Bugün açıklanan enflasyon rakamlarına göre, tüketici enflasyonu yüzde 17.90; üretici enflasyonu yüzde 32.13 oldu.
AA anketine göre, tüketici enflasyonun yüzde 17.73; Bloomberg anketine göre yüzde 18.19 çıkması bekleniyordu.
TIKLAYIN - Tüketici Enflasyonu Ağustos'ta Yüzde 17,90 Oldu
Peki enflasyondaki bu artış ne anlama geliyor?
Ekonomistler Murat Kubilay, Selin Sayke Böke, Mahfi Eğilmez ve Selva Demiralp'in Twitter'dan yaptığı paylaşımlar şöyle:
Sayek-Böke: Stagflasyonun habercisi
* Her gün hissettiğimiz gerçekler bugün veriye döküldü. Enflasyon bir rekor daha kırarak yüzde 15,85’den yüzde 17,90’a yükseldi. Tüketici için yükselişin devam edeceğinin habercisi üreticinin altında ezildiği enflasyon. Üretici enflasyonu da yüzde 25’den yüzde 32,13’e fırladı.
* Yaşanan krizin sonuçları bunlar. Velilerin kırtasiyede, hastaların eczanede, şöförlerin benzin istasyonunda, kamyoncuların köprülerde, hepimizin bakkalda, markette hissetmeye başladığı krizin...
* Üstelik bu enflasyon ekonomik canlılıktan kaynaklı bir enflasyon değil. Ekonomi yavaşlıyor, üretim zorlaşıyorken yaşanıyor. Yavaşlayan bir ekonomi ve yükselen enflasyon: Stagflasyonun habercisi.
* Çünkü TL her değer kaybettiğinde üretimi dolara bağlı tüm üreticiler maliyetin altında eziliyor. Sene başında 1 dolarlık ithal girdi için 3,76 TL öderken şimdi aynı 1 dolarlık ithal girdi için 6,60 TL ödemek zorundalar.
* Üretim TL bazında yüzde 75 daha pahalı! İşte üretici fiyatlarına yansıyan ve yansımaya devam edecek olan da bu. Ve işte üreticiden tüketiciye yansıyacak olan da...
* Bu çöküşün sorumlusu ekonominin üretim ve finansman yapısını doğrudan dışarıya bağlayan, tercihini hep rantçı sermayeden ve talandan yana kullanan ve bunlarla birlikte demokrasiyi yıkıp tek adam rejimini kuran bu iktidardır!
* Çaresi de bu iktidarın yerine halkçı bir ekonomiyi kurmaktan, tercihi çalışandan, üretenden yana kullanacak bir demokratik ve kapsayıcı rejimden geçmektedir. Mücadelemiz işte bu iktidarı kurma mücadelesidir.
* Bunun da ilk adımı bugün yaşanılan krizin, çalışanların, bu düzence yok sayılan yüzde 99’un omuzlarına yıkılmasını engellemektir! Faturayı bu hasarı ortaya çıkartanlar ödemelidir. Bu fatura ortaya çıkarken yok sayılan, ezilen, sömürülen yüzde 99 değil...
* Ekonomideki yapısal sorunları halı altına süpüren, maliyeti her geçen gün arttıran KGF, teşvik gibi politikalarla değil, doğrudan %99’u koruyan politikalarla çıkılmalı krizden. Hep söyledik, yine söyleyelim: Krizin ortaya çıkarttığı kaynak ihtiyacını krizi çıkaranlar sağlamalı.
* Ücretlerin reel olarak düşürülmesiyle değil, bilakis ücretlerin acilen enflasyon kadar artışıyla başlamalı. Vatandaşın kullandığı yollar, köprüler, hastanelerin fiyatları TL’ye çevrilmeli, kaynak ihtiyacı rantçı sermayenin vergilendirilmesiyle karşılanmalı. Doğrusu budur!
Kubilay: 200 TL'lik banknot 70 TL'ye düştü
* Bugün açıklanan enflasyon verisiyle birlikte TL’den 6 adet 0’ın atıldığı 2005 yılının “Ağır Abisi” 200 TL’lik banknotun satın alma gücü yaklaşık 70 TL’ye düştü. Peki nasıl oluyor da 90’lı yıllardaki 3 haneli enflasyon oranları yokken, paramız böyle hızlı değer kaybedebiliyor?
* Çünkü günlük dilde kullandığımız enflasyon, son 12 ayı içermekte. Örneğin bugün açıklanan veriye göre son 12 ayın enflasyon oranı %10,23. 2005 yılından itibaren birikimli ölçtüğümüzde; fiyatların aslında 2,88 katına çıktığını görüyoruz.
* Başka bir ifadeyle paramızın büyük ölçüde değer kaybetmesi için hiper-enflasyona (3 haneli) gerek yok; kronik enflasyon (sürekli %5 üstü) da çok tehlikeli. Son 13 yılın ortalama enflasyonu %8,5. Asıl soru işareti burada oluşuyor: Enflasyonun bize zararı ne?
* Sorunun ilk yanıtı; yüksek enflasyon hayat pahalılığı demek. Bu noktada belirleyici olan ücret artışlarının enflasyona göre durumu. Üst kesim, orta direk ve asgari ücretlisi yüksek enflasyondan ayrı ayrı etkileniyor. İşsizleri ve emeklileri de unutmamak gerek.
