Feminist yazar Florence Hervé, Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck'a yazdığı bir mektupla kendisine layık görülen Almanya'nın en yüksek nişanı olan Almanya Liyakat Nişanı'nı almayacağını açıkladı.
Hervé, mektubunda kadınlar ve çocuklar için eşitlik sağlamayan resmi politikalara, Almanya ordusunun “insani müdahaleleri”ne, Almanya’nın silah ticaretine, hesabı verilmeyen katliamlara ve Nazilerden geri alınmayan liyakat nişanlarına değindi.
“Kısacası sürdürülen bu politikayla barışmadığımı, barışmayacağımı göstermek için Almanya Liyakat Nişanı'nı reddediyorum” dedi.
Hervé'nin mektubu şöyle:
Sayın Başkan, Düsseldorf Anaşehir Belediye Başkanı'nın bürosundan aldığım bir mektupla şahsımın Almanya Liyakat Nişanı'na layık görüldüğü bildirildi. Nişan, 2 Temmuz'da yapılacak bir törenle bana verilecekti. Bu nişanla yıllar boyu kadın hakları, Almanya-Fransa ve uluslararası politikada sürdürdüğüm çabalar onurlandırılacaktı. Çoğunlukla Almanya devletinin sürdürdüğü politikalara karşı olan çabalarım... Bu nişanı almayacağım. Benim için kadınların özgürleşmesi, kurtuluşu, insan hakları, toplumsal adalet, halkların barış ve dayanışma içinde yaşaması, Nazi döneminin kökten araştırılıp açığa çıkarılması temelinde Almanya-Fransa işbirliği en önemli konulardı. Bu temelde geçen yıllarda çaba harcadım, çalışmalar yaptım ama çoğunlukla egemen olan politikaya karşı... Örneğin kürtaj yasasına ve dönemin hükümetlerinin Yunanistan, İspanya, Portekiz ve 1973'te Şili'deki faşist rejimlere göz yumması, zaman zaman desteklemesine karşı çıktım. Hükümetleri ayrımcılığın, sosyal eşitsizliğin bertaraf edilmesine, kalıcı silahsızlanma, barışın teşvik edilmesine, başka ülkelerle eşit koşullarda ilişki sürdürmeğe yönelik nadir hatta hiç çaba harca(ma)yan bir devletin en yüksek nişanını almayacağım. Örneğin şimdilerde kadınlar arasında yoksulluk giderek artıyor, çocuk bakımı ve çocuk bakımıyla ilgili kurumlara ayrılan parada kısıtlamaya gidiliyor, bakım hizmetleri çoğunlukla kadınlar tarafından sigortasız işlerle ve düşük ücretle yerine getiriliyor. Çocuklar yoksulluk riski, yaşlılar problem olarak görülüyor. Resmi politika kadınların çoğunluğu için değil 'süper kadınlar' için yapılıyor. Eğer bir takım haklar elde edildiyse vatandaş inisiyatifleri, taban hareketleri ve sendikalar sayesinde elde edildi. 60'lı yılların ortasında genç bir anne olarak inandığım değerler için çaba harcamaya başladım. O zaman da aile, eş ve iş hayatını birarada götürmek zordu. Aradan geçen sürede bazı iyileşmeler oldu ancak bunlar böylesine zengin bir ülkenin koşullarına uygun değil. Hala kadınlar meslek ve çocuk arasında tercih yapmak zorundalar. Çocuk bakım ikramiyesi (mutfak ikramiyesi) yoksul ailelerin çocuklarının toplumsal izolasyonuna yol açıyor. Şimdilerde kadınlar da eşitlik demagojisiyle askerlik yapabiliyor. 