Radikal bir vurdumduymazlık içinde, berbat bir kıyamet sömürüsü almış başını gidiyor. Ve diyorlar ki; ‘’Terör güçsüz ve çaresizlerin savaşma biçimidir’’. Hiç de bile. Terör güçlülerin, güçsüzlerin güçlenme çabasını [onları dolaylı ve dolaysız yollarla korkutarak] boşa çıkarmak üzere kurdukları sistemi korumak için durmadan birilerini (politik, ekonomik, psikolojik… vs.) öldürmeleridir.
Murat Menteş, Aynalı Barikatlar
Ciğersiz nefes alabildiniz mi hiç? Hırıltılı nefes. Düşük nabızda. Memleketin bir ucunda iken bir başka ucunadan gelen, insanın yüreğinde tank topu gibi patlayan telefon üzerine yolculuk yaptınız mı? Siz cenaze için uçak biletinizi aldığınızda, ailenin henüz hastaneye varmadığını, üstelik de ailenin henüz ölüm haberinden yoksun olduğunu bilme duygusunu tattınız mı? Ertesi sabah uyandığınızda böyle bir zaman diliminin olduğuna inanasınızın gelmediği bir günde metroya binip, yanınıza gelip oturan emekli amcanın aldığı gazetenin üçüncü sayfasında ‘işte patlamada ölenler’ başlığı altında, bir kardeşinizin yarım sayfaya basılmış fotoğrafını görüp, amcanın uzun uzadıya fotoğrafa bakıp, fotoğrafın altına yazılan baştansavma bir özgeçmişi okuduğuna şahit oldunuz mu?
Biz yaşadık abiler.
Ne olduğunun hala farkında değiliz. Farkına varmamıza bile izin vermemişler ki. İçimizde kalübeladan beri yaşamadığımız bir öfke doğumu. Hiç tatmamışız ki böyle bir doğumu. Sabah metroda amcanın elindeki gazetede Elif’in* fotoğrafına bakarak haberi okuyuşunu gördüğüm an Rakel Dink’in söylediği “Bu dünyanın camını, çerçevesini indirmek istiyorum’’ sözünün ne anlama geldiğini aynı kezzapı içerek farkettik. Trabzondan Arhavi’ye yol. Bir yol ne kadar uzun olabilirse o kadar uzak geldi yol bize.
Normal bir ses tonuyla bile konuşamayacağın, konuştuğunda kendini kaba hissedebileceğin naiflikte bir kızdı Elif. Tanıyanların aklına ilk safhada “patlama sesinden nasıl ürkmüştür kuzum” geldi. Adım gibi eminim.
Caminin olduğu yere doğru ilerledikçe hercümerç artıyor. O arttıkça içini saran sarmaşıklar kasılıyor. Emre’ye koşuyoruz. Emre artık bininci eli sıktıktan sonra uçmuş zaten. Sarılıp boynuna birşeyler söylemek istiyorum. Ne söyleyebilirsin ki? Hiçbir şey. Kelimelerimiz de tükenmiş. Tüketilmiş. Söyleyecek sözlerimiz de Garda patlamada yitmiş. Utanıyorum Emre’den, Emre kardeşine değil bana sarılıyor çünkü. Emre kardeşine değil de neden bana sarılıyor o an diye kahroluyorum. Yağmurlu hava, Artvin için sıradan bir hava. Ara ara şiddetleniyor. Namazdan sonra yüklendik tabutu, tabutu yerleştirirken elime bir öpücük kondurup, sola dönmüş yüzünü okşuyorum kefenin üzerinden. Hoşçakal güzel gülüşlü kardeşim, neden orada olduğunu neden o bilyeye isabet olduğunu haykırırken vurdular seni. Buradan daha güzel bir dünyadasındır inşallah diyorum içimden.
Lafı fazla uzatmayacağım. Öznur teyzenin ‘Gelin kızım’ inlemelerine girmeyeceğim. Arhavi’de, Nazımın da dediği gibi ‘kurşun gibi bir havada’, Yemişlik köyünün mezarlığına doğru yol aldık. Çay tarlalarının, fındık ağaçlarının içine gömdük geldik Elifimizi. Gülüşü dünyaları dize getiren kardeşimizi aldılar bizden. Ne ilkti ne de son. Toplumsal kutuplaşma sürecinin son noktası oldu Elifimiz. O gün çay tarlaları, Kato dağına karıştı, Kato, Madran Dağına, Madran, Toroslara. Sizin bu kutuplaşma terörünüz, bunca acının üzerine inşa ettiğiniz ölü itibarsızlaştırmaları, kokteyl zırvaları, vay efendim kendini patlattılar algısı, kısacası türlü türlü, devletin eline her geçirdiği iktidara –en mazlumlarına bile- enjekte ettiği bu zehir, bu dağlara ve bu dağların insanlarına tutmayacak. Kaç ‘gelin kızımız’ girecek toprağa bunu bilemeyiz. Ancak şunu biliyoruz, çünkü gördük; bu toprağın şerefli ve onurlu evlatlarını nasıl bağrına bastığını. Bu toprak, siz zehri elinde tutanları bir paçavra gibi tarihe gömecek.
Not: 15-20 günde anca normal kafaya dönebildik, o yüzdendir geç yazmam. (ATT/HK)
* 20 yaşındaki Elif Kanlıoğlu, Aydın'dan 10 Ekim'de Ankara "Emek, Barış ve Demokrasi" mitingine gidenler arasındaydı. Mersin Üniversitesi Yabancı Dil Yüksekokulu 2. sınıf öğrencisiydi. Cenazesi Artvin'in Arhavi İlçesi'nden uğurlandı.