* Bloomberg’ten Onur Ant, Andrew Mayada ve Tuğçe Özsoy tarafından kaleme alınan makaleyi Selay Dalaklı’nın çevirisiyle yayımlıyoruz.
Türkiye’nin finans piyasalarını iflastan kurtarmak ve ilerleyen dönemde yaşanması her geçen gün daha muhtemel olan ekonomik durgunluğu engellemek için öne sürülebilecek neredeyse tüm reçeteler ülkenin cumhurbaşkanının geri adım atmasını içeriyor.
Erdoğan’ın geri adım atmakla ünlü olduğu söylenemez. Fakat liranın serbest düşüşte olduğu düşünüldüğünde, bir şeyler yapılması gerektiği hissi de gittikçe artıyor.
ABD’nin Türkiye’de ev hapsinde tutulan Pastör Andrew Craig Brunson sebebiyle NATO müttefiki Türkiye’ye yaptırım uygulamasıyla başlayan diplomatik kriz lirada yaşanan son değer kaybını tetikleyen önemli bir etken oldu. Bu son değer kaybıyla birlikte, lirada bu sene yaşanan toplam değer kaybı yüzde 30’u buldu. Tüm bu değer kayıpları 880 milyar dolarlık Türkiye ekonomisini sarsıyor, alışverişe çıkan insanlar artan fiyatlarla, şirketler ise Dolar ve Euro üzerinden aldıkları borçları ödeme zorluğuyla karşı karşıya kalıyor.
Erdoğan Türkiye yargısının Amerika’dan emir almadığı konusunda ısrarcı. Ekonominin aşırı ısındığı, dolayısıyla da daha yavaş bir büyüme yolu izlemesi gerektiği düşüncesini reddediyor. Yüksek faiz oranlarına şiddetle karşı çıkan Erdoğan, Haziran ayında yeniden seçilmesine giden süreçte mali bir canlandırmayı destekleyici adımlar attı. Erdoğan’ın ayrıca Türkiye’yi Uluslararası Para Fonu’nun himayesinden kurtarmakla gurur duyduğu da biliniyor.
Analistlere göre, tüm bu politikalar artık tartışmaya açık.
“Sıkıntı içinde”
Londra merkezli varlık yönetimi şirketi BlueBay’den analist Tim Ash, “Türkiye sıkıntı içinde” diyor. Bekleyip görme seçeneği ise tehlikelerle dolu.
Tim Ash’a göre, daha güçsüz bir para birimi nihayetinde ithalata olan talebi sınırlandıracak, ihracatı arttıracak, Türkiye’nin devasa dış açığını eritmesini sağlayacaktır, fakat böyle bir gelişmenin olması “aylar sürecek gibi görünüyor.” O zamana kadar ise, “piyasaların şu an olduğu gibi kısır döngü içinde hareket etmesi durumunda lira için ‘oyun bitti’ de denebilir.”
Salı günü yaşadığı değer kayıplarının ardından, liradaki düşüş Çarşamba günü de devam etti. Türkiye saatiyle 18.15’te lira yüzde 1.1 değer kaybetti ve bir ABD Doları 5.28 Türk Lirası seviyesine kadar çıktı.
Türkiye’den bir heyetin ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlığı yetkilileri ile görüşmek üzere ABD’ye gittiği göz önünde bulundurulduğunda, Erdoğan’ın diplomatik krizi hafifletme yönünde adımlar attığı söylenebilir. Pastörün ABD’ye dönmesiyle sonuçlanacak herhangi bir anlaşmanın olmaması halinde ise ABD başka cezaları devreye sokacak gibi görünüyor.
Söz konusu ekonomi politikaları olduğunda U dönüşü yapmak daha zor olabilir. Yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesine giden süreçte Erdoğan ekonomi üzerinde daha büyük kontrol sahibi olacaklarının sözünü verdi. Söz konusu kontrol, bu sene faiz artırımına giden Merkez Bankası’nı da kapsıyordu. Seçimden sonra yaptığı ilk toplantıda Merkez Bankası tüm beklentilerin aksine başka faiz artırımı yapmaktan kaçındı.
Erdoğan pragmatist mi?
