Ekoloji biliminde ve yönetiminde modellerden teorilere giden dev bir sıçrama söz konusudur. Bir coğrafya parçasının ekonomik-sosyal gelişmesini ve ekolojik değerlendirmesini aynı anda hesaba katan böyle bir kaotik yaklaşımın sosyal bilim alanında olduğu kadar, kamu yönetimi alanında da yeni yansımalarının olması kaçınılmazdır.
"Çevre" denilmesi bir zihniyetin göstergesi
Ancak bu gelişim süreci bizi başka acı ve çıplak gerçeklerle yüzleştirmektedir. "Çevre" İle "ekoloji" bilimini aynı kefeye koyan katı bir akademik yaklaşım, başlı başına bir ekolojik felakete yol açacak statik bir zihni birikimi içerisinde taşımaktadır. Buradaki kurnaz kaygı, kavramın öz Türkçesini bulmaktan ziyade bir zihniyetin başat göstergesidir.
Bu bağlamda, yeni tanımlama, sosyal ekoloji ve fiziksel ekolojiyi de kapsayacak şekilde bir toplam ekoloji biliminin içeriğindeki paradigma değişikliği, daha doğru bir yaklaşımdır. Farklı nesneye ve bilgi kuramına sahip iki bilim alanının bütünleştirilmesi konusu eklektik olarak ele alınamaz.
Çevre bilim = biçim bilim
Zaten, "çevrebilim" olarak yanlış anlamda savunulan bu güdük görüşten kastedilen biçim bilimdir. Normatif bilimle oynanır, ama gerçek bilimle asla. Geleneksel bilim ve özellikle sosyal bilim anlayışımız İle bir ekolojinin tanımlanması, ekolojik süreçlerin anlaşılması, dünyada ve kıta Avrupa'sında terk edilen bir görüştür.
Geleneksel bilim anlayışının gerçekleri (fenomenleri) doğrusallaştırmaya yönelik geliştirdiği analitik yöntemlerin, özellikle ekoloji bilimi gündeme geldiğinde, yetersizliği ortaya çıkmaktadır.
"Ekoloji" gibi düşünmeden, doğanın birikimsel taşıma kapasitesini, ekosistemin sınırlılıklarını ve gelişim kapasitesini anlamadan yapılan bilinçsiz (akılcı olması önemli değildir) her türlü mekan planlama faaliyetinin, ekolojik çöküntüyü hızlandırma tehlikesi vardır.
Ekoloji biliminin hızla gelişmesi geleneksel bilim anlayışımızı ve kullandığımız analitik yöntemlerin işlevsizliğini artırmaktadır. Geleneksel bilim bu anlamda ileride bilim felsefesinin eleştiri konusu olmaya namzettir. Ne yazık ki; gerçeklerin peşinden koşan bilim, gerçeklerin gerisinde kalmıştır. Önde giden teknoloji olsa gerek!
Ekolojiye müdahale
Bu bağlamda "Ekoloji Planlanamaz". Ekosistem yaklaşımlarında, sistemik yöntem denemelerinde bilinçsiz "planlı yaklaşımların" yeri yoktur.Ekolojiyi ve ekosistemi ancak algılayabiliriz ve belki de bu sürecin planlamasında, kamu yöneticileri ve plancılara düşen, insan davranışlarının ve her türlü ekonomik-mekansal-sosyal eylemlerinin ekolojik süreç içindeki etkilerinin yorumlanması ve gelişime etkilerinin saptanmasından ibarettir.
Ekolojiye müdahale, yanlış mekanda, fonksiyonda, zamanlamada ve yanlış sektör kararlarını içeren (masculer) pozitivist bir planlama eylemi olarak görülmemelidir.
"Öğrenen sistem" (herhangi bir ekosistem) hakkındaki belirsizlikleri anlamak, sistemi gözlemek ve bir süreç içerisinde, yorumlamaya olanak sağlayıcı bir bilgi ile mümkündür (Hermenutik Yaklaşım).
Doğa zaten kendi kendini yönetir. Ama insan populasyonu ve yerleşmelerinin yönetilmeye ihtiyacı vardır. Gelişmiş ekolojik kirlilik, izleme, denetleme ve simulasyon sistemlerinden alınacak bilimsel çıktıların yorumlanmasına yönelik olarak, çevresel otoriteler ve (gelişmeci) planlama otoritelerinin örgütlenmesine olanak sağlayacak yeni bir (ortaklaşa) yönetim ve planlama anlayışı gereklidir.
