Fotoğraf: Ali Kemal Erdem
Elias Cannetti'nin Kitle ve İktidar çalışması 1960'ta yayımlandı. Ocak 2022'de Ayrıntı Yayınları'ndan 10. baskısı çıktı. Kitaptan Enflasyon ve Kitle yazısını günün mana ve ehemmiyetine binaen yayımlıyoruz.
Enflasyon, sözcüğün en katı ve en somut anlamıyla bir kitle fenomenidir. Enflasyonun bütün ülkelerin vatandaşları üzerinde yarattığı karışıklık etkisi hiçbir şekilde yalnızca fiili enflasyon dönemiyle sınırlı değildir. Savaşlar ve devrimler bir yana, modem uygarlıklarımızda önem bakımından onunla karşılaştırılabilecek hiçbir şeyin olmadığı söylenebilir.
Enflasyonun neden olduğu kargaşalar öylesine büyüktür ki insanlar bunları örtbas edip gizlemeyi yeğlerler. Her şeyden önce değeri yapay bir biçimde insanlarca belirlenen parayı kitlelerin oluşumunu etkileyecek bir güç olarak görmekte tereddüt gösterirler; bu paranın pratik işleviyle orantısız, akla aykırı, hem de son derece utanç verici bir şeydir.
Bu noktada paranın psikolojik niteliklerinden söz etmek gerekir. Para bir kitle simgesi haline gelebilir ve belirli koşullarda, parayı oluşturan birimler bir kitle oluşturmak için birikebilir. Ancak, ele aldığım diğer kitle simgelerinin tersine, para birimlerinin kendi başına özellik arzetmesi her zaman eşduyumlu bir biçimde vurgulanır. Her bir metal paranın belirgin kenarları ve kendine özgü bir ağırlığı vardır. Bir bakışta tanınabilir ve elden ele özgürce geçerek sürekli çevre değiştirir. Genellikle, üzerinde bir yönetici başının kabartmasını taşır; özellikle değerli bir para olduğu zaman onun adını da taşır; Louis d'oru ve Maria Theresa taleri gibi.
İnsanlar bir metal parayı bir insanmış gibi düşünmekten hoşlanırlar. El, yüzeylerini ve kenarını bir bütün olarak hissederek bu paranın üstünü sarar. İnsanlar için bu kadar çok şey yapabilecek olan metal paraya duyulan şefkat evrenseldir; bu özelliği paranın "karakteri"nin bir parçasını oluşturur. Metal para bir bakıma bir canlıdan, yaratıktan üstündür. Metalden yapılmış olduğu için, sertliği "ebedi" varoluşunu güvence altına alır; ateş haricinde hemen hemen hiçbir şey onu yok edemez. Metal para boyutlarını büyümeyle elde etmez; darphaneden hazır, yapılmış durumda çıkar ve o zamanki halinde kalması, asla değişmemesi gerekir.
Güvenilirlik belki de metal paraların en önemli niteliğidir. Sahibinin tek yapması gereken, onu başka insanlardan korumaktır; paralar, hayvanlar gibi başını alıp kaçmaz. Göz kulak olunması gerekmez; kullanılacakları bir yer her zaman bulunur; saygı gösterilmesi gereken ruh halleri yoktur. Her metal paranın statüsü, farklı değerlerdeki başka metal paralarla ilişkisi yoluyla daha da sağlamlaşır. Bu katı hiyerarşi onları insanlara daha da çok benzetir. Metal paraların, değer sınıflarından oluşan sosyal sisteminden söz edilebilir. Daha üst konumdaki bir metal para her zaman ast konumdakiyle değiştirilebilir, ama tersi asla söz konusu olmaz.
Pek çok halk arasında metal para yığını her zaman hazine olarak bilinir ve daha önce gördüğümüz gibi hazine bir kitle simgesidir. Hazine bir birim olarak duyumsanır; insan tam olarak ne kadar para içerdiğini bilmeksizin peşine düşebilir; her yeri altüst ederek onu arayabilir ve her bir parayı tek tek ayırabilir; her zaman, olduğundan daha büyük olması umulur; genellikle saklanmıştır ve birdenbire gün ışığına çıkar. Ancak hazinenin olduğundan daha fazla olmasını umanlar yalnızca yaşam boyu bütün umutlarını hazine bulmaya bağlayanlar değildir.
