Şimdi de, örgütlenmenin ve dünyanın diğer örgütleriyle ilişki kurmanın peşindeler.
Konuyla ilgili Avrupa Konseyi toplantısı 16 Kasım'da gerçekleşecek. Ancak Fındık Üreticileri Sendikası (Fındık-Sen) Başkanı Kutsi Yaşar, Katalan fındıkçılarla 13 Kasım'da görüşeceklerini ve işbirliğine gideceklerini söylüyor.
Fındık-Sen Başkanı Yaşar, 10 dönüme sahip saf bir köylü olarak Tarım Bakanlığı müsteşarına soruyor: "Bir yıl önce 7.2 liradan sattığım fındığın her şey pahalanırken 2,5 liraya düşmesinin bir vatandaş olarak açıklanmasını bekliyorum."
Şahar Nuhoğlu, Fındık-Sen Başkanı Yaşar ile fındık krizini ve girişimlerini konuştu.
Fındık Üreticileri Sendikası (Fındık-Sen) nasıl bir ihtiyaçla kuruldu?
Mevcut örgütlenme tarzlarının sorunları çözmede yeterli olmadığını gördük. Dünyadaki çiftçi hareketlerini takip ediyorduk. Türkiye, çiftçi hareketlerinde çok geri kalmış. Avrupa'da yaklaşık yüz yıl önce çiftçi sendikaları kurulmaya başlanmış. Bizde Tüm Köylü Üreticileri Sendikası vardı, ama orada tavandan bir örgütlenme tarzı hakimdi. Bizse, Türkiye'nin hem coğrafi hem ekolojik yapısını esas alan, ürün bazında örgütlenme tarzını benimsedik.
1980 öncesinde üzümde denenmişti bu. Oradan belli bir altyapı olduğu için üzümdeki arkadaşlar sendikalarını hemen kurdular. Ardından tütün ve fındık sendikaları kuruldu.
2004'te bu sendikayı kurduğumuzda, tıpkı bu yıl olduğu gibi, çok somut bir mağduriyet vardı. Kuruluşun ardından ciddi hukukî süreçler yaşadık. Ordu İş Mahkemesi hakkımızda kapatma davası açtı, üreticilerin sendika kuramayacağı İçişleri Bakanlığı tarafından bildirildi.
Anayasanın 90. maddesi "herkes Örgütlenme hakkına sahiptir" diyor. Türkiye'nin imza koyduğu Paris Sözleşmesi, AGİT antlaşması gibi uluslararası sözleşmelerde yer alan sendikalarla ilgili maddelere dayanarak, Avrupa'daki modellerden de örnekler sunarak bir savunma verdik. Yargıtay 9. Daire, kapatma kararım bozdu. Tekrar Ordu İğ Mahkemesi'ne geldi dava, yine kapatıldık. Temyiz ettik, şu anda Yargıtay'da davamız.
Bu süreçte bir dayanışma ağı da oluşturdunuz mu? Dünyanın diğer örgütlerinden destek geldi mi mesela?
Avrupa Köylü Koordinasyonu (Paysanne) üzerinden üye olduğumuz Via Campensina'ya bir yazı yazdık hukukî süreçle ilgili. Paysanne, Bülent Arınç'a, Tayyip Erdoğan'a ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na "Fındık-Sen'ın kapatılma kararım düzeltiniz" diyen bir yazı gönderdi.
Daha sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın bize karşı tavırları değişti, ama bu sefer de işverenler olarak örgütlenmemizi söylediler. "Dünyada nasılsa, AB'de nasılsa, biz de aynı modeli uygulamak istiyoruz" dedik.
Türkiye'de işletilen toprak varlığı yapısı, Avrupa'daki gibi' ortalama 59 hektar değil örneğin fındıkta ortalama 10 dönüme kadar düşüyor. 6 hektar, 60 dönüm yapar. Türkiye, ortalamada 40-50 dönümü yakalayabiliyor hububat ve buğdayı katınca. Dolayısıyla, 10-12 dönümlük bahçe sahiplerinin mevsimlik, üç günlük işçi çalıştırmasıyla işveren pozisyonuna girmesi mümkün değil.
İç hukuku tüketirsek, AİHM'ye kadar gidecek bu dava. O zaman 2004'teki don afetinden oluşan maddî mağduriyetimizi de gündeme getireceğiz. Sendikanın doğuş fikrinde en temel nokta şu: Türkiye, ciddi anlamda sözleşmeli tarıma gidiyor. Kamu kendini çekiyor. Karşında çokuluslu, yerli-yabancı tarım ve gıda şirketleri var. Üreticiler adına bu sözleşmeli tarımı götürecek unsurlar ne olacak? Ziraat odalarını, kooperatifleri bu şekilde Örgütlememişsiniz. Mevcut yapılar şirketlerle sözleşme oluşturacak argümana ve yapıya sahip değil. Biz de sendikalarımızı kurar, şirketler geldiğinde üreticiler adına sözleşme koyarız şeklinde düşündük.
