Öztürk'le Esen'in söyleşisini, kısaltarak yayınlıyoruz:
F.E.- İzmir'e gitmişim, oradan nüfusumu çıkartmışlar.
S.R.Ö.- İzmir doğumlu değilsiniz, nerede doğdunuz?
F.E.- İstanbul'da Gülhane Hastanesinde. İstanbul 1928. Ailemin on üçüncü çocuğuyum.
S.R.Ö.- On üçüncü çocuk?
F.E.- Ama hepsi ölmüş... Tiyatroda ilk halk repertuarlarını denedik, halkevlerinde.
S.R.Ö.- Kaç yaşlarında girdiniz oraya?
F.E.- 13-14 yaşlarında, liseyi bitirmiştim...
S.R.Ö.- Ailenizden söz eder misiniz?
F.E.- Bizim filmcilik hayatında katiyen aristokrat bir aileden gelen kişiler tutunamaz. Ben Ahmet Vefik Paşa'nın soyundan...
S.R.Ö.- Sanatçı bir aile vardı yani ?
F.E.- Sanatçı, bir de asi, onu da ilave edelim. Benim babam askerdi, beni çok serbest bırakmıştı. Baskı altında değildim. Babam çok münevver bir insandı, annem de çok hanımefendiydi.
S.R.Ö.- Eğitimi var mıydı annenizin?
F.E.- Hayır ilkokulu da bitirmemişti ama okuma yazma biliyordu. Ben şimdi 78 yaşında olduğuma göre annemi düşünün. (Feyturiye Esen 1928 doğumlu olduğunu söylemesine karşın, görüşmede, dili sürçerek iki kez 78 yaşında olduğunu söylüyor -S.R.Ö.). O zaman pek azdı öyle okuyan, yazan. Fakat çok güzel bir konuşma kabiliyeti vardı annemin. Baba tarafı Arabistanlı, Libya asıllıdır. Anne tarafı asildir, aristokratız yani. Ahmet Vefik Paşa'dan gelen bir asalet. Babam subaydı o zaman kimsesiz çocuklar subay oluyordu.
S.R.Ö.- ...Severek mi girdiniz Edebiyat Fakültesi'ne ?
F.E.- Özenerek girdim, severek girmedim. Biz Boğaz'da oturuyorduk, dayımın kızı ve ben, ikimiz üniversiteye gidiyorduk. Vapur yolculuğu sırasında o vapurlarda geçen 2-2.5 saatimizden gururlanıyorduk, övünüyorduk.
S.R.Ö.- O zaman çok kız öğrenci var mıydı üniversitede ?
F.E.- 24 kişilik bir sınıftı, 6-7 kız öğrenci vardı. Ben hiç istemezdim edebiyatı, roman mı yazacağım. Çok varlıklı ailenin çocuğu değildim. Ama kimseye muhtaç olmayan bir aileden geliyordum... Biz olgunluk verirdik, liseyi bitirdikten sonra. İkinci bir imtihan devresi geçirilir, 28 lira yatırırdık, kaydımız yaptırılırdı oraya.
S.R.Ö.- Herkes istediği yere girebiliyordu.
F.E.- Keşke başka bir yere girseymişim.
S.R.Ö.- Edebiyat Fakültesi güzel ama.
F.E.- İşe yaramıyor, yaşlanınca daha kötü. Adamlar bana sokakta "Teyze nereye gideceksin," diyor, "Milas'a gideceğim". Duruyor "Sen okuma yazma bilmezsin", "Bilmiyorum evladım, bakıver şuna," diyorum.
S.R.Ö.- Sonra evlendiniz.
F.E.- Eşim çok hassas bir insandı, yaşlıydı, benden büyüktü. Senenin en az 300 günü bana çiçek göndermiştir. Böyle sürprizi, hediyeyi çok severdi.
S.R.Ö.- Nasıl evlendiniz ?
