Babası asgari ücretle çalışanlar, hasta olanlar veya babası olmayanlar... Erkeklerde de durum farksızdır. Çırak olanlara aile durumunu sorarsanız, alacağınız cevaplar yüzde yüz bunlardır.
Sonuç olarak ailesine bir şeyler vermek zorunda olanlardan oluşur. Güçlü ailelerden gelip aileye veren değil de aileden katkı alanlar ise tekstilin üst kademelerinde çalışırlar. Şef, müdür, modelist, stilist gibi.
Daha iyi kazanırlar. Bu kesimin giyim tarzı dahi baskı unsuru olabiliyor biz işçiler üzerinde. İyi şartların getirdiği özgüvenleriyle, tavırlarıyla artık ezilen değil belli ölçülerde ezendirler.
Tek şeritli yol
Özellikle tekstil fabrikalarında sabah sekiz işbaşı, çıkış belirsiz. Tek şeritli yoldur bu; geliş var dönüş yok. Saat yedi buçuk gibi atölyelere gelişler başlar; henüz iş başı olmamasına rağmen bugün mesai var mı diye soranlar olur; bezgin ve yorgundurlar, bu soru değildir, olmamasına dair bir dilektir.
Her saniye hesaplanmıştır. Zamanla müthiş bir yarıştır. Tüm arkadaşlarınız rakiptir artık. Bir sayı eksik iş çıkaramazsın, yetişip geçmelisin. Her gün yeniden başlar, her gün kazanmak zorundasındır bu yarışı.
Eve, çıkmadık bir nefesini götürebilirsin; o da en erken gece on; eve varış on bir - on iki. Bazen ertesi sabahı veya öğleni bulur. Temel ihtiyaçlarına bile çok az vakit ayırabilirsin. Çoğu kere ayıramazsın.
Bu kadar yoğun çalışmak zorunda olan bizlerin dış dünyayla tüm bağlantıları kopuktur.
Buna rağmen bazı işçi kızlar koyu bir makyajla işbaşı yapar; gecenin geç saatlerine kadar çalışacak olmalarına rağmen kime niye süslendiklerini anlamayız çoğumuz.
Zaman zaman takılırız, "Bu şıklık makineye mi, süslü olmazsan makine çalışmaz mı?" gibi. Sevdiğini söyler; sadece kadınların çalıştığı, karşı cinsle en ufak diyalog ortamının olmadığı bu atölyelerde her paydosta itinayla makyaj tazelenir.
Şakayla dile getirdiğimiz sorularımızı yine biz cevaplarız. Sabahın köründen gecenin körüne kadar çalışmak zorunda olan, hafta sonları bile patron ipoteğindeki bizler, yaşama alanları bulamadığımızdan, yaşamlarımız bu dar alanlara sıkıştırıldığı için dışarıda yapmak isteyip yapamadığımız, yaşayamadığımız birçok şeyi içeri taşımak, taşıyabildiğimiz kadar bu duyguları tatmak istememizden kaynaklı olduğunu düşünürüz.
Bu aynı zamanda makineleşen, robotlaşan hayatlarımızda insani kimliğimizin dışa vurumudur bence. Ayrıca iş dışında bir dünyaları olmayan bizlerin hayattaki bir değişiklik, bir renk arayışıdır da aynı zamanda.
Ya evli olanlar, onlar nasıl baş ediyorlardı? Hem bu tempoda çalışıp hem bir evliliği nasıl yürütebiliyorlar? Hadi bizlere annelerimiz yardımcı oluyor. "Yok canım", derdik biz bekarlar, "ev işine mi çocuklara mı yetişsinler? Şimdi bunların cinsel hayatları da kalmamıştır, mümkün değil bu şartlar altında".
Hayallerimiz de fukara
Nasıl kişilik ve karakterimizi içinde yaşadığımız koşullar belirliyorsa hayallerimizi de içinde bulunduğumuz şartlara göre şekillendiririz farkında olmasak da.
Mesela bir ev kadınıysanız ve her gün zorlaşan hayat şartları sizi orta yaştan sonra çalışma hayatına sürüklediyse en büyük hayaliniz en kısa zamanda eve dönmektir.
Çünkü evin dışındaki bu dünyaya alışık değilsinizdir, tanımıyorsunuzdur. Var olmakta zorlanır, insan ilişkileri olsun becerileriniz ve üretim kapasitenizle kendinizi ifade edemezsiniz.
Kötü şartlarda çalışan bir işçinin hayalini iyi şartlarda üretebileceği bir iş süsler. Nedir bu iyi şartlar dediğimiz? Yetmiş saat fazla mesai yapıyorsak, başka işyerinde kırk saatin üstüne çıkmıyorsa fazla mesaimiz bu iyi bir iştir bizim için ya da kuru ücrettense iki ikramiyeli yere iyi deriz.
İşsiz tekstil işçisi iseniz umudu da umutsuzluğu da aynı anda yaşarsınız. İşsiz kalmanızı yüreğinizdeki iyi şartlardaki işi bulmak için fırsat olarak görürsünüz, umutlanır yüreğiniz.
Beklentiniz insani şartlarda üretmek, yaptığınız üretimin ise size yansımasıdır. Bu yansıma size insanca yaşama olanakları sunacaktır. Çok kısa zamanda gerçekle bir kez daha yüzleşirsiniz ödemeler üstünüze, üstünüze gelir. Kah gazete kah sokak ilanlarından iş bakarsınız.
İlk günler seçicisinizdir, aradığınız işi bulamadınız, ya adresleri ters istikamette ya sosyal haklan yok. Daha sonraları vakit daralır. Ay sonuna ücret almanız gerçeği karşınızdadır artık.