80'li yıllarda benim de dahil olduğum çoğunluk bunu reddetmekteydi. Bugün kadınlar asker olarak savaş bölgelerine gönderiliyor. Alman ordusunu kadınsı ve aile dostu göstermek adına... Savaşın aile dostu olmakla, kadınların özgürleşmesi, kurtuluşuyla ne alakası var? Biz savaşları 'yumuşatmak' değil engellemek istiyoruz. Okullarda ister kadın ister erkek olsun asker istemiyoruz. İstediğimiz kararlı bir barış eğitimi... Alman ordusunun da katıldığı sözüm ona 'insani müdahaleler’in ne denli insanlık dışı olduğu çoktan ortaya çıktı. Sadece Kunduz (Afganistan, 2001) ve Kosova Savaşı'na bakmak bile yeterli. Bu 'insani müdahaleler'de savaşla hiç ilgisi olmayan siviller, kadınlar ve çocuklar katledildi. Silah ihracatındaki artış ve gerekirse askeri müdahalelerle güçlenme politikası barış politikasına tamamen karşıt. Avusturyalı barış sevdalısı Bertha von Stuttner da 125 yıl önce 'silahları bırakın!' çağrısı yapmıştı... Almanya'nın çoğunlukla çatışmaların olduğu bölgelere yönelik silah ihracatı halkların barış içinde yaşamasına katkı sunmuyor. NATO üyesi Türkiye'ye yapılan silah ihracatı Kürtlere karşı savaşta kullanıldı. Şimdi de Golf- Körfez diktatörleri Katar ve Suudi Arabistan'a silah satılıyor. İsraile'e satılan atom silahı kullanılabilen deniz altılar da barışı değil savaşı arkalıyor. Siz, sayın başkan, Afrika'da askeri müdahaleler anlamında güçlü bir angajman talep ediyorsunuz. Bunun barış içinde yaşamakla hiçbir ilgisi yok. Bunun tersine Alman sömürgecilik tarihinin neden olduğu ülkelerde devam etmekte olan eşitsizlik ve sömürünün tarihi sorumluluğu açığa çıkarılmalı ve bertaraf edilmelidir. Örneğin bugünkü Namibya'da 2004 yılında 1904'teki Hereros katliamıyla ilgili sembolik özür dilemeden sonra ne tazminat ne de tahribatın onarımı anlamında hiçbir şey yapılmadı. SS ve imparatorluğun Fransız köyü Oradour sur Glane;de insanlığa karşı işlediği katliamın 70. yıldönümünde 2013 Eylül'ünde söyledikleriniz de lafta kaldı. Konuşmanızda kurbanların aileleri ve hayatta kalanlara yönelik olarak 'katillerden hesap sorulmadığı sürece bu en ağır suçun bağışlanamayacağını' söylemiştiniz. Ardından ne yapıldı? Bu samimi olmadığınızı gösteriyor. 10 Haziran 2014'te resmi bir tören bile yapılmadı. Alman okullarında gelecek kuşaklara Oradour katliamıyla ilgili bilgi vermek adına hiçbir şey yapılmadı. Nazi geçmişinin yetersiz açıklığa kavuşturulması, Neonazizm ve ırkçılıkla kararlı olmayan bir mücadele, antifaşist mücadelenin 20 Temmuz 1944 ve Beyaz Gül'ü aşacak şekilde saygınlaştırılmamış olması Federal Almanya'nın tarih anlayışının ne olduğunu göstermekte. Eğer bu nişanı alacak olsam kendimi bu nişanın verildiği Naziler veya suç ortaklarıyla aynı sırada göreceğim. Bildiğim kadarıyla birkaç istisna dışında Nazilere verilen liyakat nişanları geri alınmadı. Aslında bunu yaparak çok kolay şekilde tarihin yeniden ve doğru olarak yazılması sağlanabilirdi. Kısacası sürdürülen bu politikayla barışmadığımı, barışmayacağımı göstermek için Almanya Liyakat Nişanı'nı reddediyorum. Almanya Liyakat Nişanı'nı reddediyorum. Dileğim, bu devletin ilerideki politikalarının benim çabalarımı yansıtması... |
* Mektubu Almanca'dan Türkçe’ye Semra Çelik çevirdi.