Seçim öncesi dönemde Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) büyük bir oy kaybına uğraması bekleniyordu. Aslında 1998'deki genel seçimleri kazanarak, 16 yıllık muhafazakar-liberal iktidara son veren sosyal demokrat-yeşil koalisyon, iktidarı devralmasının ardından kan kaybetmeye başlamıştı.
Bu seçimlerden sonra gerçekleştirilen eyalet seçimlerinin büyük bir kısmından yenik ya da büyük oy kaybıyla çıkan SPD'nin 2002'deki genel seçimleri de kaybetmesi bekleniyordu. Ancak gündemdeki Irak savaşına açıkça karşı çıkan ve seçimden kısa bir süre önce ülkenin doğusunda yaşanan sel felaketi sırasında devletin olanaklarını etkin bir biçimde halkın hizmetine sunarak geçici olarak da hükümetine yönelik sempati kaybını kısmen durdurabilen Schröder, bu seçimlerden de küçük bir farkla galip çıkarak, liderliğindeki koalisyonun bir dönem daha iktidarda kalmasını sağlayabilmişti.
Her şeye rağmen bu durum geçiciydi ve sosyal demokratlar kan kaybı daha sonra gerçekleştirilen eyalet ve belediye seçimlerinin hemen hepsinde devam etti.
Aleyhte aritmetik sürecek gibi
Böylece genel seçimde Federal Meclis'te (Bundestag) çoğunluğu alarak iktidar olan Schröder ve ortakları, bir yandan eyalet ve yerel yönetimlerde muhalefete itilirken, diğer yandan da eyalet meclislerinin gönderdiği temsilcilerden oluşan Eyaletler Meclisi'ndeki (Bundesrat) çoğunluğunu yitirmiş oldu.
Almanya'daki siyasal sistem hükümete kimi yasaları Bundestag'taki çoğunluğuna dayanarak çıkarma hakkı verirken, birçok yasanın ise Bundesrat'ın onayını gerektirmesi nedeniyle, bu durum Schröder'in iyice köşeye sıkışması anlamına geliyordu.
Eyaletlerin Bundesrat'taki temsilci sayısı da nüfusa endeksli olduğu için KRW gibi en büyük eyaletin kaybı, bu ikinci mecliste hükümet partilerinin aleyhindeki aritmetiğin daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor.
Bu durumda Schröder, atılması gereken adımı attı ve erken seçimi gündeme getirdi. Aslında bu özellikle son haftalarda KRW'deki seçimlerin SPD açısından yenilgiyle sonuçlanacağı iyice belirgin hale geldiği için muhalefetin bu hamleyi beklemesi gerekiyordu.
Erken seçim "baskını"
Ancak, onlar Schröder'in genel seçimler için 2006 tarihini bekleyeceği, tüm güç kaybına rağmen koltuğuna yapışacağını tahmin ettikleri ve bu dönemde daha da yıpranacağını umdukları için kolay bir zafer elde edecekleri beklentisi içindeydiler.
Olası bir iktidar değişikliğinde ortak hükümet kurmaya niyetlenen Hıristiyan birlik partilerinin (CDU-CSU) ve liberallerin (FDP) partileri, Schröder'in seçimin hemen ardından gündeme getirdiği erken seçim önerisiyle baskına uğradılar. Ama bu resti görmek zorundaydılar.
Ve şoku atlattıktan sonra onlar da büyük bir olasılıkla 18 Eylül'de yapılacak genel seçime yönelik politikaları gündeme getirmeye başladılar.
Schröder sonu mu?
1998'de iktidara geldikten hemen sonra yaşanan ekonomik krizi, geleneksel sosyal demokrat çizgiden uzaklaşarak çözmeyi tercih eden Schröder'in bu tavrı, o zamana birlikte yol aldıkları SPD Genel Başkanı Oskar Lafontaine'nin tüm siyasal ve devlet görevlerinden (parti genel başkanlığı, milletvekilliği, hükümetteki en güçlü bakanlık olarak bilinen Federal Maliye Bakanlığı) istifasına yol açmıştı.