Sendikanız kaç insana hitap ediyor?
Üreticiler arasında örgütlenmede de zorluklar yaşıyor musunuz? Devletin istatistiklerine göre, irili ufaklı 430 bin fındık işletmesi var. Hane başına dörtle çarptığımızda, belki 2 milyon gibi bir fındık üreticisinin varlığından söz edilebilir. Türkiye'deki miras kanunu ve birçok bölgenin kadastro görmemesi, 8 milyonlara çıkarıyor rakamı.
8 milyondan kastedilen, üretiminden tüketimine kadar o zincirde fındıktan geçmen tüm insan grubu. Karadeniz'in bir takım hassas dengeleri var, mikro-milliyetçilik dediğimiz, Giresunlu, Ordulu, Trabzonlu olma gibi bir gerçeklik var. Köy kahvesi çalışması yaptığınız zaman, fındık üreticisi olmanıza rağmen, manipülasyonlara maruz kalabiliyorsunuz. Örneğin üzümde ya da ayçiçeğinde, bölge dengeleri açısından benzer bir sıkıntı olmadığından, rahatlıkla şubeler açabiliyorlar. Yeni yeni temsilcilikler vermeye başladık biz de. Fındıkta yaşanan son sorunlarla bir meşruiyete oturduk bölgede.
Çalkantılı yaz aylarından sonra Fiskobirlik yönetimi olağanüstü genel kurul kararı aldı. Fındık şimdilik ortada kalmadı. Toprak Mahsulleri Ofisine (TMO) verildi. Fiskobirlik için yeni bir dönem başlıyor denebilir mi? TMO neyi temsil ediyor?
Genel kurulu 12 Eylül'de yapmamızın bir mânâsı vardı. 12 Eylül 1980, esin kaynağı olan 24 Ocak kararlarıyla, Türkiye'de tarımda yıkım sürecinin başlangıç noktası. 12 Eylül 2006 da fındıkta umudun başlangıç olsun istedik.. Ne oldu? Bir kere, olağanüstü genel kurula fındık üreticisi alınmadı. Üreticinin tepkisinden çok korkuldu. İl dışında bir yer belirlenerek, panzerlerle tecrit edildi adeta üretici.
Fiskobirlik'in gayrı-menkullerinin satışının kararına şiddetle karşı çıkmamıza rağmen, 27 Eylül'de dokuz deponun ihalesi yapıldı. Delegasyonun direnmeleri sonucu Giresun merkezdeki ve Ordu'daki ana depoların satış kararı alınmadı. Buralar, Fiskobirlik'in olmazsa olmaz ana binaları. Satılırlarsa, örgüt tam tabela örgütüne dönüşecek ve tasfiye süreci daha da hızlanacaktı...
Erdoğan'ın tarıma yönelik yaptığı konuşmaların altında tarımdaki dönüşümün felsefesi yatıyor. Kamu tamamıyla IMF, DB ve DTÖ'nün uygulatmak istedikleri program çerçevesinde kendini tarımdan çekiyor. Fındıkçı ayaklanmış, çaycı ayaklanmış, umurunda değil başbakanın. Üreticinin vereceği kredi yerine, Amerika'dan gelen krediyi önemsiyor. Bu kavgaların altında yatan bu. Kooperatif gibi yapılanmalar iktidarlara engel.
Üreticilere kalkan olan, onları topyekûn savunan örgütlere ihtiyaç duyulmuyor. Yabancı bir şirket gidip herhangi bir köyle sözleşmesini yapacak: Fındık üreticisini buna hazırlamanın peşindeler. O zaman Önce üreticinin kafasını karıştıralım, hiç ilgisi olmayan bir kuruma fındık aldıralım diyorlar, bu da TMO.
Hükümetin kurulmasına destek verdiği yedi tane fındık anonim şirketi var. TMO'nun anlaşması ve aldığı krediler iki yıllık. Göreceksiniz, iki-üç yıl sonra TMO "görevimi tamamladım, işi fındık anonim şirketlerine bırakıyorum" diyecek. TMO'yla Fiskobirlik'in yaptığı anlaşma, hükümetle kooperatif yönetiminin yaptığı bir anlaşma, kurumun değil.