F.E.- Babamın arkadaşıydı. Bir gün bana mektup verdi, bir kağıt açtım baktım, bana hitap ediyor. Benle evlenmek istersen bunu söylüyorum, ama yine senin amcan olarak kalırım istemezsen, bunu da kimseye göstermeden yırt at. Köşe başında kömürcü var, kömürcünün çırağına varıncaya kadar bütün herkese okuttum onu. Alay ediyorum ben. Aa bak İsmail amca benimle evlenmek istiyor. Belki 50 kişiye, onun hiç haberi yok. Dayımın kızı vardı, bana "Sen bununla alay ediyorsun ama niye evlenmiyorsun? Böyle şeyleri seversin," dedi. Benimkisi de şımarıklıkmış. Evlendik biz, 16 sene hiç kavgamız olmadı. Evlendim hamileyim, "İsmail amca" diyorum hâlâ.
S.R.Ö.- Kocanızı sonradan çok sevmişsiniz herhalde.
F.E.- Ona sevgim mantıktı herhalde. Daha sade, çünkü sevgi olsaydı her gün kavga olurdu. Huzuru aramışız. Hiç kavga olmadığına göre düz geçmiş, çünkü ihtiyaçlarımı ben istemeden karşılardı.
S.R.Ö.- Siz âşık değildiniz ama o âşıktı belki de ?
F.E.- Yok canım o da âşık değildi. Çocuklar bana çok düşkündü. Hilal çok zengin çocuğu olarak büyüdü. Matmazeli vardı Fransız ilk defa Rumca konuştu.
S.R.Ö.- Ekonomik durumunuz çok iyiydi o zaman?
F.E.- Eşim öldükten sonra orta halli, fakir olduk yani... Ben bir film çektim, aşağı yukarı ötekilerde de yardımcı olarak gözüktüm.
S.R.Ö.- Bu yapımcılığını yaptığınız diğer filmlerde.
F.E.- Ama yardımcı olarak.
S.R.Ö.- Asistan denilebilir size.
F.E.- Kimisinin yazısına yardım ettim, kimisinin çekimine yardım ettim, kimisinin jeneriğini ben yaptım, jeneriği de çok güzel yapıyordum... Bilge Olgaç'ın stüdyosu çok kuvvetliydi... Hatta onunla film çekecektik. İyi anlaşırdık Bilge'yle. O zaman onun çok zor zamanıydı, yani maddi durumu, filmciler her zaman zor zamandadır. Benim ev problemim yoktu .
S.R.Ö.- Ailenizden geliyordu... Sizden önce Nuran Şener vardı, tanır mısınız hiç?
F.E.- Nuran Şener mi? Tanımıyorum... Dört tane de biz çektik Nuri'yle (Akıncı), 4 film bir arada küçük küçük hikâyelerdi. Benim Yavru Meleğim'i Nilüfer'le (Koçyiğit) çektik... (1961 tarihli bu filmin adı, kaynaklarda Benim Küçük Meleğim diye geçiyor-S.R.Ö.).
S.R.Ö.- Nuri Akıncı'yla mı bunlar? Nuri Akıncı yönetmendi, siz?
F.E.- Ben de onun arkadaşıydım, ama filmciydim yine.
S.R.Ö.- Sete giriyordunuz böylece.
F.E.- Nuri rejisördü, yapımcı değildi... Her gün beraberdik, Nejat'la beraberdik... Nejat, Nevzat Okçugil'in kardeşi, Nevzat da çok fedakardı, hepsi öldüler sırayla. Nejat, Cevat...
S.R.Ö.- Cahide Sonku ile tanışmanız, ilişkiniz nasıl gelişti?
F.E.- Cahide Sonku ile çok çok evvelden ben tesadüfen tanıştım. Yine Nejat'ın yazıhanesindeydi, içmiş içmiş eyvah geliyor dediler. Bu beni bırakmadı "Bana bir şişe şarap alır mısın," dedi. Bir şişe şarap aldım, arkasından bir şişe daha.
