23 Ekim'de yaşanan 7.2 şiddetindeki depremde 28 Ekim itibariyle 570 kişi hayatını kaybetti, 2555 kişi yaralandı. BDP'li Van belediyesi valilik ve hükümetin çalışmalarına dahil edilmediği gibi, bölgeye gönderilen ihtiyaç malzemelerine de el kondu, bunlar depremzedelere dağıtılmadı.
Yüz binlerce insanın geceleri açıkta geçirdiği Van, Erciş ve diğer ilçelerde çadırların dağıtılması geciktirildi. Valiliği protesto eden bazı Vanlılara polis gaz bombalarıyla saldırdı. TV ekranlarında "hayırsever teşhirciliği" yaşanırken, firmaların vaat ettiği paraların gönderilip gönderilmediği veya nereye gönderildiği meçhul.
Tayyip Erdoğan, yaşananların sorumlusu olarak BDP'yi gösterdi. Peki, Van'da tam olarak neler oldu?
Depremde çok sayıda yakınını kaybeden ve gelişmeleri yakından takip eden Van Kadın Derneği (VAKAD) başkanı Zozan Özgökçe'ye bağlanıyoruz.
Van depreminin ardından valilikle belediye arasında ihtiyaçların dağıtılması konusunda bir çatışma yaşandığı biliniyor, ama bunun sorumlusu ve düzeyi konusunda muhtelif rivayetler var. Şu an Van'da yaşanan şey ne?
Zozan Özgökçe: Valilik, belediye ve sivil toplum kuruluşları arasında örülmüş iyi bir ihtiyaç malzemesi dağıtım mekanizması yok. Başından beri böyle bir ağ oluşturulmadı ve halka yansıyan bir iktidar mücadelesi var. Belediye, haklı olarak, halkın iradesi olduğunu, halkı daha iyi tanıdığını ve halka ulaşmada daha hızlı davranabileceğini söylüyor. Valilik ise "ben devletim, imkânlarım var, ben en büyüğüm" diyerek çalışıyor. Valilik sivil toplum kuruluşlarını da politik pozisyonlarına göre değerlendiriyor ve öyle yaklaşıyor. Kısacası, iş insanî bir afet yönetim sisteminden çıktı, ideolojik bir çatışmaya dönüştü. Görüştüğüm kadınlardan biri "bu bizim için ideolojik bir deprem oldu" dedi. Kurumlar arasındaki çatışma, doğal olarak halka negatif yansıyor. Peki, olması gereken ne? Biz bu işin sivil inisiyatiflerle, sivil toplum kuruluşlarıyla yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu ülkede deprem deneyimi yaşamamış kimse yok. İnsanlar bu deneyimlerinden hareketle Van'a yardım etmek istiyor. O yüzden, bu işi halkabıraksalardı, çok güzel bir organizasyon gerçekleştirilirdi. Mesela bugün bize (Van Kadın Derneği) bir kamyon gelecek; polis hemen devreye girerek "nereye veriyorsunuz yardımı" diye soruyor. Kamyonu gönderenlere derneğimiz hakkında yorum yapıyor mesela. Sınırları keskinleştiriyorlar. Hangi hakla polis, yardımı yollayanlara derneğimiz hakkında yorum yapabiliyor!
Yardım kamyonları Van'ın girişinde nasıl bir işleme tâbi tutuluyor?
Polis tutuyor kamyonu, "yağmalanma tehlikesine" karşı eşlik ediyor. Bu yağmalamayı özellikle tırnak içine almanızı istiyorum, çünkü bu iddia tamamen gerçekdışı. Eğer kamyonlar valiliğe gelmişse ve yandaşlara, örneğin AKP Kadın Kolları'na gidecekse, o zaman polis onu koruyor. Onun dışındaki kamyonlar için "bize ne" diyorlar.
Herhangi bir kuruma değil, doğrudan Van halkına yollanan ihtiyaç malzemelerine ne yapılıyor?