Hazineyi biriktirme işlemini yapan insan, onu sürekli büyürken düşler ve bunu sürdürebilmek için de gücünün yettiği her şeyi yapar. Yalnızca paraları için yaşayan pek çok insan açısından hazinenin insan kitlesinin yerini aldığı kesinlikle doğrudur. Bu durum, yapayalnız cimrileri anlatan pek çok öyküde örneklenir. Bu insanlar yalnızca bir hazineyi beklemek, gözlemek ve üzerine titremek için varolan mitik canavarların ardıllarıdır.
Metal paralarla hazine arasındaki bu bağlantının artık modern insan için geçerli olmadığı, her yerde kağıt paraların kullanılmakta olduğu, zenginlerin hazinelerini soyut ve görünmez bir biçimde bankalarda tuttukları itirazı yapılabilir. Ancak paranın geçerli olmasında altın rezervinin önemi ve hala fiilen altının geçerliliğinin olduğu olgusu, hazinenin önemini bütünüyle kaybetmediğini kanıtlar. Teknolojik yönden son derece gelişmiş ülkelerde bile, insanların büyük çoğunluğunun ücreti, çalıştıkları saate göre ödenir ve hemen hemen her yerde, ücretlerinin büyüklüğü metal paralarla düşünülen ölçüler içindedir. Metal paralar haIa kağıt paranın bozdurulmuş hali olarak görülür ve onlara ilişkin eski duygular, eski davranış kalıbı haIa herkese aşina gelir. Para bozdurmak, her çocuğun mümkün olan en küçük yaşta öğrendiği bir şeydir; bu, hayatın en yaygın ve basit işleminin günlük parçasıdır.
Ne var ki parayla, eskisinin yanı sıra yeni bir ilişkinin daha geliştiği doğrudur. Her ülkede para birimi daha soyut bir değer kazandı. Ancak bu bir birim olarak daha az duyumsanıyor demek değildir. Eski günlerin metal parasının, kapalı bir toplumun katı hiyerarşik örgütlenişi içinde bir yeri vardıysa, modern kağıt para da büyük şehrin sakinleriyle böyle bir yakınlık ilişkisi içindedir.
Modern hazine milyondur. Bu sözcüğün büyük şehre özgü bir sesi vardır; dünyanın her yerinde her türden paraya gönderme yapabilir. Milyonun en ilginç yanı, akıllıca bir spekülasyonla büyük bir hızla ulaşılabilir olmasıdır; bütün hırsları para yapmak olanların gözlerinin önünden gitmez. Milyoner, eski peri masallarındaki kralın göz kamaştırıcı niteliklerinden bazılarını devralmıştır. Milyoner sözcüğünün yan anlamları ikilidir; hem insanlara hem de paraya gönderme yapabilir. Bu özellikle siyasi konuşmalarda çok çarpıcıdır. Sayıların çığ gibi büyümesini isteme şehveti karakteristiktir; mesela Hitler'in konuşmalarında. Burada sözcük, Reich'ın dışında yaşayan ve hala kurtulmayı bekleyen milyonlarca Almana gönderme yapar.
Kansız ilk zaferlerinden sonra ve savaşın patlak vermesinden önce, Hitler'in imparatorluk nüfusunun artan sayılarına bakışında kendine özgü bir biçimde tek yanlılık vardı. Bu sayıyı dünyadaki bütün Almanların sayısıyla karşılaştırıyordu. Bunların hepsini kendi etki alanında toplamak, kendisinin itiraf ettiği bir amaçtı; ve bütün tehditlerinde, kendini kutlamalarında ve taleplerinde milyon sözcüğünü kullandı. Başka politikacılar bu sözcüğü daha sık olarak para için kullanır, ama hiç kuşku yok ki sözcüğün bir çiftanlamlılığı vardır. Bir yerdeki insan sayısını, özellikle de değişmez bir biçimde milyonla da ifade edilen büyük şehirlerin nüfuslarını dile getirmek için kullanılmak suretiyle, bu soyut sayı bugün başka hiçbir sözcükte bulunmayan bir kitle anlamıyla doldu. Aynı milyonlarla sayıldığına göre, para ve kitle bugün birbirlerine her zaman olduğundan çok daha yakındır.