S.R.Ö.- Kimin evindeydiniz?
F.E.- Benim evimde, yazlık evimiz vardı, orada yeni bir şarap aldım. Hep içiyordu, çok içiyordu, içmeden duramıyordu... Tabela vergisi gelirdi eşim üst katta ben alt kattayım, yazıhanede. "Buralarda Feyturiye Esen var, tanıyor musunuz? Tabela borcu var". Nejat hemen atılır, "Biz böyle birisini tanımıyoruz," derdi. Bana söylemeye fırsat bırakmazdı. Cezası vardı tabela parasının...
S.R.Ö.- ...Nereden tescil ediyordunuz senaryoları ?
F.E.- Mesela bir tanesini ben kendim yazdım Canım Benim, onun tescilini ettirmedim nasıl olsa yapılacak dedim... Ben kendi üzerime de yaptırmadım, Vecdi Uygun'un üzerine yaptırdım. Ben yaptım ama mecburen maddi imkanlarım yüzünden Vecdi'nin üzerine...
S.R.Ö.- Film çekerken sizi rahatsız eden erkekler oldu mu?
F.E.- Yoo patron olduğum için korkuyorlardı, herhalde. Beğenmedikleri için demiyorum, ama o kadar güzel kadın var ki, beni ne yapsınlar.
S.R.Ö.- Rahatsız edebilirler...
F.E.- Hep arkadaştık o filmler içerisinde, yapımcılarla çok iyi dosttuk. Size en ufak örneğini gösterdim. Vergi dairesinden geliyorlar Feyturiye Esen burada yok diyorlar... Keşke afişleri falan saklasaydık, öyle küsmüştüm ki.
S.R.Ö.- İş kadınlığı da yapmışsınız.
F.E.- Filmcilik yapan her şeyi yapar. Hırsızlığa varıncaya kadar yapar, çek ödemez sahte bono yapar.
S.R.Ö.- Nasıl yapıyordunuz?
F.E.- Filmlere para yatırdım, babamın maddi imkanını kullandım ilk başta...
S.R.Ö.- Bono veriyorlarmış yapımcılar...
F.E.- Aman canım, ödenmeyen bonolar, herkes ödünç para alıyor, işletmeci o filmi mecburen alıyor, iyi de olsa kötü de olsa parasının yerine... Ben çok yanlış yaptım çok, ama o günkü havaya o uygundu. Çok itibar gören bir insandım.
S.R.Ö.- Çiçeksiz Bahçe'yi yapmışsınız 63'te.
F.E.- Onu Ümit Utku yaptı bana. Ümit, ticari düşünen bir insandı. O zaman da yeni filmciliğe oturmuştu. Bugünkü gibi değildi. Fakat çok insan kıymeti bilen biridir, kendi kazanır. Ümit yaptı o işi (yönetmenliği). Bana da çok yardım etti, lokal yardım. Saat 8 oldu mu İlyas Arif'de çalışıyoruz, "8'den sonra çalıştırmam," derdi, cereyanı keserdi. Ümit de tabancayı çekerdi. Orada beklerdi beni film bitinceye kadar. Benim kendi filmim yani. Fedakarlığı çok vardır. 4. Levent'te aldığım evin borcu vardı. Ümit dedim "Benim borcum var, ben gidiyorum çocuklarımı okutmaya," "Abla düşünme," dedi. Üç taksiti en sıkıntılı günümde ödedi, hâlâ borçluyum Ümit'e 280 bin lira, yüzüne bakamıyorum... Ümit'e çok minnettarım.
S.R.Ö.- Peki neden filmciliği bıraktınız. Canım Benim'den sonra.