Londra merkezli TD Securities şirketinden yükselen piyasa stratejisi uzmanı Cristian Maggio, Türkiye’nin atması gereken adımları sıralarken “faiz oranlarının yüzde 30 alanına çekilmesi” gerektiğinden bahsediyor. Kısa vadeli oranların ise piyasadan likidite çekilerek bundan daha fazla sınırlandırılması gerektiğini ifade eden Maggio, “Hükümet ilerleyen dönemde karşılaşılacak ekonomik durgunluğu kabul etmeli” diyor.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın lira krizi esnasında merkezi bir rol üstlenmesi bir rutin halini aldı. Bu sefer farklı olan ise, pek çok analistin faiz artırımının tek başına yeterli olmayacağı görüşünde birleşmesi.
Maggio’nun önerdiği çözümler arasında ayrıca sıkı para politikalarına karşı etki etme eğilimi olan mali canlandırmanın “bir an önce sonlandırılması”, Rusya ve İran ile olan bağların yeniden gözden geçirilmesi pahasına da olsa geleneksel batılı müttefiklerle ilişkilerini tamir edilmesi ve “kabinede piyasaların güvenebileceği güvenilir isimlere yeniden yer verilmesi” var. Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yatırımcılarla yakın bağları olan son bakanın yerine damadı Berat Albayrak’ı ekonominin başına geçirdi.
Bazı gözlemcilere göre, Erdoğan ülkedeki pozisyonu ekonomi konusundaki yerleşik inançlarından bile geri adım atmasına izin verecek kadar sağlam olan pragmatik bir lider.
“Yardımcı olmayacak”
Londra merkezli Capitals Economics’ten yükselen piyasalar baş ekonomisti William Jackson, “Erdoğan’ın popülaritesi ekonomik döngülerle birlikte pek değişmiş gibi durmuyor” diyor. “En iyi tahminim, Erdoğan’ın sonunda faiz artırımına izin vereceği yönünde.”
Jackson’a göre hükümet faiz artırımının yanı sıra büyümeyi desteklemek için harcama yapma yoluna da gidebilir. “Fakat benim burada endişelendiğim nokta, bu adımın ekonominin kırılganlıklarını gidermeye yardımcı olmaması.”
Jackson’ın bahsettiği kırılganlıklardan biri de ekonomistlerin bu yıl Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yüzde 6,4’üne ulaşmasını beklediği cari açık. Bu oran yükselen piyasalar arasında rastlanan en büyük cari açıklardan da birini oluşturuyor.
Bunun yanı sıra, Türkiye’deki şirketlerin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın neredeyse üçte biri kadar döviz borcu bulunuyor. Bu durum bankalar için büyük bir tehdit anlamına geliyor. Daha önceki Erdoğan hükümetlerinin sıkı sermaye yükümlülükleri uygulamasıyla birlikte ülkenin finans sistemi küresel ekonomik krizi neredeyse hiç yara almadan atlattı. Şimdi ise bankalar yüksek oranlar ve güçsüz bir lira gibi pek çok riskle karşı karşıya.
“Oldukça kötü”
Erdoğan aşırı piyasa koşullarının bir siyasinin geleceğine neler yapabileceğini biliyor.
Erdoğan Türkiye’deki yerleşik partileri silip süpüren bir mali krizin ardından iktidara geldi. Bundan sonraki dönemde ise yıllar boyunca kendinden önce gelen siyasilerin şekillendirdiği IMF programına takılıp kaldı. Erdoğan, Türkiye 2013 yılında IMF’ye olan son borcunu ödediğinden beri bağımlılık dönemine son verdiğiyle övünüyor.
Bu durum, Erdoğan’ın IMF’den kurtarma paketi talep etmesini zorlaştıran önemli bir etken (IMF Salı günü Türkiye’nin borç için kendilerine herhangi bir yaklaşımda bulunmadığını açıkladı). Diğer bir etken ise, böyle bir adımın Erdoğan’ın ekonomi planında köklü değişiklikler yapmasını gerektirecek olması.
Washington’daki Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’nden Jacob Funk Kirkegaard, “Türkiye’nin ikiz açıkla fonlanan bir büyüme modeli var” deyip ekliyor: “İkiz açıkları fonlamak IMF’nin işi değil. IMF’nin işi bu açıkları bitirmek. Bu da genelde oldukça kötü bir durum.”
“Asıl soru ise Erdoğan’ın IMF’ye gitmeden önce işlerin daha ne kadar kötüye gitmesi gerektiği” diyen Kirkegaard, sorusunu şöyle cevaplıyor: “Bence daha kötüye gitmesi gerek.” (SD/EKN)