* İşgücü, nitel ve nicel olarak bir değişim geçiriyor, parçalanıyor. İşçi sınıfı, farklı sorunları olan farklı gruplara ayrışırken, bir yandan da büyüyor.
* Bir yandan uzmanlaşma, bir yandan esneklik dayatması, emeğin niteliğinin "kadıncıllaşmasına" ve işgücü piyasasının "kadınlaşmasına" yol açıyor. Kadınlar, işgücü piyasasında daha üretken ve işlevsel biçimde yer almaya hazır olduklarını, her geçen gün daha fazla hissettiriyorlar. Kadının bu alanda görünür olması, kadına yüklenen görevlerin de yeniden tanımlanmasını ve işgücü piyasasının kadına göre düzenlenmesini gerektiriyor.
* Bugünkü bakış açısıyla kadınlar, uzun çalışma saatlerine ve kötü iş koşularına daha kolay razı olan, işte süreklilik ve güvence aramayan, daha kolay kontrol edilebilen işgücü; özetle daha ucuz emek ve işgücü piyasasının yedek işgücü ordusu olarak görülmektedir.
* Kadınlar aynı zamanda, işgücü piyasasıyla esnek ilişki kuran, emeği "aile bütçesine katkı" anlayışıyla ikincilleştiren işgücüdür. Bu nedenle belirli süreli çalışmalar, geçici çalışmalar, evde çalışmalar, "kadına uygun iş" olarak tanımlanmakta ve yaygınlaştırılmak istenmektedir.
* Bir yandan kadına duyulan saygıyı ifade etmek, öte yandan kadını üretim maliyetlerini düşürecek bir esneklik aracı olarak değerlendirmek ve rekabet koşulları sağlamak ya da yabancı yatırımlar için ucuz işgücü olarak emek piyasasına sürmek de, içinde bulunduğumuz bu sürecin gereklerindendir. Çelişki ve karşıtlık, tam da bu noktada ortaya çıkıyor. O nedenle kadın istihdamının, sosyal diyaloğun etkin konularından biri olması gerekiyor."
Ne kadar doğru? Ne kadar hamasi?
Tamer'in "mükemmel" bulduğu bu analizde, saptamalar ne kadar doğru, ne kadar hamasi?
Şu kadarını söyleyelim ki, 2001 krizinin ardından üst üste gerçekleşen büyüme oranlarına rağmen, istihdam artmıyor, artmayan istihdamda da kadın kendine yer bulamıyor. Yani DİSK Başkanı hangi verilere baktı bilmiyorum ama, emek piyasası"kadınıcıllaşmıyor"...
Türkiye'de kadınlar, 2001 krizindeki hızlı yoksullaşmayı telafi için işgücü olarak piyasaya çıkmaya niyet ettikleri anda, karşılarında işsizliği gördüler ve evlerine döndüler.
O nedenle emek piyasasının "kadıncıllaşması" bir afaki yorumdur. Emek piyasası eskisine göre daha erkekleşmiş ve kadınlara alan bırakmamıştır. Hemen çarpıcı bir sayı vereyim. Kentlerde genç kadınlar arasında işsizlik oranı yüzde 27,5 gibi korkunç bir düzeydedir.
|
Sayılarla konuşalım ve 2002 ile 2005 döneminin "Hanehalkı İşgücü Anketi" verilerini kullanalım. Neler görüyoruz?
1- 15 yaş sütü kadın nüfus 2002'den 2005'e yüzde 10 artmıştır. Bu, 2 milyon 337 bin nüfus artışı demektir. Buna artan potansiyel işgücü de diyebilirsiniz. Ama bunların 2002'de yüzde 27'si işgücü piyasasına girmişken 2005'te bu oran yüzde 24.7'ye inmiştir.
Yani, DİSK Başkanı'nın söylediği gibi, bir "kadıncıllaşma" olmamış, tersine çalışabilir kadın nüfus içinde çalışma ordusuna katılmak isteyenler azalmıştır. 2002-2005 arasında 15 yaş üstü nüfus 2 milyon 337 bin artarken, kadın işgücü sadece 64 bin artmıştır. Bu da çalışabilecek her 100 kadından ancak 3'ünün iş var mı diye piyasaya çıkması demektir.