F.E.- Kocam ölünce paniğe kapıldım... Ben filmden kaybettim sayılmaz, vergiden düştüm, bir Çiçeksiz Bahçe'den kazandım. Gönül Ferman Dinlemez çok masraflı oldu. Ondan çok az kazandım. Kendi filmime gelince paniğe kapıldım. Film, yok yere gitti.
S.R.Ö.- Aslında çok iyi bir film olur muydu? Canım Benim için ne diyorsunuz?
F.E.- Olurdu çünkü benim tek istediğim... Bir maden ocağı, bir mühendis, bir işçi, bir teknisyen göçük altında kalıyor, hikâyesi bu. Yani kızdan ziyade, kız ikinci planda kalıyor. Göçük altında kaldığı, ölümle karşılaştığı zaman hepsi aynı seviyede oluyor. Onu vermek istedim ben. Bir baş mühendis, bir işçi, bir teknisyen bir kişi daha var, bunlar dört kişi, mahsur kalıyorlar.
S.R.Ö.- Kim oynuyordu?
F.E.- Ahmet Mekin baş mühendisi oynuyordu. Şener Şen'in babası Ali Şen oynuyordu. Benim istediğim buydu, çekmek istediğim. Fakat beni yanılttılar. Aslında ben niye söylüyorum, bu filmi hak etmedim diye. Kadın rejisör olarak hakikaten ben de atılım yaptım. Kimse yapmazdı bunu. Çünkü hiçbir şeye, kocama, mal varlığıma dayanmadım. Kendi kendime yaptım. Benim babamdan kalan ufak bir şeyimiz vardı, bir apartmanımız vardı. Kendi çabamla yaptım. Ev kiralarına elimi sürmedim. Çocuklarımı çok iyi yetiştirmek istedim.
S.R.Ö.- Peki film çekerken kocanız hiç karşı çıktı mı?
F.E.- Hayır hep benle sete gelirdi, bayılırdı seyretmeye.
S.R.Ö.- Kocanızı da oynatmışsınız Canım Benim'de.
F.E.- Gece kayboluyordu, figüran gibi, görünmüyor bile... Ama görseniz bir hamal gibiydi orada. Figürana 35 lira veriyoruz, onu ödemeyelim diye yaptık.
S.R.Ö.- Bu işe girerken arkanızda bir erkek yoktu, kimseye dayanmadınız?
F.E.- Hiç kimseye dayanmadım. Aynı karakteri taşıyorum. Benim inadım inattır. Cesaret varmış, hâlâ var biliyor musunuz? Geçenlerde bir film yapmaya kalktım ben. Bir yerden bir teklif aldım, isminizi kullanalım dediler. Süpervizörlük yapın. Şimdi editörlük deniyor ya. Ondan sonra gelin dediler ben kendimi bir güçlü hissettim, ama üç gün sonra bir gribe tutuldum, bir ay yattım. Ama yapamayacağımı bildiğim halde yaparım dedim. Ara sıra sağlığım yerinde olursa kendime güven geliyor. Biraz da ailede yazarlık var.
S.R.Ö.- Onun dışında kendi kendinize filmciliği bıraktıktan sonra senaryo yazdınız mı?
F.E.- Filmciliği boşadım, yani istemedim, istenmeyen bir kocaydı benim için.
S.R.Ö.- Kocanızın ölümünden sonra mı oldu bunlar? Küstünüz.
F.E.- Küstüm, küstüm, karşılıksız çekler, karşılıksız bonolar. Film piyasası sizin zannettiğiniz gibi değil, o zaman çok pis bir iş.
S.R.Ö.- Peki kadın olmak zor muydu o dönemde. Yani kadın olarak yapımcı, yönetmen olmak zor muydu?
