1987-2000 yılları arasında gerçekleşen Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası, Cinsel Tacize Karşı Kampanya ve TCK'nın 438. maddesine karşı yürütülen kampanyaları değerlendiren Gülnur Savran, o güne ve bu güne dair sorular da sordu.
Dinleyiciler arasında bulunan, yine o dönemin önemli isimlerinden Stella Ovedia'nın da kendi görüşlerini aktarması, tartışmaya katılması özellikle yeni kuşak feministler için çok ilginçti.
Kampanya: Geçici eylem dizisi
1987'deki Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası'yla başlayan kampanyalar döneminin feminist hareket için önemini vurgulayan Gülnur Savran, konuşmasına kampanyanın tarifiyle başladı:
"Kampanya, tek bir somut sorun etrafında birbirinden farklı grupları çekebilecek, eylem, faaliyet dizisi. Bu faaliyetler geçici süreyi kapsar, örgütlenmesi de geçici ve gevşek yapılardan oluşur."
Şiddet değil, erkek şiddeti
Gülnur Savran kampanyaların kazanımlarını da şöyle özetledi: "Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası'nın politik kazanımı, erkek şiddetinin diğer şiddet biçimlerinden, örneğin annelerin çocuklarını dövmesinden ayrılmasını sağlaması oldu. Bu kampanya bir hedefi olan kampanyaydı ve Mor Çatı 'yla bu hedefe varıldı."
Sarkıntılığın utancı bize ait değil
Cinsel Tacize Karşı Kampanya 'nın ana temasının ise "Ne giyersek giyelim, nerede dolaşırsak dolaşalım, sarkıntılığın suçu, utancı bize ait değildir," fikri olduğunu söyleyen Savran, "O dönemde köşe yazarları bu fikri saldırgan ve küçümseyici bir yaklaşımla değerlendiriyordu. Ama kampanyadan yıllar sonra Kumkapı'da tacize uğrayan Zeynep Uludağ'a pek çok köşe yazarı destek verdi. Bu da o yıllarda yapılanların söylenenlerin başarısıdır," dedi.
İffetli kadın olmak istemiyoruz
Gülnur Savran, Türk Ceza Yasası'nın, fahişeye tecavüzde indirim sağlayan 438. maddesinin kaldırması için yürütülen kampanyada ise "İffetli kadın olmak istemiyoruz," sloganını şöyle yorumladı:
"Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararında iffetli kadın-iffetsiz kadın ayrımı yapıyordu. Biz, bu ayrıma kendimiz için karşı çıktık, herhangi bir davranışımız iffetsizlik olarak nitelendirileceği için itiraz ettik. Bu yüzden de konuyla ilgili düzenlediğimiz mitingde 'Geceleri de, sokakları da istiyoruz,' pankartları taşıdık.
Devrimciydik
O dönemi "Kendimiz için politika yapıyorduk," diye tanımlayan Savran, "Okumuş yazmış, orta sınıf kentli kadınlar olarak kurtulmamış olduğumuzu görüp, kendi ezilmişliğimizi fark ettiğimiz için devrimciydik ," dedi.
Öte yandan o dönemde özel alanın sokağa taşınmasının önemini vurguladı.
Sorular
Savran, kampanya biçiminde politika yapmanın çeşitli sorunları barındırdığını, bu nedenle kafasındaki soruları uçlaştırarak sorduğunu, yanıtlarını hep birlikte aramak gerektiğini söyledi:
* Geçicilik, omurgasızlığa ve geleneksizliğe neden olmuyor mu?
* Kalıcılıktan kaçma, etraflı, bütünlüklü düşünmeyi engellemiyor mu?
* Her işe baştan başlamak, birikimlerden yararlanmayı engellemiyor mu?
* Net, bütünlüklü, programatik bir çerçevede, bütün bir topluma feminist bakışla bakan yapılara ihtiyaç yok mu?
* Somut hedefler için yapılan politikanın tek adresi STK'lar hareketi mi?
Sorunlar
Dönemin başarılarına karşın, sorunlar da içerdiğini söyleyen Savran "Feminist eleştiri, feminist politikaya dönüştürülmedi," dedi.
"Reha Muhtar'ın programına çıkıp ağlayan kadınları içimiz parçalanarak izliyoruz. Özel hayatları Reha Muhtar 'a götüren yolda bizim payımız yok mu? Medyanın kendi bir dünyası var ve her şeyi kullanıyor. Dayak, şiddet, pasif seyirlik oldu.Politika üretmeliydik. Özel alanın kamusal alana taşınması, kamusal görünürlük Reha muhtar tarzı programlarla kendi karşıtına dönüştü, bu bizim de bir şekilde dahil olduğumuz süreç. Politika üretemedik. Kanallar, ifşa ve iç dökmelerden geçilmiyor. Artık televizyonda dayak konuşmanın radikalliği kalmadı."
"Erkekler baksın"
Seminerin sonunda soruları yanıtlayan Savran feministlerin çocuklara, hasta ve yaşlılara bakım konusunda politika üretmesinin şart olduğunu, Batı'da da bunun tartışıldığını söyledi. Savran'a, Stella Ovedia'nın itirazı oldu: "Bu sorunun yanıtı var, erkekler baksın." (FK/BB)