Umutsuzluk hakimdir yüreğinize. En kötünün iyisi olduğunu düşündüğünüz adreslerle görüşmeye gidersiniz. İlanlarında sigorta, dolgun ücret yazanlar sigortanın beş ay sonra iyi performans göstermeniz ve işverende güven oluşturma koşuluna bağlarlar.
Dolgun ücret dedikleri bu hale gülsem mi ağlasam mı dedirtir insana. Bazıları sorar saatte kaç kol takarsın? Bir yandan da ağlar piyasa durgun, iş yok, iş nerde. Takacağınız yüz kolun ancak yarısını verir size.
Yine de şu veya bu sebepten takamadığınız koldan siz sorumlusunuzdur. Bir diğeri, "Bizde Fatoş vardı, fırtınaydı sen öyle misin" diye sorar. Şaşkınlık içinde "Ben kasırgayım" diyesin gelir.
O zaman anlarsın ki yalnız tanıdığın meslektaşların değil, aynı ortamları paylaşmadığın meslektaşların da rakibindir. Oysa beklediğiniz, iş başvurunuza profesyonel yaklaşımdır. Bu "gel işimizin şeklini gör, biz de sizin çalışmanızı görelim" olmalıdır.
Son zamanlarda basit işler için bile tecrübeli eleman istiyorlar. Kimse deneyim edinmemiz için olanak vermezse bu tecrübeyi nasıl ediniriz bilen var mı? Bu şartlar altında hayallerimiz de yine temel ihtiyaçlarımıza yöneliktir. Hafta sonu gideceğimiz düğünler için bile izin almakta zorlanırız. Onun için rahat izin alabileceğimiz iş ortamları da hayal olur bizim için.
Umut etmek ayakta kalmaktır
Yoğun iş temposunda kendini geliştirmeyi düşünme bile. Düşünürsen ne mi olur? Modelist veya sürücü kursu almak istersen idareyle görüşür sizi idare etmelerini istersiniz. Önce olur derler, iki gün sonra, "biz seni idare ediyoruz işler sıkışık sen de bizi idare et"le karşılaşırsınız. Böylece ulaşılabilir olan hayaliniz yarım kalır, daha geniş zamanlara ertelenir. Kurs düşünüz geniş zamana kavuşma hayaline dönüşür.
Genç kızlar iyi bir evlilik düşler kafalarında. Böylece çalışma hayatının zorluklarından kurtulacaklarını hayallerler. Komik bulurum bu düşünceleri de, düşünenleri de. Sonradan aramıza katılan erkek arkadaşlarımızı göstererek "Farklı şartlarda mı çalışıyorlar, aynı koşullarda hayatımızı kazanmıyor muyuz?" diye sorarak gerçeklerle yüzleştirdiğimde, başlarını döner yine de umutlanırlar. Çünkü umut etmek ayakta kalmak demektir.
İyi bir işin olduğu gibi iyi bir evliliğin ölçütleri de var. Bunlar eşin evi işi olması gibi; böylece sevgi de şartlara bağlanmış oluyor. En doğal hakkımız olan sevmek ve sevilmek de ulaşılmaz uzak bir hayaldir artık.
Tüm bunlara rağmen fantezilerimiz de vardır. Zaman zaman uzaya gideceğini söyleyenden tutun da kendini patron konumunda düşünenlere kadar. Patron olduklarında maruz kaldıkları veya çevresinde gözlemledikleri haksızlıkları yapmayacaklarını söylerler.
Bir politikacı edasıyla da vaat ederler. Her izne ihtiyaç duyana sorunsuz izin vereceklerini söylerler. Yeni yıl piyangosunun kendisine çıktığını var sayarak bol bol dağıtanlarımız da olur.
Gerçek suçlular
Hayallerimizin kırıldığı da olur. Özellikle zam aylarında beklentilerimiz şöyle dursun ihtiyaçlarımızın bile karşılanmadığı zam farklarını aldığımızda yaşadığımız kırıklıktır.
Ne gariptir ki herkes öfkesini arkadaşından çıkarır, "Sen yirmi tane iş çıkarıyorsun ben elli. Aynı parayı alıyoruz". Zanneder ki ona göre az çalışana aynı para verildiği için kendisine kalmamıştır. Fabrikalarda az çalışan olmaz. Herkes aynı baskıyla yüz yüzedir. Niye patron değil de arkadaşı suçludur hiç anlayamadım.
Çok az okuyan, dünya gündeminden çok az haberdar olan biz işçilerin konuşacakları da kısıtlı oluyor. Genelde dinden söyleşiriz. Sanmayın ilmiyle felsefesiyle. O da kulaktan dolma yarım yamalak söylentilerden ibaret.
Fakat bu kapalı dünyamızda öylesine saf kaldık ki. En çok şiddete lanet yağdırırız, en çok şiddeti anlayamayız. İster psikolojisi bozuk anne babanın çocuklarına uyguladığı şiddet olsun, isterse bir gurubun diğer bir guruba uyguladığı vahşet olsun, içimizde şaşkınlıkla karşılanır.
Herkes birbirine "duydun mu gördün mü çık çık çık ne oluyor insanlara" diye sorar. Bazen konu hakkında fikir sahibi olanlar çıkar. Açıklarlar, şundan dolayı şiddet bundan dolayı şiddet ama bu da şiddeti savunma olarak alınır kabul görmez aramızda. (BA)
* Bu yazı Alınteri gazetesinin Kasım 2004 sayısından alındı.