Konuşmasında sık sık, geçmişteki ve günümüzdeki medyayı karşılaştıran Ragıp Duran "Eskiden gazetecilik gerçekten mülksüzlerin, fukaranın, yani toplumun sesiyken; daha sonra sanayileşme, teknoloji ve iktidarla birlikte artık toplumun sesi olmaktan çıkmış ve siyasi, ekonomik, ideolojik iktidarın sesi olmaya başlamıştır" dedi.
"Nüfus her geçen gün artıyor ama gazete tirajları artmıyor, televizyonların izleyicisi bile önemli ölçüde azaldı. Eskiden bir şeyin doğru olduğunu kabul ettirmek için, 'Öyle deme, gazete yazmış' denilirdi. Çünkü güvenilirdi. Şimdi, 'Gazete yazmış' dendiğinde kimse ciddiye almıyor, gülüp geçiyor."
"Konsey yetersiz"
Ragıp Duran basındaki iç denetimin işlemediğini belirtti ve "Etik, ombudsman, Basın Konseyi, okur mektupları gibi kavram ve kurumlar ortaya çıktı. Ancak bu konuda pek bir yaptırım yok" dedi ve "Andıç olayı"nı örnek verdi.
"Andıç olayını hepimiz hatırlıyoruz. Şemdin Sakık henüz yakalandığında, hazırlık soruşturması yapılırken, iki belge Genelkurmay'dan iki büyük gazeteye sızdırılıyor. Birtakım insanların PKK ile yakın ilişkileri olduğu iddia ediliyor.
"Bir büyük gazetenin baş yazarı da bu insanları şerefsizlikle, haysiyetsizlikle suçluyor. Bu çok açık gazetecilik etiğinin çiğnenmesidir. Daha sonra yarım ağızla özür dilendi ama Akın Birdal da vuruldu. Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand da kamuoyu önünde askeri makamların önderliğinde PKK yanlısı olarak nitelendirildiler. İlginçtir, aynı şahıs, gazeteciliğin etiğini korumakla sorumlu bir Konsey'in de başında."
"Hürriyet tepkileri görmezden geldi"
Duran, gazetelerde açık tartışma olmadığını, çalışanların vv okurların görüşlerinin yayın çizgisi üzerine etki edemediğini söyledi. Duran şu örneği verdi:
"Mesela Hürriyet gazetesinin yirminci sayfasında tek sütuna 5 cm yayınlanacak bir haberin kaderi Ertuğrul Özkök'ün iki dudağı arasındadır. Büyük gazetelerin çoğunda tartışma olmaz. Gazetenin daha iyi yayın yapması için, genel yayın yönetmeni veya yazı işleri müdürünün çalışanından görüş alması lazım. Gazete dışında da okur ile tartışma ortamı oluşturulmalı."
"Somut bir örnek vereyim; hatırlayacaksınız, ABD'nin Irak' ı işgali sırasında Hürriyet Gazetesi savaş yanlısı bir tutum sergiledi. Bu savaş yanlısı tutum nedeniyle okurların yüzde doksanından tepki maili aldığı halde hiçbirini yayınlamadı. Ombudsman sormuş Ertuğrul Özkök'e, 'Yayınlayalım mı, yayınlamayalım mı?' diye. O da, 'Okura göre mi belirleyeceğiz çizgimizi!' demiş. Tabi ki okura göre yayın politikası belirlenmez, ama burada söz konusu olan okuyucu tepkilerinin yüzde doksanı gibi büyük bir oran. El insaf!"
"Patronların da etiği yok"
Duran konuşmasında, okura, izleyiciye, dinleyiciye doğru, güvenilir, inanılır, çok boyutlu ve hızlı haber verme görevini etikle birlikte yürütmenin zor olduğuna değindi. Bunun nedenlerini de şöyle sıraladı:
"Bunun için iki engel var. Birincisi; 'gerçeklik' ile 'medyatik gerçeklik'. Biz mümkün olduğunca gerçeği yansıtmak zorundayız. İkincisi; 'medya mülkiyeti'. Bir medya organının, yayınladığı şey ve mülk sahibiyle organik bağı vardır. Medya mülkiyetinin doğurduğu bir başka unsur da, Türkiye'deki askeri iktidar. Mesela Türkiye'de hiçbir ana gazete, ordu aleyhine yazı yazmaz. Çünkü başka tür ilişkiler var. Türk basını her zaman hükümet yanlısı olmayabilir ama her zaman devlet yanlısıdır.
"Bir de şu var; Gazeteciler Cemiyeti'nin Yazı İşleri ve Haber Merkezi için belirlediği kuralları var. Bizim kurallarımızın olması yetmiyor ki. Çünkü gazeteyi biz çıkarmıyoruz, patronlar çıkarıyor. Patronların ise bir etiği yok. Gazete patronu, bugün bu partiyi destekliyorsa, yarın başka bir partiyi destekleyebilir. Onun herhangi bir kimseye hesap verme zorunluluğu yok. Bir genelgeyle, 'Bundan sonra AKP aleyhine bir yazı yazılmayacaktır' ya da 'CHP lehine bir yazı yazılmayacaktır' dediğinde iş bitmiştir. Bu işin bir etiği, kuralı yok.
"Gazetenin esas yayıncısının ilkesi olmayınca, çok da bir anlamı kalmıyor aslında. Hürriyet'ten bir arkadaş bir gün, 'Habere giderken, birtakım ipuçları bulduğum şahıs hakkında önce ticaret sicil kaydına bakıyorum' dedi. Yaptığı işle ticaret sicil kaydı arasında nasıl bir bağ olduğun sorduğumda bana şöyle cevap vermişti, 'Bizim patronun o kadar çok şirketi var ki, bazen bizim patronun şirketlerinin birinde üçkağıt buluyorum, ne de olsa yayınlamayacaklar diye uğraşmıyorum.' Durumun özeti budur."
"Patron da biz olalım, çalışan da"
Duran medya mülkiyetiyle ilgili şunu önerdi:
"Medya mülkiyetini bir ölçüde değiştirebiliriz. Dünyanın çeşitli yerlerinde de değiştirme girişimleri var. Eğer bir gazetenin mülkiyetinin -ki sadece solcu değil, muhafazakar, sosyal demokrat gazetelerde de- mülkiyetin en az yüzde 51'i çalışanların elinde olursa, birinci koşul olarak da okurların, izleyicilerin veya dinleyicilerin yine en az yüzde 20'lik bir payı olursa, o gazete başka türlü çalışır. Çünkü ancak o zaman çalışanlar olarak biz birbirimize karşı sorumlu olacağız, patron olmayacak veya herkes hem patron hem de çalışan olacak." (EÖ/TK)