Çocukluğumun geçtiği 1980 sonrası yıllarda, köydeki en önemli haber kaynağının BBC'nin akşam bülteni olduğunu hatırlıyorum. 12 Eylül askeri darbesini yapan cunta yönetiminin çok etkisini gösterdiği Tunceli'de yaşıyordum.
TRT eksik, BBC idol idi
TRT'nin verdiği haberlerin güvenilmez olduğunu biliyorduk. Çünkü bölgemizde meydana gelen bir olayı akşam TRT'den farklı ve çarpıtılmış, eksik olarak duyuyorduk.
Ancak BBC'nin hem bölge haberlerine yoğunluk vermesi, hem de kullandığı dil, kısa sürede tek haber kaynağı olmasını sağladı. Özellikle BBC'nin Diyarbakır ve bölge muhabirleri artık idollerim olmuştu.
Çocukluk hayalimdi
Bizim köyde de çatışmalar çıkıyordu, büyük olaylar oluyordu, herkes ne olup bittiğini birbirine soruyordu ama akşam olunca BBC bana bağlanıyordu, ve ben her şeyi güzel güzel anlatıyordum. Bu da çocukluk hayalimdi.
1992 ve 1993'te Güneydoğu'da Newroz kutlamaları kanlı geçti. Bir çok il günlerce kuşatma altında kaldı. Yüzlerce insan çıkan olaylarda, çatışmalarda yaşamını yitirdi. Her şey gözümüzün önünde olup bitiyordu. O dönemde bölgede lise öğrencisi olduğum için bu Newroz'lardan birini Şirnak'ta geçirdim.
Kıyamet kopuyor anlatamıyorduk
Şirnak'ta günlerce sadece silahlı güçlerin hakimiyeti sürdü. Kentin bazı bölümleri gerillanın bazı bölümleri askerin kontrolündeydi. Sokağa ancak beyaz bayraklarla çıkabiliyorduk. Yaşananlarla, gazete ve televizyonlarda anlatılanlar çok farklı idi.
İnsan boğulacak gibi oluyordu. Kıyamet kopuyordu, büyük olaylar oluyordu, biz tüm bunların içinde yaşıyorduk ancak özellikle batıdan gelenlere anlatamıyorduk. Herkes safını seçmişti. Tüm anlattıklarımız onlara propaganda gibi geliyordu.
Gazeteciliğe karar kıldım
İşte o zaman benim yapmam gereken işin gazetecilik olduğunu, tam olarak ve büyük bir sır gibi sanki içime kazıdım.
1995 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni kazandım ve İstanbul'a geldim. İlk iki yıl, okul ve derslerle ilgilendim. Bu arada özellikle radyoları yakından takip ediyordum. Radyoların çoğunda haber yoktu. Bir iki radyo dışında haberciliği ciddiye alan da yoktu.
Göktepe Davası izleniyordu
Artık hayaller dünyasından yavaş yavaş gerçekler dünyasına iniyordum. Bir iletişim öğrencisi olarak haberciliğe, radyoculuğa , gazeteciliğe daha bilinçli yaklaşıyordum. Taşlar yerine oturmuştu. Arkadaşlarım aracılığıyla sık sık radyolara gidip gelirdim.
Sanırım 1997 yılıydı. Metin Göktepe davası gündemdeydi ve duruşma yüzlerce gazeteci tarafından izleniyordu. Gazeteci Can Dündar, gazeteci olmak isteyenlerin ve yaz tatilinde staj yapacak öğrencilerin Metin Göktepe davasını izlemelerini öneriyordu.
"Radyo Umut"ta işe başladım
Staj açısından iyi deneyim sağlayacağını söylüyordu Can Dündar. O yazıyı okuduktan bir süre sonra o dönemde Marmara Bölgesine yayın yapan ve iyi bir yayın çizgisi yakalamış olan "Radyo Umut" ta işe başladım.
İşe başladığımın üçüncü günü, radyo yönetiminin talep etmemesi ve hatta karşı çıkmalarına rağmen arkadaşlarımdan borç para alarak Afyon'a gittim. Basın tanıtım kartını bile yolda kendi yöntemlerimle yaptım.
Erdal Emre, Radyo Umut, Afyon
Davayı büyük bir heyecanla izledim, haberi canlı yayında radyoya geçtim. İtiraf etmeliyim ki, ilk muhabirlik deneyimim, kötü bir "BBC" kopyasıydı. Haberi aktarmanın yanı sıra hava da atıyordum. Haberin sonunda Erdal Emre, Radyo Umut, Afyon anonsunu mutlaka konduruyordum.
Bu da radyo yönetiminin hoşuna gitti ve İki yıl radyo "Umut Haber" merkezi adına İstanbul'da ve Türkiye'nin bir çok ilinde haber takip ettim.
İki yıldır haber müdürüyüm
Okulu bitirmek için "Radyo Umut"tan ayrıldım. 1999 yılında ise "Yön FM"de işe başladım. Üç buçuk yıldır, "Yön FM" Haber Merkezinde çalışıyorum. Son iki yıldır da Haber Müdürü olarak görev yapıyorum.
Türkiye'de radyoculuğun çok bilinçsiz bir şekilde başladığını ve yıllarca el yordamı ile yürütüldüğünü gördüm.
TRT'nin yaptıklarını yapmamak
Radyocuların önünde TRT gibi bir örnek vardı. Onlar da zaten TRT'nin yaptıklarını yapmamak, yapamadıklarını yapmak üzerine zihinlerini örgütledikleri için bu işin rayına oturması yıllar aldı.