Tavşanlarla tilkiler arasındaki interaktif yaşam dizgesinde bir insanın taraf tutmasının traji-komik sonuçları ortadadır. Bu noktada; ekolojik sisteme yönelik bir yöntemin ve yönetim aracının geliştirilmesi aşamasında üst ölçekli mekan planlaması paradigmalarının değişen anlamı kurgulanmadan yapılan her çalışma; (yasal düzenlemeler de dahil) geçmişin betimleyici bir tekrarından başka bir anlam ifade etmez.
Bir ekosistem, özelliği gereği ne idari sınırları, ne planlama sınırlarını ne de "çevre"yi tanır. İçinde gizli bir mekansallığı ve sürdürülebilirliği barındırmaktadır.
Doğanın ve aklın enayisi
Şimdi, dev bir felsefe adamına kulak verelim;
"Akıl ve doğa, ikisi de ayrı ayrı bağımsız bir yapıya sahip. İki anlayış da içinde büyük özürler taşıyor. Ne doğanın ne de aklın ve bilimin enayisi olmamalı. Aklın enayisi olmak, akıl ve analitik bilim adına insan yaşamının -ve düşüncesinin yoksullaşıp kirlenmesine yol açabildi. Böylesine tanrısallaştırılmış akıl, akıldışı sonuçlar açtı başımıza. Gerçekte hem doğa dışımızda bağımsız, hem de içimizde bizle birlikte.
"Doğa bizle birlikte kendini değiştirmekte...Neyin doğaya uygun neyin aykırı olduğunu nereden biliyoruz? İnsan merkezli bir doğa anlayışım bırakalım savı, insan merkezli bir sav değil midir? Siz kendi çevre anlayışınızı doğal buluyorsunuz da, karşınızdakinin ekoloji anlayışını neden doğal bulmuyorsunuz?" diyor Ahmet İnam.
Doğanın ve aklın enayisi olmamak, sanırım empati bilinci ve sessizlik içinde, farkındalığın farkına varmak felsefi becerisini de gerektiriyor...
Bütün köklü öğretilerin özünde sevgi ve iyi niyet yatar. Bilinçten yoksun bir evrende yaşıyor olabilir miyiz? Lineer bir bilim anlayışının ötesinde, eşyanın gerçek doğasını fark etmemizi sağlayan bir içgörü ve üst bilinç ile temellendirilmiş hologramik bilim anlayışı, ekoloji biliminin anahtar kavramıdır. Ekosistem empatisine dayanan bir çevre ahlakı savunuculuğu, alan bilgisi gerektirdiği gibi, pozitivist-Kant'çı bilimsel etik anlayışından farklı bir felsefi açılımı da gerekli kılıyor.
Köklü öğretilerin özünde sevgi ve iyi niyet var
Tanrı taşta uyur, çiçeklerde rüya görür, hayvanlarda uyanır, İnsanlarda uyandığının bilincine varır (Tao). Sevgi ve ruhsal bilinçle seyreltilmiş akılcı bir bilim vizyonu, eko-küre için bir umuttur.
Aksi takdirde; anlama "can" katan, Trabzonlu 'hamamcı' fıkrasında anlatıldığı üzere; Karadeniz'deki kirlilikten dolayı hamsinin azalmasından paniğe kapılan Temel'in, hamamcı arkadaşıyla, hamamda tuz takviyeli kurna suyuyla hamsi çiftliği kurma projesinde olduğu gibi, bir çevre sorununu önlemeye çalışan bu iki kafadarın bir başka ekolojik yıkıma sebebiyet vermesi kaçınılmazdır.
Eko sistem yaklaşımına dayalı bir planlama söylemi, bu açıdan bakıldığında ne ukala, empati yoksunu çevre bilimcilerine, ne tüccar akademisyenlere, ne de sayısız takıntıları olan soluk yüzlü sığ kent bilimcilerine bırakılmayacak kadar ciddi bir olgudur. En önemlisi de bir "ruhsal-duygusal olgunluk" ve algılama durumudur.(TÇ/EZÖ)
* Tahir Çalgüner'in yazısı Üç Ekoloji Dergisi'nin kış-ilkyaz 2004 sayısından alındı. Dergi, üç ekolojiyle "doğa, düşünce ve politika"nın ekolojisini kast ediyor ve yeşil politika yaklaşımıyla ekoloji ve çevrebilim farkını tartışan yazıları yayımlıyor ve yılda üç kez çıkıyor.