Onları da valiliğin denetimindeki İl Koordinasyon Merkezi'ne yolluyorlar. Yani halktan halka, doğrudan bir dayanışma gerçekleşmiyor. Ankara'dan doğrudan Van halkına yollanmış erzak, giysi vs. valiliğe gidiyor.
Televizyonlarda sık sık dönen bir görüntü var: Bir kamyonun tepesine çıkan insanlar oradaki torbaları aşağıya atıyor, sırtlanıp götürüyorlar. Bu görüntü de Van'a yollanan kamyonların yağmalandığına kanıt olarak gösteriliyor. Hakikaten yağmalama oluyor mu?
Ortada kesinlikle bir yağmalama yok. Kamyonlara koşan insanlar yağmacı değil, ihtiyaçları acil olan insanlar. Ayrıca yağma ne demek! Ortada devletin ihtiyaçlarını karşılamadığı depremzedeler var ve onlara Türkiye'nin çeşitli yerlerinden yollanan destek malzemeleri var. Ben çok köy dolaştım ve insanların gelen malzemeleri büyük bir olgunlukla, sıraya girerek, ihtiyaçları oranında aldığına tanık oldum. Bu tanıklığımı değiştirecek hiçbir davranışla karşılaşmadım. Sadece, önceliği olan insanların telâşı söz konusu. Çünkü hava soğuk, yiyecek ve giyecek sıkıntısı var. İnsanların çocukları ortada... Deprem olduğundan beri sokaklardayım, köylerdeyim, caddelerdeyim.
Yüzlerce camı kırık, kapısı açık dükkân vardı, ama insanların tenezzül edip buralara girdiklerini, bir ekmek dahi aldıklarım görmedim. En ufak bir yağmalamaya tanık olmadım. "Yağma" tamamen politik bir argüman. "Van halkı zaten yağmacı, gönderdiğimiz yardımların kıymetini bilmiyorlar" gibi bir algı yaratılmak isteniyor.
Televizyon kanallarında yapılan "yardım programlarını" nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu "hayırseverlik dili"ni nasıl algılıyorsunuz?
Açıkçası, biz bu hayırseverlik gösterisini kapitalizmin, kapitalist iktidarların çirkin şovu olarak değerlendiriyoruz. Sadece dili değil, tavrı da rahatsız edici. Mesela Ulusoy firması Van'a ücretsiz otobüs seferleri yapacağını ilan etti. Dün elli kere aradım, ama Ulusoy'dan kimseye ulaşamadım. Oysa, bu firmalar bu vaatlerle reklam yapıyor. İstanbul'a gitmesi gereken beş kadın vardı, ama ben Ulusoy'a ulaşamadım. Otogarı arayıp sorduğumda "Abla onlar yalan söylüyor, nasıl inanırsınız" dediler. İnandığımız için saf buluyorlar bizi. Böyle bir şov, bir gösteriş var. On tane okul sözü verildi mesela, bunlar yapılacak mı acaba? Aslında bu şov programlarını izleyip hepsinin vaatlerini not etmemiz ve takipçisi olmamız lâzım. Halk bu televizyon programlarını izledikçe daha da kinleniyor. Çünkü bizim acılarımız üzerinden rant elde etmeye çalışıyorlar.
Söylendiğine göre kamyonlar dolusu ihtiyaç malzemesi depolara doldurulmuş ve dağıtımı yapılmıyormuş. Bu iddialar doğru mu?
Doğru. Mesela dün bir kamyon şoförü söyledi, Erciş Şeker Fabrikası'nda yüzü aşkın TIR bekletiliyormuş. Bir de yardım göndermek isteyenlere "yağma" korkusu saldılar. Beni her arayan diyor ki, "Bir şey göndereceğim, ama yağmalanıyormuş". Bizim başvurucumuz olan bazı kadınlar, Devlet Su İşleri'nde çadır dağıtıldığını öğrenmiş. Onca yolu gitmişler ve görmüşler ki, basın da çağrılmış oraya. Basının görüntü alması, o "kapışmayı" çekmesi sağlanmak istenmiş. Arkadaşlar diyor ki, öyle bir dağıtım düzeni yapmışlar ki, sen de olsan o yetkilinin elinden çadırı almak için didişirdin. Bu yağmacılık değil, bir mücadele. Resmen yoksullara karşı psikolojik bir savaş yürütülüyor.