F.E.- Yo, ben herkese iltifat ediyordum. Gençtim, yaşlı da sayılmazdım. Hiç kimse de bana, yani hiçbir şey de kondurmadı. Eminim. Evliydim, kocam hep gelirdi akşamları yazıhaneye alırdı. En iyi arkadaşım Nejat'tı, bir de ölen Nuri Akıncı. Filmcilikte şu yardımı öğretti bana, "Para kaptırma, mahvolur gidersin, para kap," dedi bana. Ben de para kapmayı beceremedim. Becerebilsem yapardım. Şimdi banka soyacağımı bilsem soyarım. Beceremem ki! Nasıl olsa yaş haddinden indirirlerdi. Şimdi ben bir senaryo yazdım onu size anlatsam. O teybi kapatsanız ben kısacık bir söylesem....
S.R.Ö.- Maden sahnesi çok zormuş, doğru mu, madene indiniz mi?
F.E.- (Mühendis) İndirdi indirmesine ama bize saat verdi, biz o saatte bitiremedik. Işıklar orada, madenin altındayız. Zonguldak'ta madende çekiyoruz. Benim ilk filmim, bir cesaret bunları çektim. Ya madende kafamıza bir şey gelse, o zaman o kadar canım kıymetli değilmiş. Hilal'i bir vagondan atlattım. Böyle direkler var. Şimdi olsa evladımı oradan atlatır mıyım? Atla dedim vagondan, atladı.
S.R.Ö.- Hilal'in rolü neydi orada?
F.E.- Başrol oyuncusuydu. Hilal çok güzel oynuyordu, çok fevkalade oynuyordu. Ama 14 yaşına gelince buluğ çağı başladı... Ben o zaman bunu çok da güzel, herkes göz koyuyor diye çekiverdim film işinden. Çocuk filmi olsun dedim, büyük filmi olmasın, en son filmi odur yani.
S.R.Ö.- Öpüşme sahnesi çekmişsiniz, çok zor çektim diyorsunuz.
F.E.- İşin en ilginci de şey, bir de bir seks sahnesi koyacaksınız. Yani bir dansöz birisi ile sevişecek muhakkak. Bir mezarlık ve ağıt olacak. Benim filmimde de var tabii. Samim mi oynuyor neydi, ben çekiliyorum, asistanıma sen çek diyorum. Stüdyoda gördüm ki, ay allahım berbat çekmiş o sahneyi. Seks sahnesini... Onu ben çekmiyorum, asistana bırakıyordum.
S.R.Ö.- Peki Hilal'in çok açık sahnesi var mıydı? Dergilerde resmi çıkmış...
F.E.- Hiç yoktu, hiç ama hiç yoktu. Erol'un yazması o. Bir keresinde naylon gecelik almıştı kocam, hediye getirmeyi çok severdi. Kızım da onu giydi üzerine ama içinde de elbisesi var, yatağın üzerine oturdu. Erol da gelmiş resmini çekmiş. Aman ne teklif aldım ondan sonra ben, o filmden sonra. Sizin filminizi beğendik bize satın, biz alalım, paranızı gönderelim. Ben o teklifi kabul edemedim. Çocuğum benim Dame De Sion'da okuyordu. Ondan sonra okuldan bizi biri mahkemeye verdi.
S.R.Ö.- ...Bu filmleri nereden bulabilirim? Sizin elinizde hiçbir şey kalmadı mı?
F.E.- Parça parça ama çok eski yeşillenmiş artık.
S.R.Ö.- Fotoğraflar kalmadı mı?
F.E.- Vallahi hiçbir şey kalmadı. Bir demode ben kaldım.
S.R.Ö.- 62'de mi kurmuştunuz Hilal Filmi?
F.E.- Hayır 57'de kurmuştum da ilk filmim 62'de bitti. Kemal Kan'ın bu kadar uzatması size söylediğim gibi. Kemal Gönül Ferman Dinlemez'e başladı ama bir türlü bitiremedi. Ben de acemiydim. Hiçbir şey bilmiyordum.
S.R.Ö.- En sonunda 62'de bitirdiniz.