Bir enflasyon durumunda ne olur? Para birimi aniden kimliğini yitirir. Parçası olduğu kitle büyümeye başlar ve büyüdükçe her birimin değeri küçülür. İnsanın her zaman istediği milyonlar birdenbire eline geçer, ama aslında artık yalnızca adları milyondur. Sanki ani artış süreci, milyonları değerini artıran şeyden yoksun bırakmıştır. Bu hareketin bir kaçış niteliği vardır; bir kez bir para biriminde patlak verdiği zaman bunun sonunu görmek mümkün değildir. İnsan herhangi bir sayıdan yukarı doğru saymaya başlar başlamaz, paranın değeri de o kadar aşağıya düşebilir.
Bu süreç, kitlenin en önemli ve çarpıcı psikolojik özelliklerinden biri olarak nitelendirdiğim, hızlı ve sınırsız büyüme isteğini içerir. Ancak buradaki büyüme eksi yöndedir; kitle büyüdükçe, birimleri daha da zayıflar. Bir zamanlar 1 mark olan önce 10.000 sonra 100.000 sonra da milyon olarak adlandırılırdı. Böylelikle bireyin marklarıyla özdeşleşmesi bozulur; çünkü artık mark sabit ve durağan değildir, bir anda değişir. Artık bir kişi gibi değildir; sürekliliği yoktur ve değeri de giderek düşer. Paraya güvenmeye alışmış bir insan onun değer kaybını kendi değer kaybıymış gibi hissetmeden edemez. Çok uzun zamandan beri kendisini parayla özdeşleştirmiştir ve ona duyduğu güven kendisine güveni gibi olmuştur.
Enflasyon sırasında her şey gözle görülür bir biçimde sarsılmamakla, hiçbir şey bir saat için bile kesin ve sabit durmamakla kalmaz, aynı zamanda her bir kişi, insan olarak değer yitirir. Her neyse ya da her ne idiyse, her zaman istediği milyon gibi bir hiç haline gelir. Herkesin bir milyonu vardır ve herkes bir hiçtir. Hazinenin oluşum süreci tersine dönmüştür ve paranın bütün güvenilirliği rüzgara kapılıp uçmuştur. Hiçbir hazine çoğaltılamaz; tersine her biri azalır; her hazine birikimi yok olur. Enflasyon, insanların ve para birimlerinin birbirleri üzerinde tuhaf etkilerinin olduğu bir cadı kazanı olarak adlandırılabilir. Biri diğerinin yerini tutar, insanlar kendilerini paraları kadar "kötü" hissederler; ve bu giderek daha da beter olur. İnsanların hepsi, hep birlikte enflasyonun merhametine kalmışlardır ve kendilerini eşit derecede değersiz hissederler.
Enflasyonda, kesinlikle hedeflenmemiş ve herhangi bir ölçüde kamusal sorumluluğu olup enflasyonu öngörebilecek insanları bile korkutacak kadar tehlikeli şeyler olur. Bu durum ikili özdeşleşmeden kaynaklanan ikili bir değer yitimi yaratır. Birey, değerini düşürülmüş hisseder, çünkü güvendiği ve kendisini özdeşleştirdiği birim değer kaybetmeye başlamıştır; kitle de değerini düşürülmüş hisseder, çünkü milyonun değeri gerçekten de düşmüştür. Milyon sözcüğünün iki anlamlı olduğu, hem büyük miktardaki paranın hem de çok sayıda insanın, özellikle de modem bir şehirde oturan insanların sayısını gösterdiği ve bu anlamlardan birinin diğerine geçip onun anlamını beslediğinden daha önce söz edildi. Enflasyon dönemlerinde oluşan, oldukça da sık oluşan bütün kitleler değeri düşürülmüş olan milyon un baskısı altında ezilir. Bir aradaki insanların değeri, tek başına olanlarınki kadar düşüktür. Milyonlar çığ gibi büyüdükçe, milyonlarca insandan oluşan bütün bir halk bir hiçe dönüşür.