Belediye inisiyatif kullanamıyor mu?
Belediye kendi olanaklarıyla bir şeyler dağıtıyor. Köylere ilk ulaşanlar çevre belediyeleriydi. Köylere gidiyorsun, Şırnak, Kızıltepe, Nusaybin belediyeleri... Ayrıca, enkaz kaldırmaya çalışan araçların hemen hepsi çevre belediyelerden veya Van belediyesinden gelmişti. Ama valiliğin dağıttığı Kızılay çadırları bölgeye en son ulaştırılan malzemelerdi.
27 Ekim'de, bir TV programında yaşlı bir Vanlı kadın, "Her tür ihtiyacımız karşılanıyor" diyordu. Her tür ihtiyacı karşılananlar var mı gerçekten?
Ben o programı izlerken kafayı yedim. Çünkü o programa seçilmiş kişilerin çıkarıldığına eminim. Nasıl bir PR çalışması yaptılarsa, batıda herkes valiliğin inanılmaz çaba sarfettiğine, tüm ihtiyaçları karşıladığına inanıyor. Ama gerçekleri görmek için buraya gelmek gerekiyor. Dün mesela, bir çadır kenti kanalizasyon suyu bastı. Ayrıca, depremden sonra artan hastalıklar oldu. İshal sorunu yaşanıyor, gebe kadınlar strese bağlı olarak daha fazla düşük yapıyor, yüzlerce insan üşütüp hastalandı. Buna karşın gönüllü doktorlar çalışmıyor... Dışarıda öyle bir izlenim uyandırılmış ki, sanırsın her mahallede doktorlar sağlık taraması yapıyor, çadırlar sıcak, devlet kurumları seferber olmuş durumda! İnsanlar gün boyunca neler yapıyor?
Oturup bekliyorlar. Ellerinden gelen bir şey yok. Çaresizlik içinde, soğuk havada oturuyorlar. Belirsizlik çok kötü. Hayatın ne zaman normal akışına döneceğini merak ediyorlar. Deprem bizi o kadar korkuttu ki, en ufak bir sarsıntıda yerimizden sıçrıyoruz. Korku ve belirsizliğin giderilmesi için de halka bilgi verilmiyor. Yakın illerde akrabası olanlar veya ekonomik durumu iyi olanlar il dışına çıktı. Van'da sadece yoksulların kaldığını söyleyebilirim. Yoksulların da gidecekleri ne bir yerleri, ne de burada sabahlayacakları evleri var. Buna karşın insanlar, kendi onurlarıyla, bu afetle baş etmeye çalışıyorlar. Hiçbir kuruma minnet etmeden bu süreci atlatmaya çalışıyorlar.
Belediye BDP'de değil, AKP'de olsaydı, bu kriz böyle yaşanır mıydı?
Kesinlikle böyle olmazdı. Belediye ve valilik gayet güzel bir şekilde koordinasyon kurar, ihtiyaç malzemelerini dağıtır, halka sağlıklı bilgi aktarırdı. Burası bir politik restleşme arenasına çevrildi. O yüzden şu anda insanlar politik restleşmenin kurbanı oluyorlar.
Enkaz kaldırma faaliyetleri sürdürülüyor mu?
Van'daki çalışmalar sonlandı, ama Erciş'te devam ediyor. Ben bu süreç boyunca hep Van merkez ve köylerde dolaştım, ama bizim dernekten Erciş'e giden arkadaşlar oldu. Erciş'in durumu hakikaten korkunç. Yakınlarını, çocuklarını enkaz altında kaybeden insanların acısı, gündelik ihtiyaçlarını karşılayamayanlarla kıyaslanamaz zaten.
