Bu bir cinayet romanı değil; ama merkezinde yazdıklarından ötürü öldürülen genç bir gazeteci var. Mehmet T. Hastaş'ın Haziran'da yayımlanan "Ahmet Samim 2. Meşrutiyet'te Muhalif Bir Gazeteci" kitabı, okuyucuyu yüz yıl geriye götürüyor. Bu sayede muhalif bir gazetecinin yaşamı ve yazıları üzerinden, gazetecilerin susturulma geleneğini daha iyi anlıyoruz.
Kitabın girişi ve Samim'in hayatına kadarki kısmı, dönemin siyasi yapısı hakkında önemli ipuçları veriyor: 2. Meşrutiyet, seçimler ve partilerin ideolojik ayrılıklarına dair hafızamızı tazeliyoruz. Samim'in hayatı, fikirleri ve yazılarının derlendiği bölümdeyse, muhalif bir gazetecinin gündem değerlendirmeleriyle tanışıyoruz.
Matbuatın haysiyeti cesaretten geçer
Kitabın önsözü tarihçi Prof. Dr. Uğur Kocabaşoğlu'na, sonsözü ise akademisyen ve yazar Murat Belge'ye ait.
Kocabaşoğlu Ahmet Samim'in kurşunla, sehpa ve sürgünle sansürün erken kurbanları arasında olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: "Yüz yılda yüz gazeteciyi kurşunlara, sehpalara, sürgünlere vermemenin, matbuatın haysiyetini korumanın yolu, gerek birey gerekse kurum olarak biraz 'medeni cesaret'ten geçiyor olmalı!"
12 Eylül'den kısa süre sonra Ahmet Samim takma adını kullanarak makale yayımlayan Belge ise son cümlesinde okura sesleniyor: "Ey kari (okur)! Ahmet Samim'i unutma! Bu memlekette böyle düşünüyor diye adam öldürdüklerini hiç unutma!"
Gazetecileri tutukluyoruz, öldürüyoruz
Peki, 1910'da 9 Haziran'ı 10 Haziran'a bağlayan gece, henüz 26 yaşındayken öldürülen gazeteci Ahmet Samim kimdi ve onu neden hatırlamalıyız?
Sorunun yanıtı basit: Yüz yıldır bu topraklarda gazetecileri sansürlüyor, tutukluyor, öldürüyorlar.
Hastaş, kitabında Samim'in hayatını özetlerken okurun gazeteci ile bağ kurmasını da sağlıyor. Böylelikle memurluk yıllarını, gazetecilik serüvenini ve Sada-i Millet gazetesinin yayınlanmasına yeniden izin çıkınca 132 sayı başyazarlık yaptığını öğreniyoruz.
Hastaş'ın anlattıklarına ve alıntıladıklarına bakılırsa genç gazeteci, dönemin entelektüel çevresince bilinen bir isim. Refik Halid Karay onu, 'hür kafalı' diye tanımlamış, Halit Ziya Uşaklıgil Türkçeyi zenginleştirdiğinden, öldürüldüğü sırada yanında bulunan Fazıl Ahmet Aykaç ise hiciv duygusundan bahsetmiş.
Gazetecinin yazılarından derlediği bölümde Hastaş, hür kafasının ve hiciv duygusunun, Samim'i nasıl İttihat ve Terakki'nin hedefi haline getirdiğini ortaya koyuyor.
Samim büyük umutlarla ilan edilen 2. Meşrutiyet'in baskıcı bir yönetime dönüştüğünü düşünüyor; İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kıyasıya eleştiriyor. 31 Mart Vakası'nın cemiyetin görevini yapamamasından kaynaklandığını ve cemiyetin siyasete müdahale ettiğini anlatıyor.
Yazar, araştırmasında Samim'in başına gelecekleri bilmesine rağmen muhalif tavrını sürdürdüğünü de ifade ediyor.
Samim'in cesaretine gıpta ederken, gündemimizden hiç düşemeyen basın ve ifade özgürlüğünün Türkiye'deki akıbeti de soru işareti olmaya devam ediyor.
Kaldı ki cesedinin hükümet tarafından apar topar defnedilmesi, katilinin teşhis edilememesi gibi noktalar ise Samim'in 100 yıllık bir gelenek uyarınca fail-i malum bir cinayetin kurbanı olduğunun kanıtı. (EG/IC)
* Mehmet T. Hastaş, Ahmet Samim/ II.Meşrutiyet'te Muhalif Bir Gazeteci, Araştırma-inceleme, İletişim Yayınları, Haziran 2012, 296 sayfa