Schröder, daha sonra partinin sol kanadını, partinin tabanını oluşturan sendikaları karşısına, işveren örgütlerini yanına alarak yürüttüğü ve "reform" adını verdiği politikaları topluma alternatifsiz tek çözüm olarak dayatmasının bedeli ağır oldu.
On binlerce SPD'li parti üyeliğinden istifa etti ve bunların bir kısmı yeni sosyal demokrat parti kurdular. WASG (Seçim Alternatifi, Emek ve Toplumsal Adalet Partisi) adını alan ilk kez seçmen karşısına KRW seçimlerinde çıktı ve oyların yüzde 2.2'sini alarak kendileri açısından ciddi bir başarıya imza attı.
Eylül'de mucizesiz olmaz
Lafontaine'nin istifasının ardından SPD Genel Başkanlığı'nı da üstlenen, ancak bu görevden partinin aldığı yenilgilerin devam etmesi üzerine 6 Şubat 2004'de istifa eden Schröder, son KRW seçimlerinin ardından erken seçim kararı alarak, partinin yaşadığı kan kaybını geçici olarak durdurabildi.
Ancak bu durumun, seçimden önce WASG'nin daha büyük başarı kazanabileceği ve Lafontaine'nin de açıkça bu partiye destek vereceği yolundaki havanın güçlenmesi üzerine, SPD Genel Başkanı Franz Müntefering'in başlattığı "kapitalizm tartışması"nın etkisi gibi fazla uzun sürmesi beklenmiyor.
Schröder, yenilginin ardından eleştirilerin artırarak kendisini partisine hakim olamayan bir başbakan haline getirebilecek sol kanadı böylece engelleyebildi.
Ülkeyi bir erken seçim sürecine sokup, koltuğuna yapışmayan, gerektiğinde seçmen karşısına cesurca çıkmaya hazır bir politikacı tavrıyla kaybettiklerinin bir kısmını kurtarabilecek gibi görünse de Schröder'in eylüldeki seçimi kazanabilmesi için artık mucizelere ihtiyacı var.
Solda birlik tartışmaları
Seçimin ardından, yaşanan bir diğer şok da uzun süredir tüm muhalif tavrına rağmen SPD üyeliğini bırakmayan Lafontaine'nin bir zamanlar liderliğini yaptığı partisinden istifasıydı. Aslında bu da erken seçim kararı gibi beklenen bir şoktu. Ancak medyanın geniş yer vermesi nedeniyle etkisi güçlüydü.
Lafontaine istifasıyla birlikte WASG ve PDS'in (Demokratik Sosyalizm Partisi) birleşerek, Schröder politikalarından rahatsız olan, CDU-CSU-FDP cephesine de kuşkuyla bakanları da içine alacak yeni bir sosyal demokrat kitle partisi çağrısı yaparak, solda yeni bir birlik tartışması başlattı.
Hatırlanacağı gibi batıya ilhak olan Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nin (DDR) iktidar partisi SED'nin (PDS) birleşmeden sonra PDS ismini alarak, eski "sosyalist" tavrını terk etmiş, doğu ağırlıklı bir sosyal demokrat protest partisi haline gelmişti.
Lafontaine'nin yıllardır Almanya'nın batısında etkin olamayan PDS'le, doğusunda etkin olma şansı çok düşük olan WASG'yi birleştirme hülyası, SPD'nin solundaki solun birlik özlemlerini dikkate alıyordu. Ancak PDS'in liderlerinden Gregor Gysi, "Biz partimizi dağıtmayız. Birleşme bizim çatımız altında olsun" diyerek, bu çağrının bir temenni olmanın ötesine gidemeyeceğini gösterdi.
Üstelik Gysi şimdiye kadar tavırlarıyla, PDS içinde böylesi bir projeye uygun bir kişilik izlenimi veriyordu. Son yıllarda özellikle Lafontaine'yle birlikte kamuoyunun dikkatini çeken çeşitli etkinliklerde birlikte olarak, yeni bir sol kitle partisi senaryolarının beslenmesine neden olan Gysi'nin önerdiği işbirliği yönteminin başarı şansı ise çok daha zayıf. PDS'li politikacı her iki partinin, seçim bölgelerini paylaşarak, yani birinin güçlü olduğu bölgede, diğerinin aday göstermeyip, seçime gireni desteklemesi yoluyla, birbirini karşılıklı olarak desteklemesi öneriyor.