Deprem sırasında siz neredeydiniz?
Dışarıdaydım. Aklıma ilk gelen ailem oldu tabii. Biraz şehir merkezine uzaktaydım, ama hissettiğim sarsıntıyla Van'ın yerle bir olduğunu düşündüm.
Her an şehirden yükselen dumanlarla karşılaşmayı bekleyerek şehir merkezine gittim. Teyzemin üç torunu yaşamını yitirdi. Bir düğün esnasında depreme yakalanan geniş ailemizden 15 kişiyi kaybettik.
Deprem acısının Türklerle Kürtleri birleştirdiği söyleniyor...
Halk arasında bunun böyle olduğu söylenebilir. Ama bir yandan da insanlarda karşılıklı bir öfke birikmesi var. Kargo şirketleri bile kolilerin Van belediyesine gönderileceğini öğrenince göndericilere başka türlü davranıyor. Kamyonların PKK'ye yardım taşıdığına dair saçma sapan iddialarla ortalık bulandırılıyor. Başkale'deki mayın patlaması, deprem bağlamında haberleştiriliyor. Çok acayip bir ortam bu. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle Van'a bayrak gönderme kampanyası düzenleyenler bile oldu. ATV'nin ya da Habertürk'ün sunucusunun ırkçı dilini buradaki herkes şoke olmuş halde izliyor. Ayrıca, gönderilen kolilerin içinden bayraklar, taşlar da çıkabiliyor. Bu nasıl bir zihniyettir ki, bir koli hazırlıyorsun, içine taş ve bayrak koyup depremzedelere yolluyorsun? Bunun üzerine çok söz söylenebilir, ama ben çok şey söyleme gereği duymuyorum, tek kelimeyle mide bulandırıcı. Ama şunu da söyleyeyim, buraya ilk koliler Trabzon'dan geldi ve bu bence çok anlamlıydı. Üniversitelerden, hiç tahmin edemeyeceğimiz kişilerden buraya koliler yollandı, bize tanımadığımız insanlar telefonlar açıp geçmiş olsun dileklerinde bulundu. Dolayısıyla, tablo tamamen karamsar değil. Aslında, esas sorun halklar arasında değil, yukarıdakilerin kafalarında. Valiliği protesto eden halka biber gazı sıkıldığını gördük...
Evet, ama öyle gösterildiği gibi büyük çatışmalar olmadı. Bu tür olaylar kasten abartıldı. Sanki buranın halkı yapılan yardımları görmezden geliyor ve oraya buraya saldırıyor gibi gösterildi. Biz o kadar dolaştık, malzeme dağıttık, ama en ufak bir yağma veya tepkiyle karşılaşmadık. Karşılaşanlar oturup kendilerini sorgulasın... Doğrusu, psikolojik olarak kendimi çok yıpranmış hissediyorum. Kadınlara ve çocuklara yönelik psikolojik destek çalışmaları yürüteceğiz, ama galiba öncelikle bizim gibi sürekli dolaşan, çalışan ve pek çok acıya tanık olanların tedaviye ihtiyacı olacak. Deprem sırasında evlerinde olanlar, ömürleri boyunca bu korkuyu unutamayacaklar. Enkaz altındaki yakınlarını bekleyenleri, enkazın altından çıkanları düşünmek bile zor.
Havalar yakında çadırda kalınamayacak kadar soğuyacak. İnsanlar ne zaman evlerine dönebilecek? Bununla ilgili bir açıklama yapıldı mı?
Doğrusu, ben eve gireceğim. Dün ihtiyaçlarını götürdüğümüz insanların evlerine de baktık, bir kısmında kalınabilir gibi görünüyor, ama korkuyla baş etmek kolay değil. Artçı depremlerde yıkılan binalar da oldu çünkü. Binaların hasar tespit çalışmasının sonuçlanması gerekiyor. (İA/HK)
* İrfan Aktan'ın bu söyleşisi Express Dergisi'nin Kasım 2011 sayısında yayımlandı.