumu ile medyadaki yansıması arasında bir orantısızlık vardı. Eylem, “Liberasyon” ve “Mediapart”a iki adım mesafede yapılıyordu, basın bir nevi büyüteç işlevini gördü. Geçtiğimiz perşembe günü (2 Haziran) Le Havre’de liman, rafineri ve grevdeki demiryolu işçilerinin ortak toplantısı vardı. Kameraların geldiğini görmedik… “Sonuna gelmekten” söz ediyorsunuz. Ama binlerce yenisi doğuyor.
Siyasi hedef ne?
Benin amacım, sosyalistlerin 1983’te başlattıkları sağcı ekonomi politikalarında çıkmak… Açılan “liberal parantezi” kapatmak… Bu da liberal dogmaları benimsemiş olan Sosyalist Parti ile olmaz, onsuz olacak.
Nasıl çıkacağız?
1929 krizinden sonra, Roosevelt “ Bir şeyleri denememiz lazım. Başarısızlığa uğrayabiliriz ama denemezsek insanlar bizi affetmez” diyordu. Oysa 30 yıldır hiçbir şey yapmıyoruz. Politikasızlığın içine hapsolmuş durumdayız… Bize bırakılan tek yol. Globalleşme karşısında boyun eğmek. 1983’ten çıkmak demek, politik deneme yapma hakkını tekrar kazanmak demektir… Bunun için de “Brüksel”’in zincirlerini kırmamız, serbest rekabet”, “sermaye ve malların serbest dolaşımı” dayatmalarından kurtulmamız lazım. Dünyaya açık ekonomide, korumacı politikalara başvurmadan, yeni bir deneyin yaşanması olanaksız. Sürekli “rekabet gücünü kaybedeceğiz” tehdidi altında kalırsınız.
Korumacılık mı?
Kamuoyu, büyük bir çoğunlukla, gümrük duvarlarının yükseltilmesinden ve ithalata kota uygulanmasından yana. Buna karşılık ana akım medyasını ve iktidar partisini kontrol eden oligarşinin serbest dolaşımın devamında çıkarı var… Bu kavgada, globalleşmekten olumsuz etkilenmeyen yüksek diplomalı orta sınıflar oligarşi ile ittifak halindeler. Globalleşme, eğitimliler ile popüler kesim arasındaki uçurumu da derinleştirdi.
Hangi kesimler?
Eğitim düzeyi yüksek, yönetici kesimler arasında işsizlik oranı yüzde 5 iken, niteliksiz işçiler arasında yüzde 20’den fazla. Gelir düzeyinde de aynı eşitsizlik var. Solun bu iki sosyolojik tabanı arasındaki ayrılık son Avrupa anayasası seçimlerinde kendini gösterdi. İşçilerin yüzde 80’i hayır oyu verirken, yönetici kesimlerin yüzde 56’ı evet dedi. Le Pen’e verilen oylarda da aynı eğilimi görüyoruz. Son bölge seçimlerinde işçilerin yüzde 51’i aşırı sağcı Front National’e oy verdi… Sosyalistler işçi sınıfını bilinçli olarak Front National’e terkettiler. Şimdi de bizden, aşırı sağa karşı baraj oluşturmamızı ve ikinci turda onlara oy vermemizi istiyorlar. Ben solcu popülist bir hareketten yanayım.
Popülist?
Popülist sözcüğü bir hakaret gibi görülüyor. Halbuki Petit Robert sözcüğünde “popülizm halkın hayatını gerçekleriyle anlatan edebiyat akımı” olarak nitelendiriliyor… Popülist sağ hareketlerin karşısında, popülist sol bir hareketle çıkmaktan yanayım. Aydınlar ile halk arasında bir köprü oluşturmak gerekiyor. Bunu gerçekleştirmeden zafer mümkün değil.
(Söyleşinin bundan sonraki kısımlarında François Ruffin, Sosyalist Partiyi kıyasıya eleştiriyor.)
Cumhurbaşkanı Hollande’ı ve sosyalist hükümeti ekonomik olarak sağda olmakla suçlayarak, “artık sosyalist partiye oy yok” kampanyası başlattıklarını açıklıyor ve bankalar ve Avrupa Komisyonu’nun, liberal politikaları kendi başlarına uygulamaları, sosyalistler aracılığıyla yapmalarından daha iyidir sözleriyle savunuyor bu politikalarını.
Casseurs** ve şiddet?
Fakir Presse dergisinin son sayısının manşeti şöyleydi: “Üç seçeneğiniz var: Kendi kendinize ağlaşmak, bombalar patlatarak herkesi sağa itmek veya örgütlenerek güç kazanmak.” Ben üçüncüyü seçtim. Azınlığın şiddeti verimli olmuyor. Buna karşılık, (2009 yılındaki Continental lastik fabrikası işçilerinin uzun süren direnişinden söz ederek) birikmiş öfkenin sonucu olarak ortaya çıkan Continental işçilerinin eylemlerinin bütünüyle yanında olurum. Bu işçiler, sadece polis ile değil, sistemin şiddetiyle de karşı karşıya kaldılar. Aralarından 5 işçi intihar etti. İşsizliğe kaydolan işçilerin yarısı eşlerinden boşandı, aile düzenleri bozuldu. Yüzlercesi depresyona girdi. (MSŞ/HK)
* François Ruffin, gazeteci - sinemacı. Alternatif “Fakir” gazetesinin yöneticisi. Katılımcı finansmanla gerçekleştirilen “Merci Patron” belgeselinin yapımcısı. Kenzo giyim eşyalarının imal eden firmanın işçilerinin direnişini anlatan film, her türlü engelleme çabalarına karşın, 12 hafta içinde 451 bin kişi tarafından izlendi. Film hala gösterimde.
** "Casseurs", yakıcı-yıkıcı olarak çevrilebilir. Toplu gösterilere, yürüyüşlere örgütlü bir şekilde sızan, polise ve çevreye saldıran militan gruplar böyle adlandırılıyor.2- Söyleşinin tam Fransızca metni burada.
*** Söyleşinin Liberation’da yayınlanmasından sonra, François Ruffin Liberation gazetesine karşı bir polemik başlattı. Polemik söyleşide yayınlanan sözlerini etkilemediği için metinde yer vermedim. Fakir’de yer alan François Ruffin’in yazısına buradan, Liberation’un yanıtına da buradan ulaşabilirsiniz.