2- Peki kadını işgücü piyasasına çıkmaktan alıkoyan nedir? Birçok şey ama hepsinden önemlisi yeterince iş olmaması, işsizlik ve erkekler dünyasının acımasız rekabetine toslamanın verdiği yılgınlık.
Nitekim, işgücü olarak piyasaya çıkanlardan iş sahibi olanların 2002'de 5 milyon 672 bin olan sayılarının 2005 sonunda 5 milyon 654 bine indiğini, yani 18 bin azaldığını görüyoruz. Oysa bu dönemde Türkiye üst üste yüzde 8, yüzde 6, yüzde 10 ve yüzde 5'lik büyüme yaşamıştır. Ama bu artan büyümeden istihdam çıkmamış, hele kadın istihdamı hiç çıkmamıştır.
3- Son olarak, işsizlik oranlarına baktığımızda 2002'de kadın işgücünde yüzde 9.9 olan işsizlik oranının 2005'te yüzde 11.1'e çıktığını görüyoruz.
Kadın işgücüne katılım kentlerde daha düşük
Bu, Türkiye genelinin emek portresi. Durum kentlerde farklı mıdır?
Kentler düzeyinde baktığımızda da kadınların kentlerde daha az çalışmayı göze alabildiklerini görüyoruz. Türkiye genelinde kadınlarda işgücüne katılma oranının yüzde 25 dolayında olmasına karşın, kentlerde yaşayan 15 yaşın üstündeki nüfusun ancak yüzde 19-20'si işgücüne katılabiliyor.
Yani 16 milyon dolayındaki çalışabilecek yaştaki kadın nüfusun ancak 3 milyonu işgücü ordusuna giriyor. Dolayısıyla, tarım-dışı kesimin yer aldığı kentlerde işgücünün "kadıncıllaşması" daha da düşük. 2002'den 2005'e bu konuda kadınların şartları biraz zorlayıp işgücüne katılma oranlarını yüzde 18.7'den yüzde 19.8'e çıkarmaya çalıştıklarını gözlemlesek bile, ekonominin, belki de erkekler dünyasını buna çok toleranslı davranmadıkları ortada.
Kadınlar kentlerde iş var mı diye işgücü ordusuna katılsalar bile istihdam edilmeleri hemen mümkün olmamış ve kentlerde işsiz kadın sayısı 2002'de 517 bin iken 2005'te 553 bin olmuştur.
Kadın işsizlik oranları da ancak yüzde 18.8'den, yüzde 17.5'a inmiştir. 2005'te kentlerde kadınlar arasında işsizlik oranı yüzde 17.5, genç kadınlar arasında yüzde 27'5 gibi korkunç bir düzeydedir.
Özet olarak, küresel kapitalizmin, emek sömürüsünde kadını işgücü piyasasına girmeye mecbur bırakarak emek maliyetlerini düşürmesi genel bir doğru olmakla beraber, bizde buna hiç gerek duymadan, eldeki muazzam erkek yedek işgücü deposu tepe tepe kullanılarak istenilen düşük emek maliyetine zaten ulaşılmakta, istihdam edilen ücretlilerin üçte birini kayıt dışı çalıştıracak kadar bir mutlak hakimiyet elde tutulmaktadır.
Böyle bir durumda, kadınlar, isteseler de emek piyasasına kolay kolay girememekte, buna niyetlenenler de büyümeye rağmen istihdam yaratmayan ekonomik çarpıklığın ve erkekler dünyasının rekabetinin amansız dirseğiyle karşılaşmakta, yeniden eve tıkılmaktadırlar.
İşçi sendikalarının, bildik şablonlarla konuşmak yerine, kendi somut durumlarını doğru tahlil ederek, işsizliğin ve istihdam yaratmayan kısır büyümenin, artık kadın-erkek bütün çalışanların baş sorunu olduğunu görmeleri, özellikle de bu politikaların kadınları iki kez mağdur ettiğini görmeleri gerekir. (MS/KÖ)