Yönetmen Sinem Atakul’un ilk belgeseli olan Gurur Yarası / Wounded Pride hem yasalar önünde hem de toplum nezdinde görünmez olan ev içi emeği ve ev işçisi kadınların örgütlenme hikayesini, hareketi yürüten kadınlarla birlikte anlatıyor.
Çatlak Zemin’den Elif Ege, belgeselin yönetmeni Atakul ile söyleşti. Söyleşinin bir bölümü şöyle:
Belgeselin çıkış hikayesi nedir? Nasıl oldu da bu konu hakkında bir belgesel çekmeye karar verdin?
Belgesel yapmak amacı ile yola koyulmadım aslında. Doktora tezimde kentsel alanda kayıt dışı çalışan kadın yoksulluğu üzerine çalışırken literatürde kalıcı yoksulluk (permanent poverty) tartışmalarında dört yıllık sürece giriş ve çıkış nedenlerini (yoksulluğa giriş çıkış nedenlerini) uzun erimli data ile analiz ediyordum.
Bu sırada TÜİK datalarında bazı hatalar olduğunu fark ettim. Tezin ana mantığından kopup hangi yılda hangi hanede hangi soru değişikliği oldu da bu data hata veriyor diye daldıkça tez konusu benim için akan rakamlar üzerinden flulaştı, bu durum kayıt dışı alanda kadının iktisadi faaliyetlerini yoklamama dair beni tahrik etti diyebilirim.
Zaten kadın özelinde yoksulluk ve ekonomi çalışmalarının sahalarını yürüttüğüm projelerde çalışıyordum fakat genel yorumlamalardan ziyade Kristeva’nın Duns’a atfederek söylediği gibi “genel hayatlardan ziyade tekil dehalar” yani genel yargılardan ziyade biricik hayatların/ biricik kadın hikayelerinin/ biricik dehaların daha kıymetli olacağı düşüncesi içimde büyümeye başladı.
Bu anlamda kadın eylemlerinde de genel sloganlar değil de toplumun şahit olduğu tekil hayatlara dair sloganlar beni daha çok etkilemeye başladı. Kendi kişisel hayatımda ev işçilerinin (çocukluğumdan beri) yaşadığı sorunlara dair birçok şahitliğim olunca tuhaf bir cesaretle ev işçisi Yıldız Ay ile röportaj yapmak istedim.
Daha önce Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği emek günlerinde kendisinin konuşmasının sonlarına yetişmiştim. Anlattıklarını duymadan el hareketleri, beden dili, bakışlarının vurgusu çok etkileyici gelmişti. Kendisinden rica ettim kırmayıp kabul etti ve Sarıyer’de bir evde temizlik yaparken röportajı gerçekleştirdik.
O konuşuyor ben yazıyorum on sayfaya yakın bir metin oluştu elimde. Kendisi hikayesini anlatırken, kendi hayat mücadelesini toplumsal mücadele ile birbirini besleyen damarlar bütünü gibi anlatıyordu. İktisadi terimlerin bu denli yerli yerinde ifade edildiği anlatı beni gerçekten çok etkiledi.
TIKLAYIN - Söyleşinin tamamını okuyun
Kadınlarla nasıl tanıştın? Nasıl bir ön araştırma sürecin oldu?
Bir gün Marmaray’a bindiğimde kendisini KEİG Platformu’nda bir konuşması ile tanıdığım Serpil Kemalbay’ın yanımda oturduğunu fark ettim. Serpil Kemalbay, İmece Ev İşçileri Sendikası kurucularındandır. Neyse, telefonuna bakıyordu. Heyecanlı bir şekilde kendisiyle tanıştık. Benim İmece Ev İşçileri Sendikası yolculuğum Serpil Kemalbay ile başlamış oldu. Sendikanın toplantılarına katılmaya başladım.
Ev işçileri ile tanıştım. Sendikanın bazı işlerinde aktif rol almaya başladım ve ben aslında bir noktadan sonra belgesel çekmeyi unutup ev işçileri sendikasının aktivisti oldum. Elbette toplantılara, çalıştaylara kamera ile gidiyordum ki elimde rahat 60 saati aşan görüntü birikti. Ama ana amaç belgesel olmaktan çıktı.
Aslında bu kısım benim ön araştırma kısmım. Sonrasında şuna karar verdim, daha önce ev işçileri belgeseli çekildi ama yoksulluk dinamik bir şeydir. Bir on yıl öncesinin yoksullukla mücadelesi ile şimdinin yoksullukla mücadele pratiği farklılaşabiliyor.
Ev işçileri eskiden sendikaya üye sayısını artırmaya çalışırken şimdi hukuksal mücadele dönemine girmişti, örnek teşkil edecek kazanımlara erişmişti.
Bazı hak gasplarına karşı hukuksal mücadeleler başlatıldı, yasalara ayar veren hukuksal sonuçlar alınıyor. Ben de belgeselde ifade etmeye çalışacağım biricik hayatların dehasını ifade ederken hukuksal mücadeleye dahil olmuş ev işçilerini göstermeye çalıştım. Yani benim ve ev işçilerinin birbirimize aldığımız mesafede hukuksal mücadele ara yüz olmuş oldu.
Neden böyle bir isim seçtin?
Ev işçisi Gül Korkutan çekim esnasında; “Bu iş bana gurur yarası oldu,” ifadesini kullandı. “Gurur yarası” Dostoyevski’nin de bir kavramı olduğu için çok etkilendim. Bir sonraki çekimde eşi pencereden düşüp ölen Bahri Bey, ev sahiplerinden gördüğü çirkin davranışları anlattıktan sonra bir başın sağ olsun dememelerinin kendi gururuna dokunduğunu ifade etmişti. “Gururuma dokunduğu için dava açtım,” demesi üzerine “gurur yarası” düşüncem pekişti. Dostoyevski karakterleri “gurur yarasına” sahiptir ve gurur yarasından şölen sofrasına uzanan bir arzuda karakterlerini oluşturur.
Kimi karakterler adil bir şekilde şölen sofrasına erişir kimisi de Raskolnikov gibi tefeciyi öldürür. Bu belgesel de haksızlıklara karşı gurur yarasına sahip kişilerin (hepimiz gibi) şölen sofrasına doğru uzanan arzuda adalet/hukuk üzerinden insanlıklarını örme hikayelerini sunmaya çalışıyor.
İlk olarak sık sık 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü ve başka diğer feminist yürüyüşlerden görüntüler görüyoruz belgeselde. Bazılarında ev işçisi kadınlar ya da onların hazırlamış oldukları pankartlar var. Bazı görüntüler ise daha genel. Neden bu eylem görüntülerini koymayı seçtin?
Ev işçileri Türkiye feminist hareket içerisinde örnek alınması gereken bir grup. Genele seslenen bir jargon içinde özel bir grubu işaret etmeye çalıştım. Öfkesiyle coşkusuyla bir arada vermek istedim. İkincisi de kişisel olarak en bayıldığım kısımlardan olan temizlik kovasının içinden ya da bulaşık makinesinin içinden çekilmiş sahneler.
Böyle açılardan çekmenin nedeni neydi?
Kova, bulaşık makinesinin içi, çalışan çamaşır makinesi üzerinde titreyen bezler; bu kısım Gül Korkutan'ın bir ev işçisinin iş standardı ne olmalı diye anlattığı kısımdı. Biraz ev içi eşyalarını, ev işçilerinin daha çok temasta olduğu eşyaları canlı gibi göstererek eşyanın insan üzerindeki hakimiyetini hissettirmek istedim. (EMK)