Aşırı sağcı ve ırkçı partilerin bir süredir yaşama geçirdikleri, başlangıçta başarılı oldukları, son zamanlarda ise beklediklerini bulamadıkları bu taktiğin SPD'nin solundaki sola parlamenter sistem içinde büyük başarılar getirmesi beklenmiyor.
Lafontaine'nin önerisinin kabul edilmesi halinde elde edilebilecek başarının ise kısa vadeli olacağı, yıllarca Alman sosyal demokrasisini yönetmiş bu lider olarak, daha sol bir projeyi uzun soluklu kılabilmek için, kendisine kuşkuyla bakan solu iknasının hiç kolay olmayacağı biliniyor.
Almanya'ya ilk kez bir kadın başbakan
Eylüldeki erken seçimlerde, büyük bir sürpriz yaşanmazsa, sandıktan bir muhafazakar-liberal ortaklığı çıkacak ve de Almanya tarihinin ilk kadın başbakanı.
Kardeş Hıristiyan birlik partilerinden CDU'nun (Hıristiyan Demokrat Birlik) Genel Başkanı Angela Merkel'in resmen olmasa da fiilen kurulacak koalisyon hükümetinin lideri olacağı kesinleşti. Liberallerin partisi FDP (Hür Demokrat Parti) koyu Katolik Stoiber'e karşı zaten çok önceden Merkel'i tercih ettiklerini belli etmişlerdi.
Aslında Merkel'in CDU-CSU-FDP ortaklığında, büyük olanın lideri olması nedeniyle bu görevi üstlenmesi gayet normal. Ancak, onu bu göreve yakıştıramayan erkekler, 2002 seçimleri öncesinde tarihe "kahvaltı darbesi" olarak geçen bir komplo sonucu, sadece Bavyera eyaletinde örgütlü olan kardeş parti CSU'nun (Hıristiyan Sosyal Birlik) Genel Başkanı Edmund Stoiber'i CDU-CSU'nun ortak Başbakan Adayı olarak seçime girmesini sağlamışlar, Merkel'e de bu durumu kabul etmekten başka çare kalmamıştı.
Eğer seçimler normal tarihinde 2006'da gerçekleşseydi, erkeklerin yine Merkel'i bu görevi üstlenmesine engel olması mümkündü. Ancak, erken seçim bombası, onlara bu tür manevralar için zaman bırakmadı.
Merkel'i bir dönem sonra tasviye edip, bu göreve aday olabilecek CDU'lu bölgesel liderler, erken davranarak Merkel'i CDU-CSU'nun ortak başbakan adayı olarak açıkça önererek, halen bu görevi üstlenme umudunu taşıyan Stoiber'in önünü kestiler. Federal Başbakan olma şansını bir kez daha yakalamaya kesin kararlı olan Stoiber, Merkel'in kendisini cumhurbaşkanı adayı göstermesine bile karşı çıkmıştı.
Şimdi, kamuoyu yoklamalarına bakılırsa gerçekleştirilecek seçimlerde yüzde 50'nin üstünde oy alması beklenen muhafazakar-liberal blokun eylül ayından itibaren Almanya'da hükümeti devralması bekleniyor. Ortalıktaki senaryolara bakılırsa, FDP Genel Başkanı Guido Westerwelle'nin Federal İçişleri Bakanlığı'na getirilmesi söz konusu.
Bu senaryoların gerçekleşmesi halinde Merkel, Almanya'nın ilk kadın şansölyesi (Federal Başbakan) olurken, Westerwelle de eşcinselliğini açıkça kabul etmiş bakanı olacak.
Böylece Türkiye'nin "Müslüman demokrat" iktidarı, Avrupa Birliği pazarlıklarını kendisine büyük destekler veren Alman sosyal demokratlarından hükümeti devralacak Hıristiyan demokratlarla yürütmek zorunda kalacak. (GK/BA)