Gerçekte ise bu işgal, tahmin edildiği üzere terör tehdidini daha da fazla arttırdı.
Yarı gerçekler, yanlış bilgilendirmeler ve gizli ajandalar, ABD'nin Irak'taki savaşın nedenleri hakkında verdiği resmi beyanların karakteristiğini en başından beri ortaya koyuyor. Irak'taki savaşla ilgili olarak ortaya çıkan son gerçekler ülkeyi yakıp yıkan, bölgeyi ve dolayısıyla dünyayı tehdit eden kaosun ortasında tüm çıplaklığıyla göze çarpıyor.
2002 yılında ABD ve Birleşik Krallık, kitle imha silahları geliştirdiği için Irak'ı işgal etme haklarının olduğunu ilan ettiler. Bu, Bush, Başbakan Blair ve ortakları tarafından sürekli olarak vurgulanan "tek soruydu". Ayrıca Bush'un Kongre'den güç kullanma yetkisini almasının tek nedeniydi.
Bu "tek soru"nun cevabı işgalden hemen sonra verildi ve istemeye istemeye kabullenildi: Kitle imha silahları yoktu. Kısa süreli bir duraksamadan sonra hükümet ve medyanın dogmatik sistemi savaşa gidiş sebebi olarak yeni bahaneler ve mazeretler uydurdu.
Ulusal güvenlik ve istihbarat analizcisi John Prados'un, 2004 tarihli "Hoodwinked" kitabında yer alan belgelere dayalı kayıtları, dikkatli, kapsamlı bir şekilde inceledikten sonra vardığı sonuç şudur: "Amerikalılar kendilerinin saldırgan taraf olduğunu düşünmekten hoşlanmazlar, ancak Irak'ta olan açık seçik bir saldırganlıktır."
Prados, "hükümetin sahtekârlığıyla ilgili bir araştırmada, yanlış olduğu aşikâr kamuoyu açıklamaları ve muazzam ölçüde saptırılmış istihbarat bilgilerine ihtiyaç duyan" Bush'u "Amerika'yı ve dünyayı Irak savaşının gerekli ve ivedi olduğu konusunda ikna edecek kadar entrikacı" biri olarak tanımlıyor.
Blair'in savaş kabinesinin 23 Temmuz 2002 tarihli toplantısından çıkan bir notta İngiliz dış istihbaratının başkanı Sir Richard Dearlove, Irak'ta savaşmak için artık dile dolanmış olan "istihbarat ve gerçekler siyasetimizi belirlemiştir" ifadesini kullandı.
Notta ayrıca İngiliz Savunma Bakanı Geoff Hoon'un "rejimi baskı altına almak için Amerika çoktan 'faaliyetlerine' başladı" ifadesi de yer alıyordu.
Bu notun hikâyesini ortaya çıkartan İngiliz gazeteci Michael Smith, daha sonraki makalelerinde notun kapsamını ve içeriğini daha detaylı bir şekilde ortaya koymuştur. Notta "casus belli" olarak anılan bir eyleme girişmesi için Irak'ı kışkırtmak amacıyla koalisyon güçlerinin hava akınları düzenlemesi bu "faaliyetlerin" açıkça içindedir.
Savaş uçakları Güney Irak'ı Mayıs 2002'de bombalamaya başladılar - İngiliz hükümetinin verdiği rakamlara göre o ay tam 10 ton bomba atılmış. Ağustos sonunda ise özel bir "faaliyet" başladı (Eylül ayı boyunca toplam 54,6 ton bomba atıldı).
"Başka bir deyişle; Bush ve Blair kendi savaşlarını herkesin inandığının aksine Mart 2003'te değil, Ağustos 2002'nin sonunda, Kongre'nin Irak'a karşı yürütülecek askeri müdahaleyi onaylamasından altı hafta önce başlatmışlardı."
Bu bombardımanlar, koalisyon uçaklarını uçuşa kapalı bölgede korumak için gerçekleştirilmiş savunma amaçlı eylemler olarak sunuldu. Irak, Birleşmiş Milletler'e bir protesto verdi, ancak misilleme yaparak tuzağa düşmedi. ABD-İngiliz planlayıcıları için Irak'ın işgali "teröre karşı savaş"tan çok daha öncelikliydi.
Aradaki öncelik farkı kendi istihbarat örgütlerinin raporlarında ortaya konmaktadır. Geçen Eylül ayında The New York Times'da Douglas Jehl ve David E. Sanger imzasıyla çıkan habere göre müttefik güçlerin işgalinin arifesinde, istihbaratın stratejik düşünce merkezi olan Ulusal İstihbarat Konseyi'nce düzenlenen gizli bir raporda, "Irak'ın Amerika öncülüğünde işgal edilmesinin siyasi İslam'a desteği artıracağı ve vahşi iç çatışmalara gebe bölünmüş bir Irak toplumuna yol açacağı öngörülmektedir" denmektedir.
Jehl, bir kaç hafta sonra Aralık 2004'teki Ulusal İstihbarat Konseyi'nin "Irak'taki ve gelecekteki diğer olası çatışmalar, 'profesyonelleşmiş' ve vahşi siyasetin kendi içinde son bulduğu yeni bir terörist sınıfı için militan, eğitim sahası, teknik beceri ve dil yeterliliği sağlayacaktır" uyarısını haber yapar.
Üst kademe plancıların terörizmdeki artış riskini göze almaları tabii ki bu sonuçları kabullendikleri anlamına gelmez. Daha ziyade bunlar, dünyanın başlıca enerji kaynaklarının denetim altına alınması gibi diğer hedeflere kıyasla daha düşük önceliğe sahipler.
Irak'ın işgalinden kısa bir süre sonra üst düzey planlayıcı ve analizcilerin daha zekilerinden biri olan Zbigniew Brzezinski, National Interest dergisinde Amerika'nın Ortadoğu üzerindeki hakimiyetinin, "bu bölgeden gelen enerji kaynaklarına bağımlı Avrupa ve Asya ekonomileri üzerinde dolaylı da olsa politik açıdan kritik bir baskı oluşturacağına" işaret etmiştir.
Birleşik Devletler, dünyanın bilinen ikinci büyük petrol rezervlerine sahip olan Irak ve dünyanın başlıca enerji kaynaklarının tam kalbindeki hakimiyetini sürdürebilirse bu durum son 30 yıldır şekillenmekte olan üç kutuplu dünyadaki -ABD hakimiyetindeki Kuzey Amerika, Avrupa ve Güney ve Güney Doğu Asya ekonomileriyle ilişkili Kuzey Doğu Asya- başlıca rakiplerine karşı stratejik gücünü ve etkisini önemli ölçüde artıracaktır.
Bu, insan hayatının, kısa vadeli güç ve refahla kıyaslandığında özel bir öneme sahip olmadığı kabulüne dayalı rasyonel bir hesaplamadır. Ve bu yeni bir şey değil. Bu olaylar tüm tarih boyunca tekrar etmiştir. Nükleer silahlar çağında olduğumuz bu zamanda bugünü farklı kılan ise bedelin muazzam olmasıdır.(NC/ED/EÜ)
* Noam Chomsky'nin yazısını Evren Dağlıoğlu çevirdi.