F.E.- Ben başladım filmleri tetkik etmeye, ama çok film seyretmiştim. Yabancı film. Evliliğim ve genç kızlığım süresince bütün Avrupa filmlerini görmüştüm. Çok sinemaya gidiyordum. Hilal'i birine veriyordum, sinemaya gidiyordum...
S.R.Ö.- Pişman mısınız bıraktığınız için.
F.E.- Kocamın ölümü, hayat şartları... Hilal 14 yaşındaydı. Buluğ çağına geldi. Onu korumak için ayrıldım. Çok güzeldi. O da evlendi küçük yaşta.
S.R.Ö.- Canım Benim'de hangi roldeydi İclal?
F.E.- Hilal'in küçüklüğünü oynuyordu 4 yaşındaydı. Filme isim koymak için onu koşturduk. Salıncak var, hindi var, koş kızım ağla diyorum. Ağlamıyor, hindi başladı koşturmaya, ben motor dedim hemen, kameraman şaşırdı sağa sola bakıyor, acaba yanlışlıkla mı söyledi diye. Hindi kovalıyor, çocuk onu kucağına alıyor "Korkma, canım benim," diyor. Filmin ismini de oradan Canım Benim koyduk. Koşarken hemen yüzünü çektik. Komşumuzun çocuğu Cüneyt vardı. O da Ahmet Mekin'in küçüklüğünü oynuyordu.
S.R.Ö.- Ahmet Mekin sonra onun büyük haline mi âşık oluyor?
F.E.- Başka türlü âşık oluyor. Öyle büyük bir aşk yok. O yaşın verdiği bir şey.
S.R.Ö.- Platonik bir aşk mı?
F.E.- Judy Garland'ın çocukluğunda oynadığı şeyler gibi. Çocuğa zaten ben aşkı anlatamam ki! Ben bu yaşta öğrenemedim O hiç öğrenemez.
S.R.Ö.- Aşka inanmıyor musunuz?
F.E.- Aşka inanıyorum, ama şimdiki aşklara inanmıyorum.
S.R.Ö.- Hilal Esen'in küçük "Lolita" olarak anılmasından rahatsız oldunuz mu?
F.E.- Oldum, çünkü şoktu o. Birdenbire hiç beklemiyordum. Çocuğun istikbali, tahsili mevzubahisti. Çok güzeldi. Çok da sanatçıydı.
S.R.Ö.- İlerlese yıldız olabilirdi... Aslında o dönemin çocuk oyuncularındandı Zeynep Değirmencioğlu gibi.
F.E.- Onlardan büyük yapılıydı bizimki. Ama hep çocuk filmlerinde oynuyordu. En son 14 yaşında Ahmet Mekin'le oynadı.
S.R.Ö.- En son filmi o mu?
F.E.- Evet bana çalıştığı en son filmi o. Ondan sonra birkaç filmde daha oynadı. İsimleri var. Yılmaz (Güney) ile de çocukluk arkadaşıydı... Hem tiyatroya hem baleye gidiyordu, aynı zamanda. Yılmaz Güney İclal'i de çok severdi. Abla, derdi, ben ona film yapacağım... Biz Fransa'daydık oraya kaçtığı zaman.
S.R.Ö.- Orada görüşüyor muydunuz?
F.E.- İstanbul'da görüşüyorduk. Sonra o böyle şeylere karışınca ben konuşmadım... Sonra Ümit Utku bir gün "Abla sen bunu evinden uzaklaştır, bu komünist," dedi. İçim parçalanıyor. Nuri Akıncı "Hadi ben bunu oynatayım," dedi. Yılmaz da bana geldi, "Abla, ben gideceğim, bana bir mukavele yapar mısın oraya buraya gösteriyim," dedi. Beni seviyorlar film piyasasına hiç borcum yok, hepsi borçlu, Türker (İnanoğlu) bile. Aslında büyük paralar değildi o zamanlar ama... Benim sermayem 3.5 milyondu. Beş film, o kadar. Sonra Nuri Akıncı bir film yaptı bedava yaptırdı zavallı, evinde oturttu. 3500 liraya Yılmaz'la uydurma mukavele yaptık. Oynatacağım filmde, Ümit'ten korkuyorum, sonra Ümit bütün serileri yapmadı mı ona, Ala Geyik... Ondan sonra iyi şöhrete ulaştı. Çok iyi yürekli, film piyasasını çok iyi anlayan, halkı bilen bir çocuktu. İkisi de Cesurdu'yu biz beraber yazdık Yılmaz'la. Ben fikir verdim, şaka söylüyorum bunu. Bizim evde yazdılar sonra Adana'da çekti onu... Başrol oynadı.
