Fethin en önemli askeri figürü olan "gemilerin karadan yürütülmesi" meselesini ciddi biçimde ele aldılar. Dolmabahçe'den Taksim'e ahşap tekneyi çekmeyi ; her kutlamanın en sivri noktası haline getirdiler.
Fetih iki gün öne alındı
Bu yıl 29 Mayıs Salı gününe denk geldiğinden, Fatih'in karadan giden kadırgalarını temsil eden ahşap tekne, Pazar günü Dolmabahçe'den yukarı doğru tırmandırıldı.
İstanbul, normal günü olan 29 Mayıs'ta fethedilseydi, kadırga çekme operasyonu muhtemelen trafiği tıkayabilirdi. İstanbul'un her daim gergin sürücüleri de, en yakası açılmadık selamlarını yollayabilirlerdi.
Belediye gerçekten sağduyulu davrandı, İstanbul'u zamanından önce bir tatil gününde fethetti, işini de halletti.
Gemileri karadan yürütme meselesi, Refah ve Faziletli belediyeler tarafından bu kadar kurcalanmasaydı ne iyi olacaktı. Fatih Sultan Mehmet, resmi tarihin düzgün satırları arasında İstanbul'unu fethedip gidecekti. Gemiler, bir gecede Galata, Dolmabahçe, Beşiktaş, veya Rumeli Hisarı sahilinden karaya çıkıp(bu konuda çoklu riyavet mevcut), Haliç'e inecekler, Bizanslılar da o gün şaşkınlar geçirip fenalaşacaklardı.
Gemileri kim yürüttü?
Fakat, 1990'ların ikinci yarısında ulaşılan teknolojik düzeye karşın, gemi çekmenin hiç de kolay bir iş olmadığı ortaya çıktı.
Kuşkular belirmeye başladı: Fatih Sultan Mehmet, sahiden gemileri karadan yürüttü mü?
Kuşkularla birlikte kitaplar karıştırıldı, bir de ne görelim?
Gemileri karadan yürütme "kocaman bir palavra" olarak belirginleşmeye başlamasın mı?!.
Bu konunun en sıkı takipçisi araştırmacı - yazar Erdoğan Aydın oldu. Birinci baskısı 1997'de çıkan "Fatih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler" adlı çalışmasında bütün resmi tarihçileri ve onların tezlerini kendi belgeleri içinde (afedersiniz) "delik-deşik" etti.
Aydın'ın araştırma hırsında belki (hepimiz gibi) aldatılmışlık duygusu yatıyordu:
"Doğrusu önceleri ben de bu iddianın , zamanlama ve gemi sayısında önemli abartılar olmakla birlikte doğru olduğuna inandırılmış olanlardanım." (*)
Harita, belge ve bilgi yok
Erdoğan Aydın, Selahattin Tansel (1971) ve Hasan Kazankaya'nın (1990) kitaplarını okuyunca soru işaretleri büyümeye başlıyor. Sonra kolları sıvıyor ve 123 aynı kaynaktan (kitap, araştırma, ansiklopedi) yararlanarak kitabını yazıyor.
"Böylesine muazzam bir işi planlayanlardan geriye en küçük bir teknik ayrıntı, çizim, plan, belge, küçük bir yazılı bilgi kalmamış olması bile, iddianın efsaneden ibaret olduğunu kanatlamaya yeter."
Kitapta daha bir dolu "desteksiz atışların" kaanıtları sıralanıyor. Örneğin "Vatan Şairi"miz Namık Kemal , "Evrak'ı Perişan" adlı kitabının 124. sayfasında, Fatih'in bizzat eliyle çizdiği haritalardan söz ediyor. Erdoğan Aydın haliyle soruyor:
"Padişahın haritaları nerede?"
Yanıt yok. Haritalar da öyle...
