ÖSS deyince de zaten güncel bir olaya parmak basmış oluyoruz. Çünkü geçtiğimiz günlerde yine yüz binler sınava girdi, bunların bir çoğu yine evde kalacak ama, ben bu yazımı gelecek sonbaharda üniversiteye kayıt yaptıracak kardeşlerime adıyorum...
Tabii bu sevgili Bianet tıklayıcılarını ilgilendirmeyen, haber değeri olmayan bir haber olarak değerlendirilebilir ilk bakışta. Ya da bu gelişme, özel yaşamın gizliliğine dahil edilmeye çalışılabilir. Ama emin olunuz ki, anlattığım aslında sizin, sizin derken sadece üniversite öğrencileri ve adaylarını kastettiğim düşünülebilir, hikayeniz!
Yurtta iki gün
Bu yazıda, gelecek yıl üniversiteye kayıt yapacak kardeşlerime ve şimdiye kadar ayaklarımın havada olduğunu ve artık yaşamın gerçekleriyle yüz yüze gelmem gerektiğini düşünen büyüklerime, dört yıl boyunca aşağı yukarı neler yaşadığımı ve nihayet okulun bitmesiyle neler yapma(k)m gerektiğini anlatmaya/düşünmeye ve düşündürmeye çalışacağım.
Efenim, her nasıl olduysa, gelip bir gün, şu an bitirdiğim fakülteye kayıt yaptım dört kadar yıl önce. O devirlerde daha ekonomik kriz falan bizlere çok uzaktı. Son derece zengin ve müreffeh bir ülkeydi burası!
Ankaraya yerleşir yerleşmez yalnızca iki gün katlanabildiğim devlet yurduna kaydımı yaptım... Gerisi zaten sizlerin de malumu; hemen her öğrencinin yaşadığı olağan vakalar.
Para, cop,gözaltı
Parasızlıklar, burs peşinden koşmalar, sınavlara koşuşturmacalar ve bir takım öğrencilerin yaşadığı yan problemler; bir çok defa gözaltılar, bir iki defa coplanmalar, vs.
Dedim ya, o zamanlar ekonomik krizden habersiz bir ülkenin özgür yurttaşları sayılırdık, ama öğrenciler için pek normal krizleri yaşıyorduk yine de Dılı ve dili geçmiş zamanı kullanırken, umarım bu sorunların geride kaldığını düşündürmüyorum.
Bir iki örnekle yetineceğim; daha birinci sınıftayken, üç gün boyunca evdeki ekmek ve peynir kırıntılarıyla yaşadığımı, ikinci sınıftayken bir gün Kızılay Meydanında yürürken şüpheli bulunarak, tabii ki saçlarım ve mantom nedeniyle, gözaltına alındığımı kolay kolay unutmayacağım.
Gerçi hafıza problemli bir ülkede, doğal olarak ben de başımdan geçenleri kolayca hatırlayamıyorum ama zaten, her öğrenci gibi benim de neler çektiğimi tahmin edersiniz.
Baştan ayaklara
Peki yalnızca kötü şeyler mi kaldı hafızamda, hayır tabii ki. Fakat bence öncelikle örgün eğitimin zararlarına eğilmek gerek. İletişim fakültelerinin (İletişim öğrencisiy(d)im) iletişimden ne kadar uzak olduğunu bir ben bilirim.
Bir yandan profesyonel pazarlamacılar yetişirken, diğer yandan yarım yamalak etik dersleri ile, kafası zaten karışık olan öğrencilerin nasıl kuşatma altında bırakıldıklarını...
Neyse efenim, aslında mezuniyetimin keyfini çıkarayım derken, yine kötümserlik batağına saplanıp kaldım. Ama elde değil ki! Okul bitti, burs bitti, har(a)ç kredisi kesildi, iş yok, güç yok!
Dört yıldır avutuyorduk kendimizi. Gel gör ki, artık kapı göründü. Büyüklerimin söylediğine göre, artık ayaklarımın üzerinde durmam gerek, sanki daha önce başımızın üzerinde mi duruyorduk. Tüm hayat zorluklarına rağmen, öğrencilerin ayakları üzerinde durmadığını söyleyen beri gelsin.
Aslında Türkiyede üniversite öğrenciliği yapmamış olanların, hayatın zorluklarını bileceğine, tabii yoksulları bunun dışında tutmak gerek inanmıyorum.
Gerçek hayat dedikleri
Efenim, kimseler kızmasın kendimi yazdım demiyorum, çünkü anlattığım binlerce üniversite öğrencisinin ortak hikayesidir!
Siz soğukkanlılığıma bakmayın, işi şakaya vuruyorum ama, en azından kendi tertibimden edindiğim izlenime göre hepimizin durumu artık daha da vahim. Yani öğrencilikten daha zor bir yaşam başlıyor çoğumuz için!
Üstelik ayaklarım yere basar basmaz ilk darbeyi, başvuru yaptığım bir yüksek lisans programından daha ilk aşamada elenmekle aldım. Bir de erkekler için askerlik kapısı göründü tabii. Zaten bu konuya şimdilik hiç girmek istemiyorum...
Yazımı şöyle bir toparlamaya çalışırsam; kitaplarımı topladım, borçlarımı ödedim, para bulur ve fakülteden çıkış işlemlerimi de tamamlayabilirsem, bir an önce bir CV de hazırlayıp ayaklarımı yere basacağım.
Biliyorum, anlatıldığına göre, çok korkunç ve acımasızmış, ama bir de biz görelim bakalım neyin nesiymiş şu gerçek hayat dedikleri... (İA/BB)