S.R.Ö.- Yapımcısı kimdi ?
F.E.- Samim Meriç, Yılmaz Güney oynuyordu. Ferit Ceylan'ın ismi geçti, yani benim de geçebilirdi ismim senaryo hazırlarken. Senaryoyu Ferit, Yılmaz, ben hepimiz birlikte yazdık... O zamanlar çok yobazlaşmıştı film piyasası.
S.R.Ö.- Burçak Evren İkisi de Cesurdu'nun yapımcısıydı diyor.
F.E.- Yarı yapımcısı sayılırım.
S.R.Ö.- Yarı yapımcısı sayılırsınız...
F.E.- Şimdi ben yapımcısıyım desem yalan olmayabilir... Ferit Ceylan, ben, Yılmaz yaptık. Samim Meriç vardı. Onun parası ile yapıldı o film.
S.R.Ö.- Şimdi ilk yapımcısı olduğunuz film Gönül Ferman Dinlemez mi? Kemal Kan yönetmiş?
F.E.- Kemal Kan evet... Yani Kemal Kan'ın yaptığı yanlıştan bu filmin metrajı uzadıkça, siz de benden daha iyi bilirsiniz.
S.R.Ö.- Pahalıya mal oldu.
F.E.- Zaman da uzuyor her seferinde sahne yapıyoruz, mekân belirliyoruz, çok pahalıya mal olan bir filmdi... Şafak Yıldızı'nın mesela jeneriğini stüdyoda ben yaptım.
S.R.Ö.- Rahmi Kafadar diye geçiyor yönetmen ama...
F.E.- Yarıda bıraktı kaçtı gitti, filmi ben tamamladım. Çok güzel bir jeneriği vardır. Ben orada dışarıdan dahi teklif alabilirdim o jenerikle. Çünkü bütün imkanlarımı kullandım ve ben orada ilk jeneriği yapmakla film yapabileceğime kanaat getirdim. Süleyman, montajcı, soyadını bilmiyorum, Turgut Ören zamanında orada yaptık bunun montajını. Ben söyledim yaptık, şuradan kes şuraya bağla... Mesela Fikret Hakan'ı takdim ederken Fikret Hakan diye giriş yapıyorum orada bırakıyorum, duruyor. Gösteriyorum iki saniye, duruyor. Daha bu Türkiye'de yapılmamıştı. Çok eskiden buna benzer yabancı bir film görmüştüm. Ama benimki daha güzel olmuştu, öyle demişlerdi. Ben bunu yaptıktan sonra film yapabilirim dedim. Çünkü stüdyoya girdim bağlantılarını ben yaptırdım. Kes diyorum kesiyor, o da anladı tamam abla dedi bana. Çok da sıkı bir devremdi o zaman.
S.R.Ö.- Çekerken filmin yarısını da siz mi çektiniz ?
F.E.- Çekmedim film bitmişti aşağı yukarı...
S.R.Ö.- Niye Milas'ı tercih ettiniz, yaşamak için?
F.E.- Bu benim kızım (İclal) için. (AD/BB)
(*)Ruken Öztürk'ün 'Sinemanın Dişil Yüzü: Türkiye'de Kadın Yönetmenler' kitabından alıntı. Oğlak Yayınları. 2003