* Üst kesim gelirine göre ödediği düşük vergi ve yüksek tasarrufları ile bu durumdan sıyrılabiliyor. Emeklilerse ücretlerindeki sınırlı artış ve faiz/ rant geliri sağlayabilecekleri bir tasarruflarının olmaması sebebiyle, enflasyonun sürekli kaybedenleri arasındalar.
* Orta direkse vergi yükünü sırtlamaktan ve çoğunlukla enflasyon oranının altında ücret zammı almaktan ötürü fakirleşmekte. Ya asgari ücretlilerden oluşan düşük gelir grubu? 2004 sonundan (318 TL) 2017 sonuna (1404 TL) kadar olan sürede asgari ücret %341 artmış.
* Bu artış enflasyonun da %53 üzerinde olmuş. Sonuçlar sürekli hamasi nutuklarda dile getirilenlerden farklı. Bu durumun sağlamasını AKP’nin düşük gelir grubu içerisindeki yüksek oy oranı ile rahatça yapabiliriz.
* Diğer taraftan bu ücret artışı sonrası asgari ücretliye hangimiz çok kazanıyor diyebilir ki? 2018 yılı için aylık 1.603 TL ücretle temel gereksinimleri karşılamak ve şerefli bir yaşama sahip olmak çok ama çok zor. Ancak bir mesele daha var? İşsizler!
* Haliyle işsizler her dönemin kaybedeni. Her ne kadar işsizliğin sebebi yalnızca ücret seviyesine bağlanamayacak olsa da Türkiye’deki artan işsiz sayısında asgari ücretin enflasyonun üstünde tutulması etkili. Bunun sonucu 3,5 milyon işsiz.
* Kısacası Türkiye ekonomisi yüksek işsizlikle düşük asgari ücret arasındaki bir tercihe sıkışmış durumda. Vatandaş ise bu koşullar altında gününü kurtarabilmek için geleceğini satmak durumunda kalıyor. Ya da teknik bir ifadeyle tüketici kredilerine sarılıyor.
* Görseldeki sayılara şaşırmayın, gerçek tam olarak bu: tüketici kredileri 13 yılda 30 katına çıkmış! Enflasyon etkisinden arındırıldığında bile artış 11 kata ulaşmış. Bu krediler özel sektörün yatırım amaçlı aldığı ya da kamunun piyasaya borçlanması değil; vatandaşın borcu.
* Neden? Çünkü orta direk ve emekli her geçen gün fakirleşiyor; asgari ücretlinin göreli kayırılması insanca hayat sahibi olmasına hala yetmiyor; 3,5 milyonluk işsiz ordusu ise hayatta kalabilmek istiyor. Tüm bu grupların bulabildiği tek çıkış yolu kredi çekmek.
* Mesele şu ki taşıma suyla değirmen dönmez. Bu borçlanma işinin karşı tarafı olan bankalar, geri ödeme risklerinin arttığını gözlemledikçe; kredileri önce yavaşlatacak (şu anki durum), sonra tamamen kesecek ve en sonunda geri istemeye başlayacak.
* Peki bu darboğazdan hiç mi çıkış şansı yok? Liberal iktisat bakış açısıyla yok. Bir ülkenin potansiyel büyüme oranının sonuna gelmişseniz; kısa vadede acı reçeteyi içmekten başka çare kalmamış demektir. Ancak gerçek şu ki; tek iktisadi öğreti liberal sistem değil.
* Bu cümleden sonra sizlere sosyalizm ya da komünizmden bahsedeceğimi zannetmeyin. Ben sizlere anayasanın yalnızca 2. maddesini hatırlatacağım. Kısacası hatırlamamız gereken Türkiye Cumhuriyeti’nin SOSYAL DEVLET olduğu ya da olması taahhüdünde bulunduğu.
* Örnek verelim. Aşağıdaki görselde ilk-orta-lise seviyesi eğitim harcamalarındaki kamu payları gösterilmiş. Türkiye’de yükün yalnızca %80’ini kamu üstlenmiş. Beyaz Zambaklar Ülkesi: Finlandiya’da ise %99. Kapitalizmin beşiği ABD ve Britanya’da ise sırasıyla %91 ve %87.
* Bu vergileri belirleyenlerin kendileri 110 bin TL ve hatta çok daha üstünde gelir kazanan, lüks konutlarda yaşayan ve sayısız pırlantalı mücevherleri satın alanlar. Öyle ki çocukları için asgari ücret, lüks kumarhanelerin 1 çipi kadar bile değil.
Demiralp: Önemli olan hedef aşılmadan müdahale
Enflasyon yüzde 7-8 bandındayken faiz artışına gerek yok diyip enflasyon yüzde 18 olunca faiz artmalı demek para politikasını yanlış yorumlamaktır. Çünkü enflasyonu kontrol edebilmek için "hedefi aşmadan" müdahale gerekir. Hedef açık farkla aşıldığında zaten geç kalınmıştır.
— Selva Demiralp (@selva_demiralp) September 3, 2018
Eğilmez: Üretici enflasyonunda 11 yıllık rekor
Üretici fiyatlarının bir ayda en yüksek arttığı ay 2006 yılının Haziran ayı idi (% 4,02.) Ağustos 2018 % 6,6 ile 11 yıllık rekoru kırdı. Sorun kanamayı durdurup ameliyatın tarihini belirlemekten çıktı, kanamayı durdurup durduramayacağımıza dönüştü.
— Mahfi Eğilmez (@mahfiegilmez) September 3, 2018
(EKN)
* Görsel: Pxhere