Fiskobirlik yönetimine gelenler, zaten bir şekilde eski kadrolarda olan insanlar. Farklı bir zihniyet gelmedi. Fiskobirlik yönetimi de Fiskobirlik'e karşı... Sonra sıra Tariş'e gelecek. Hükümet tarım satış kooperatiflerini devreden çıkarmayı kafaya koymuş bir kere. Bizi kendi topraklarımızda maraba yapacaklar.
Fındığa verilen düşük taban fiyatı, sadece Türkiyeli üreticiyi değil, Barcelona'daki Katalan üreticileri de vurdu. Onlarla irtibata geçtiniz mi? İspanya'daki üreticilerin fındık yakma eylemi, başbakanın külliyen yalan konuştuğunu teyid ediyor. "Fındık dünya pazarında bu kadar para etmiyor" dedi. Halbuki Katalanlar fındıklarını 5.25 euro'dan satıyorlarken, şimdi 3.25 euro'ya düşmüş, üretici fındıklarını yakmış.
Avrupa Konseyi toplantısı 16 Kasım'da, ama biz 13 Kasım'da görüşeceğiz Katalan fındıkçılarla. Küresel direnişin tipik bir örneği olacak bu işbirliği. Tarım Bakanlığı müsteşarıyla da görüştük Ankara'da. Sendika adına değil, 10 dönüme sahip saf bir köylü olarak sordum: "Bir yıl önce fındığı 7.2 liradan satmıştım. Mazot, ilaç, gübre masrafı artarken, hayat her türlü pahalanırken, fındığımın 2.5 liraya düşmesinin bir vatandaş olarak açıklamasını bekliyorum."
Timsah gözyaşları döktü müsteşar. Tüm taleplerimizin haklı talepler olduğunu itiraf etti, ama ağzından baklayı da çıkardı: "Dünya değişiyor" dedi. Onlar reform diyor, biz yıkım diyoruz. Neticede Türkiye'nin boşa gidecek insanları aktaracak sanayi havzası da yok. Korkarım, Türkiye gettolaşacak.
Son çıkarılan tohum yasası da "reformların" bir uzantısı, değil mi?
Korsan CD'ler var ya, onun gibi... Yeni yasaya göre, annelerimizin, teyzelerimizin, babalarımızın köyde ikinci, üçüncü elden yaptıkları tohumlar da korsan tohum sınıfına girecek. Ana amaç, sürdürülebilir sömürü düzenini hakim kılmak. Kooperatifler bunun karşısında ciddi birer antibiyotik niteliğinde.
Küresel direniş için sendikalar bile yeterli görünmüyor Avrupa'da. Bu örgütler arasında koordinasyon kuracak üst yapılara da ihtiyacımız var. Tarımı ekonomik mal gibi göremeyiz. Tarım bir kültür, bir yaşam biçimi... Bir tercih, her şeyden önce. Bizim bu tercihimizi yok etmek istiyorlar. Bu tercihin en Önemli nirengi noktaları, küçük ve orta ölçekli çiftçiler.
Bunlar dünya kaynaklarını sürdürülebilir tarım modeliyle yürütmek istiyorlar. Ama şirketler "dünya açlıkla, yoklukla karşı karşıya" diyor. Karşılığında "daha modern, daha endüstriyel tarımla çok daha fazla üretmeliyiz" diyorlar.
İşte GDO'lu zıkkımlar karşımıza o zaman çıkıyor. Dünyanın en fakir ülkesi Uganda'da bile bir kişinin günlük tüketeceği 2 bin kaloridir. Karşılığı 23 gramı bitkisel, 27 gramı hayvansal olmak üzere 50 gram proteindir. Uganda bile bunu üretiyor, ama bir bakıyorsunuz, Amerika'da bir kişi günde 150 gram tüketerek obezıte hastalığına yakalanıyor.
Amerika yılda 46 milyar doları bu hastalıkla mücadeleye ayırıyor. Böylesine çarpık rakamlar ortada dolaşırken, dünyada aslında bir bölüşüm sorunu olduğu görülüyor. Dünyayı kaynaklarını yok etmeden, paylaşarak üretme noktasına gelmek istiyoruz. Çiftçi örgütlerinin böyle kutsal bir amacı var. (ŞN/EÖ)
(*) Şahan Nuhoğlu'nun söyleşisi "Express" dergisinin Ekim 2006 sayısında yayımlandı.
Derginin söz konusu sayısında Mehmet Ağar'ın "genel af" çağrısını da işleyen İrfan Aktan'ın "Bitler, çöpler, dağdakiler" yazısı yer alıyor. Ayrıca, dergiden Siren İdemen, "Omurilik tepkileri" başlığıyla "linç" kavramını Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Murat Paker ile görüşüyor. (İA/EÖ)