Başbakanın gelişi nedeniyle, bazı yaşlı ve çocukların özel olarak odalarından uyandırılarak getirildiğini söyleyerek "Biliyor muydunuz?" diye sormuş. Gazeteci yanıt alacağına azarlanmış...
"İyi niyetli değilsin, edepsizlik yapma!"
Erdem soruyu iyi niyetle sorduğunu söylemiş ama, bu kez Başbakandan aldığı yanıt daha sert: "Edepsizlik yapma, sus konuşma, hadi ordan..."
Sonra korumalar olaya müdahale etmiş. Gazeteci hırpalanmış. Sert muamele gördüğü odadan salıverilmiş...Ardından da görevini yapmaya çalışan gazetecinin uğradığı muamele ve edepsizlikle suçlanarak bırakılması haber oldu...
Anımsıyor musunuz? Terörü herkesin lanetlediği ve üzüntülerin doruk noktasında yaşandığı günlerdi. Cenazeler kalkıyordu...22 Kasım 2003...Üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçmiş. Unutuldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, teröre kurban giden polis memurları için düzenlenen cenaze töreninde konuşmuşlardı..
Her ikisi de medyayı suçlamışlardı. Başbakan, cenaze töreninde yaptığı konuşmada İstanbul Emniyet Müdürüne hak vermişti:
''İstanbul DGM Başsavcısı, bir mahkeme kararı aldı. Bunu açıkladı. Buna rağmen medya, hâlâ insanı dehşete düşürecek o sahneleri yayımlamaya devam ediyor, isimleri vermeye devam ediyor. Allah aşkına biz bununla, terörle nasıl mücadele edeceğiz?" diyordu.
Basını sorumsuzlukla suçlamıştı.
Emniyet Müdürü Cerrah ise konuşmasında ''Birinci olayda olduğu gibi failleri çok kısa sürede tespit ettik. Uzantılarını da takip ettik. Ancak sorumsuzca davranan medya ve basınımız, failleri maalesef deklare ettiler, uzantılarını da deklare ettiler. Eğer sorumsuzluk olmasaydı, şu anda bu şehitlerimiz burada yatmıyordu, şehit vermeyecektik, 27 vatandaşımız ölmeyecekti. Ancak sorumsuz yapılan bu yayımlar, özgür basın adına, maalesef 27 vatandaşımızın şehit olmasına sebep olmuştur. Yakalamak üzereydik, takip etmek üzereydik. Şu anda buradaki şehitlerimize tören yapmıyor olacaktık.''
27 vatandaşımızın ölümünden basın sorumlu tutulmuştu. Gazeteciler ölümlerden sorumlu teröristlerdi ve caniler onlardı!...Hatta Cerrah'a göre bunun önlenmesi için Basın Yasası'nda bazı değişikliklerin olması lazımdı.
Konuşmasını ''11 Eylül terör olayları takip edildiğinde ABD'de basın üzerine düşeni yaptı. Her şeyi yazmamıştır, failleri yazmamıştır. Ancak burada yapmış olduğumuz her şey faile uzanmak üzereyken, 1 saat arayla ve ikinci olayın failinin de kaçmasına sebep olmuştur. Bu mudur basın?..." sorusuyla sürdürmüştü. (Cumhuriyet 23.11. 2003)
Ertesi gün tepkiler gecikmedi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti açıklamasında yersiz suçlamalarının, aynı zamanda sorumsuzluk örneği oluşturduğu belirterek şöyle denilmişti:
''Açıklamalar mantıktan çok duygusallığın ağır bastığı bir ortamda ama sorumluluktan uzak bir yaklaşımla gerçekleştirilmiştir. Başarısızlıkları medyaya fatura etmek, alışageldiğimiz bir yaklaşımdır. Ancak ilk kez bu kapsamda ve boyutta bir çarpıtma ile karşı karşıya kaldığımızı vurgulamak isteriz. Türkiye'nin içinde bulunduğu psikolojik koşullar, suçlamalara aynı ağırlıkta yanıt vermemizi engelliyor. Sadece açıklamaların haksızlığını ve hukuka aykırılığını vurgulamakla yetiniyoruz.''
Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, cenaze törenini fırsat bilerek basını sorumsuzlukla suçlayan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah için ''Sayın Cerrah kendi işini yapsın yeter. Basına karışmak onun boyunu aşar'' yanıtını vermişti.
NTV Haber Yayın Yönetmeni Ayşenur Arslan ise Sayın Cerrah'ın son derece talihsiz bir açıklama yaptığını ve haddini aştığını belirterek şu soruyu sormuştu:: "Cerrah, bu sözleriyle medyayı suçlu ve sorumlu ilan etmiştir. Bir bakıma da hedef göstermiştir. (....) 30 kişinin ölümünden neredeyse doğrudan sorumlu gösterilen medyanın genç muhabirleri, kameramanları bundan sonra herhangi bir sert tavra maruz kalırsa, bunun suçlusu ve sorumlusu kim olacaktır?"
Evet gazetecilere karşı sert tavırların suçlusu ve sorumlusu kim olacaktır?
Anımsatmak için yazdığım önceki sözlerin "söylenmemiş" ve "yaşanmamış" sayılmasına karar verildi. Unutulmak üzereydi ki; yılbaşını Karabük'teki "Yaşlılar ve Çocuk Yurdu"nda karşılayan Başbakan Erdoğan kendisine soru yönelten Vatan gazetesi muhabiri Nuri Sefa Erdem'i "edepsizlikle" suçladı.
Soru soran gazeteci kötü muameleye maruz kaldı. Gazeteci korumalar tarafından bir odaya çekildi. Hırpalandı ve bırakıldı.
2 Ocak 2004 günü Cumhuriyet gazetesinde "edepsizlik yapma" diyenle dayak yiyen gazetecinin haberi "Erdoğan basına çattı..." manşeti ile birinci sayfadan verilirken, olayı görmezden gelerek, Başbakanla "çatışmak" istemedikleri için gazeteci meslektaşlarını feda etmekten çekinmeyenlerin yaptıkları zoraki haberler, birkaç satırla iç sayfalara atılmıştı...
Edepsizlik yapan kim? Soru soran gazeteci mi? Yoksa ben miyim? Unutulmasın ve akılda kalsın diye yakın geçmişteki söz ve davranışları bir kez daha yazmak mı edepsizlik?
Dayak yiyen meslektaşları için tek satır yazmayıp olayı görmezden gelmek, gazetecilerin meslek etiğine göre "edepli" bir davranış mı sayılmalı? Yoksa bu olayı "unutmayıp" yaşanmış olaylar hanesine kaydetmekle terbiyesizlik mi ediyorum? Herkes "edepli", ben edepsiz miyim? (Fİ/NM)