Gemileri karadan yürütme tezinin en ciddi savunucularından biri olarak kabul edilen Şehabettin Tekindağ, kesin kanıtlarını (!) şöyle sıralıyor:
"Mamafih, bu mevzuda Aşık Paşazade, Tursun Bey, İdris-i Bitlisi gibi en eski kaynakların, Dukas gibi mühim bir Bizans menbaının tafsilat vermemeleri bu hususda kesin bir hükme varmayı güçleştirmektedir!" (İslam Ansiklopedisi 5. Cilt, s.1194)
Kesin bir hükme varmamanın güçlüğüne karşın gemileri karadan yürüme operasyonu 500 yılı aşkın süredir devam ediyor.
Tarih, kesinlikle 'belki' diyor!
Erdoğan Aydın, tarihi pozisyonun önemini anlatırken diyor ki:
"Bir masal ile karşı karşıya bulunmaktayız."
Dönemin en yakın tarihçisi Tursun Bey , "Tarih-i Ebul Feth" eserinin 50. sayfasında, gemi yürütme olayını kesin bir ifadeyle "belki" diyerek anlatıyor:
"İslam gemileri bayraklarla bezenip yelkenleri açtılar. Galata Kalesi ensesinde havada yürüdüler. Belki uçurdular. Bu heybetle götürüp mükemmel silahla liman denizine saldılar."
İşte güvenilir tarihçimiz böyle anlatıyor... Havada yürüdüler... Belki uçurdular...
Peki bu masallara inanmayacaksak, Haliç'teki gemiler nereden çıktı? Denizaltı değiller ya bunlar?..
Erdoğan Aydın, bu konuyu da ilkokul tarih kitaplarına konulabilecek kadar sade ve anlaşılır kılıyor:
"Haliç'in iç derinliği bütünüyle Osmanlının elindedir zaten... Üstelik burada hem orman boldur, hem de gemi yapımında çalışacak insan... Üstelik Osmanlı bu konuda oldukça pratikleşmiştir. Dolayisiyle gemileri illaki Boğaz tarafından geçirme planı o koşullarda anlamsız bir güç ve zaman kaybıdır. Bu da 2. Mehmet'in (Fatih) komutanlığını yücelten değil aksine gölgeleyen bir iş olabilirdi."
Kağıthane tersanesi
Soruyu tekrarlıyoruz: Gemiler Haliç'e nasıl geldiler?
Aydın , ince noktaları arkeolog titizliğiyle ayıklayıp çıkartıyor:
"Nitekim Müneccimbaşı da Sahaifü'l-ahbar adlı Tarih'inde, yağlı kazıklarda gemi kaydırma işine kendisi de inanmadığından olsa gerek şöyle diyor: 'Fakat gerçek olan rivayete göre gemiler, Okmeydanı'nda hazırlanmış ve buradan denize indirilmiştir."
Benzer bir bilgi de Evliya Çelebi'nin Seyehatname'sinin 86. sayfasında duruyor:
"Ebül-feth Timurtaş Paşa'yı iki bin askerleKağıthane'deki koruluk içinde 50 parça kadırga yapmakla görevlendirdi. O da kimi köyleri talan edip tahta ve kerestelerden işe yarayanları bu gemilerin yapımında kullandı. Koca Mustafa Paşa ise azep askerleriyle Okmeydanı ensesinde Levent Çiftliği denilen yerde 50 parça da at kayığını işe hazır eyledi. Kuşatmanın 10. gününde Kağıthane'deki kadırgalar da hazır olup, cümle karada, denizde olan bütün gemiler ve içlerindeki asker hazır baş idiler... Tersane Bahçesi dibindeki Şahkulu aldı iskeleden indirildiler. Gemilerin geçtiği yerler Okmeydanı'nda hala görülmektedir."
İşte İstanbul'un Fethinde gemilerin karadan yürütülmesi olayının "akıllara durgunluk vermeyen" hikayesi böyle...
(*)Fatih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler 4. Basım/ Erdoğan Aydın - Cumhuriyet Kitapları Mayıs 2000
(NU)