"Yön FM"e gelince, uzun bir süredir burada çalışıyorum. Daha yıllarca da çalışabilirim. Bunun tek nedeni, burada habercilik yapabilmemdir.
Binicisi burada patron yok... Radyo çok ortaklı ve hisseli bir Anonim şirket.
Tek iş radyoculuk
Yayın ilkeleri ve çizgisi belli. Genel Koordinatörden, Yayın Yönetmenine, Haber Müdüründen, reklam müdürüne kadar Yön FM'de çalışanların tek işi radyoculuk.
Radyonun tek geçim kaynağı yine yayıncılık ve bunun dışında hiçbir şirketle, dernekle, partiyle ya da grupla ilişkisi yoktur. Radyo çalışanları, hissedarların çoğunu tanımazlar bile, kaldı ki çalışanların içinde de hissedar olanlar var.
Bir bakıma Cumhuriyet Gazetesinin tarzına benzer bir örgütlenme burası. Radyonun yayın, haber ve reklam olmak üzere üç ana bölümü var. Her bölümün başında ise bir koordinatör.
Bölüm koordinatörleri Genel koordinatörle birlikte radyonun koordinasyon kurulunu oluştururlar.İşte radyoyu yöneten de bu Koordinasyon kuruludur. Programlar, haber, içerik, reklam, mali konular. Tümüyle koordinasyon kurulunun yönetimi ve denetimi altındadır.
Tamamen özgürüm
Ben, haber merkezini yöneten biri olarak, söyleyebilirim ki, radyo yönetimi açısından tamamen özgürüm. Ancak bir radyoda haber yapan biri olarak da hesaba katmam gereken bir dizi unsur bulunduğunu da biliyorum.
Örneğin RTÜK. RTÜK'ün çizdiği kurallar gazetecilik ilkelerine ters düşebiliyor. Bu da ister istemez bir oto-sansürü getiriyor.
Yereliz, yerel çizgimiz yok
"Yön FM" bölgesel bir radyo olmasına rağmen, Marmara bölgesinin yapısı, radyonun uydu ve İnternet kanalıyla geniş kitlelere ulaşması gibi bir dizi nedenden dolayı yerel bir çizgisi yok.
Tabii, bilinmeyen bir boşluğa yayın yapıyor değiliz, bizi dinleyenlerin kim oldukların, nasıl yaşadıklarını biliyoruz. Ancak içerik olarak yerel bir içeriğimiz yok.
İki tür çalışan var
"Yön FM"de çalışanları iki bölümde değerlendirebiliriz. Birincisi, gün boyu ve kadrolu olarak radyonun çeşitli bölümlerinde çalışanlar. İkincisi ise haftada bir ya da daha değişik periyotlarla dışardan gelip program yapanlar.
Radyoda kadrolu olanların tek işi radyoculuk. Çalışanlarımızın yarısından çoğu en az 3 yıldır bu işi yapıyor. Çalışanlarımızın yüzde 70'i üniversite mezunu.
Haber Merkezi çalışanlarının çoğunun da iletişim fakültesi öğrencisi ya da mezunu olduğunu söyleyebilirim.
"Dışarıdakiler" de uzman
Dışardan programcı olarak çalışan arkadaşlar da belli bir alanın uzmanları. Örneğin, Türkiye Maden ve Mühendis Odaları Birliği'nden (TMMOB) mimar ve mühendisler, kent, ulaşım, çevre gibi konularda programlar yapıyorlar.
Sendikalardan eğitim uzmanları çalışma yaşamı, sanatçılar müzik programı gibi.
Yayıncılık yapmanın çok zor bir iş olduğunu çalışan herkes bilir; düzenli bir hayatı yaşamak imkansız. Mesai saatleri belli değil. Örneğin haber merkezi çalışanlarının günlük hayatını tamamen haber akışı ve gündem belirliyor.
Haber ve merak rehin alıyor
Diyelim ki saat 18.00'de günlük mesaim sona eriyor ve de saat 17.50'de 11 Eylül tarzı bir olay oldu. Artık, istesem de eve gidip ayaklarımı uzatıp dinlenemem.
Zaten merak ve haberi aktarma düşüncesi diğer koşullardan önce bizi rehin alır. Bunlara, maddi zorluklar, az sayıda personelle çalışma zorunluluğu gibi etkenleri de eklerseniz, işin zorluğu katlanarak artıyor. Yedi yıllık radyoculuk hayatımda hep habercilik yaptım.
Herkes yayıncılık yapamaz
Bu iş bence her yerde böyledir, zordur. Düzenli, huzurlu, sakin bir hayat yaşamak isteyenler yayıncılık yapamıyor zaten. Türkiye'de radyoculuk, yerel medya, Yön FM hakkında yazılacak sayfalarca şey vardır.
Şunu da söyleyebilirim: Çalıştığınız kurumda iyi habercilik, yayıncılık yapabilmek için, o kurumun gerek sahiplerinin, gerek çalışanlarının yayıncılıktan daha önemli, işleri olmamalı.
Onları yayıncılıktan daha fazla heyecanlandıran başka motivasyon kaynakları olmamalı. Mesleğimiz kurumumuzdan daha önemli, özellikle Türkiye şartlarında gazetecilerin mesleklerine karşı biraz kıskanç olmaları gerektiğini düşünüyorum.