Bu süreç, normalde maddi çıkarları birbirinden uzak olan insanları bir araya getirir. Ücretli biri, rantiyeyle eşit düzeyde darbe yer. İnsan bir gecede, bankada güvencede olduğunu sandığı parasını kısmen ya da bütünüyle yitirebilir. Enflasyon, insanlarla sokakta onlara belki de hiç selam vermeyecek oldukları insanlar arasındaki ebedi görünen farklılıkları siler ve onları aynı enflasyon kitlesi içinde bir araya getirir.
Hiç kimse başına gelen ani değersizleşmeyi hiçbir zaman unutmaz, çünkü bu çok acı veren bir deneyimdir. Bu acıyı başka birine yükleyemezse, hayatı boyunca taşır. Bir kitle de kendi değer kaybını asla unutmaz. Bu değer kaybından sonra ortaya çıkan doğal eğilim kendisinden bile daha değersiz, kendisini küçümsediği gibi küçümseyebileceği bir şey bulmaktır. Eski bir hor görmeyi devralıp onu aynı seviyede korumak yetmez. Burada istenen dinamik bir aşağılama sürecidir. Bir şeye öyle muamele edilmelidir ki, tıpkı paranın enflasyon altındaki akıbeti gibi, giderek değersizleşsin. Bu sürecin o nesne mutlak değersizliğe indirgenene kadar sürdürülmesi gerekir. O zaman o nesne bir kağıt parçası gibi atılabilir ya da kağıt hamuruna dönüştürülebilir.
Hitler'in, Almanya'daki enflasyon sırasında bu süreç için bulduğu nesne Yahudilerdi. Yahudiler bu iş için biçilmiş kaftan gibi görünüyorlardı: Parayla uzun sürmüş ilişkileri, paranın hareketlerini ve dalgalanışını kavrama gelenekleri, spekülasyon becerileri, davranışlarının, Almanların ideali olan askerce tutumla çarpıcı karşıtlıklar gösteren para piyasalarında, birlikte sürüler oluşturmaları; bunların hepsi, paraya karşı tavrın değişken olduğu, ona kuşku ve düşmanlıkla bakılırken, Yahudiler kuşkulu ve düşman görülmeyebilirdi ama öyle olmadı. Birey olarak Yahudi göze "kötü" görünüyordu; çünkü diğerleri parayla nasıl başa çıkacağını bilmezken ve parayla hiçbir işinin olmamasını yeğlerken, onun parayla arası iyiydi. Eğer enflasyon Almanların yalnızca bireyler olarak değerlerinin düşmesine yol açsaydı, birey olarak Yahudilere duyulan nefretin kışkırtılması sorunlu olurdu. Ancak durum böyle değildi; çünkü, milyonları baş aşağı gidince, Almanlar kendilerini bir kitle olarak da aşağılanmış hissettiler. Hitler bunu açık bir biçimde gördü ve bu yüzden eylemlerini bir bütün olarak Yahudilere karşı çevirdi.
Nasyonal Sosyalizm, Yahudilere yaptığı muamelede, enflasyon sürecini büyük bir titizlikle tekrarladı. Yahudiler önce kötü, tehlikeli ve düşmanlar olarak görülerek onlara saldırıldı; sonra daha da değersizleştirildiler; sonra Almanya'da yeterince Yahudi bulunmadığından, işgal edilen ülkelerdekiler toplandı; son olarak sözcüğün tam anlamıyla, milyonlarcası cezalarını çekerek yok edilecek haşarat muamelesi gördüler. Almanların bu kadar ileri gidebildikleri; bu denli büyük çaptaki bir suçta ya doğrudan yer aldıkları ya göz yumdukları ya da görmezlikten geldikleri gerçeği karşısında dünya, hala dehşete kapılmış ve sarsılmış durumdadır. Birkaç yıl önce, markın değerinin önceki değerinin milyarda birine düştüğü enflasyondan geçmemişken Almanlara bunu yaptırmak mümkün olmayabilirdi. Almanlar, bir kitlesel deneyim olarak bu enflasyonun yerine Yahudileri koydu.
Kitabın tanıtımından...Elias Canetti'nin 30 yıllık çalışmasının ürünü olan Kitle ve İktidar sosyoloji, antropoloji, psikoloji... gibi disiplinleri içeren; ama onların sınırlarıyla yetinmeyen benzersiz bir çalışma olarak tanınıyor. Canetti bu kitabında “kitle” ve “iktidar”in birbirlerini nasıl etkileyip çoğalttığını; insanlar arasında “emir” ve “itaat” ilişkisinin nasıl biçimlenerek saldırganlık mekanizmalarına dönüştüğünü anlatıyor. En az sorgulanan, dolayısıyla en tehlikeli şey olan “emir verme”nin emredilende özgür bir kişilik edinmesini önleyen bir sizi bıraktığını, bu sızının sürekli emredilenlerde katmerleşerek itaati içselleştirdiğini gösteriyor. Canetti 1930'larda kitle eylemlerinin her tür politik mücadelenin en önemli silahı olduğunu fark ederek “kitle” ve “iktidar” ilişkisi üzerinde çalışmaya başlar. Çalışması ilerledikçe ilişkinin “tarih üstü”boyutlarını keşfeder ve insanın özüne yönelir. Hayvan sürülerini, bir araya gelmiş her tür insan topluluğunu çağ, coğrafya, din farkı gözetmeksizin devasa bir literatür taraması yaparak inceler. Yaşadığı yıllar, özellikle İkinci Dünya Savası'nın tarihteki en büyük kitle hareketlerinin ve kitlesel yıkımların görüldüğü yıllar olması; bir “iktidar” simgesi olarak Hitler'in vahşeti doğru iz üzerinde olduğunugösterir: Kitle yıkıcı, iktidar öldürücüdür. İnsan “iktidar” isteği ile Tanrı'nın kıyamet ve dehşet tehdidini çalmıştır. Ölüme karşı direnmenin yolu ise emre karşı koymak ve yaratmaktır. Canetti “düşünmek ısrar etmektir” diyerek Kitle ve İktidar'ı kaleme aldığı 30 yıl boyunca bu çalışmasını gölgeleyecek kapsamda başka eser vermedi. Çok sayıda araştırmaya ve her yıl Viyana'da düzenlenen bir sempozyuma konu olan bu kitaptan sonra insan doğasının kitle ve iktidarla ilişkisini bu denli kuşatan başka bir kitap da yayımlanmadı.Düşünsel zenginliğinin yanı sıra böylesi kitaplarda çok az rastlanan edebi bir anlatıma da sahip olan Kitle ve İktidar, zamana karşı direnerek insani anlamada başvuracağımız vazgeçilmez kaynaklardan biri haline geldi.Anlamanın müthiş bahtiyarlığını hissetmek isteyenler için... Kitap künyesi
Elias Canetti hakkında25 Temmuz 1905'te, Bulgaristan Rusçuk'ta Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesiyle 1911'e İngiltere'ye taşındı. Babanın 1912’de vefat etmesiyle de ailesi Viyana'ya gitti. İlerleyen zamanlarda ailesiyle Viyana'dan da taşınarak sırasıyla Zürih ve Almanya'da yaşadı. 7 yaşındayken Ladino, Bulgarca, İngilizce ve biraz da Fransızca konuşabiliyordu. Fakat Viyana'dan itibaren genellikle kullandığı dil Almanca oldu. Gelecekte kaleme alacağı önemli eserlerini de Almanca yazdı. 1924’te Almanya'da liseden mezun olduktan sonra ve kimya eğitimi görmek için Viyana'ya geri döndü. 1929’da da mezun oldu. Üniversite öğrencisiyken yazmaya başladı ve Viyana'daki edebiyat çevrelerine girdi. 1930’ların başlarında Amerikalı yazar Upton Sinclair’in yapıtlarını Almanca’ya çevirdi. 1934’te kendisi gibi yazar olan, 1963'te kaybedeceği Veza Taubner ile evlendi. Nazilerin Avusturya'yı işgal etmesinden çok kısa bir süre önce Paris'e, Paris'ten de Londra'ya geçti. Hayatının büyük bir bölümünü İngiltere'de geçirdi. Sonrasında Zürih'e geri döndü ve 1994’te burada öldü. "Geniş bir bakış açısı, fikir zenginliği ve sanatsal güç ile işaretlenmiş yazıları için" 1981 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. |
(HA)