Kiracılığın günümüzün evrensel derdi olduğunu, fordist üretim tarzından çok daha fazla azap verdiğini söylemek, yıllarını kiracı olarak geçiren biri için hiç de abartı sayılmaz. Fordizme gönderme yapmamızın nedeni, elbetteki Marx'ın birleşmeye çağırdığı eski işçilerin, yeni dünyanın kiracıları olduğu savımıza dayanmaktadır!
Zira, düyanın yeni patronları, yeni sahipleri ev/konut/gayrı menkul sahipleridir artık. Mal-mülk meselesini makro düzeyde tartışanlar, hocamız, büyüğümüzdür. Bizim ise "hayatın gerçek yüzünü", kiralık ev ararken başımıza gelenleri, belki bir dipnot olur diye anlatmamıza müsaade ediniz lütfen.
Ev sahibi kılıklı emlakçılar, emlakçı kılıklı polisler
Eğer akşam başınızı sokacak bir eviniz yoksa, akşam saatlerinden itibaren evlerine çekilen insanlara gıptayla bakar, onların yerinde olmak için can atarsınız ya, işte bizim üç ay önceki halimiz buydu. Üç ay boyunca bu acınası halimiz, daha da trajik bir hal alarak sürdü.
Elbette gecelerimizi soğuk banklarda geçirmediğimiz için şükrediyoruz arkadaşlarımıza. Ancak insanın kendi evi gibisi var mı, sorusundan hareket ederek, kiralık emlak ilanlarının tekelini elinde bulunduran gazeteyi her sabah edinip, tek tek telefon açarak ev aramaya başladık.
Kimi zaman ev sahibi kılıklı emlakçılarla karşılaştık kimi zaman da emlakçı kılıklı polislerle...(Tabii ki resmi polislerle değil, kendince "toplum polisliğine" soyunan normal vatandaşla).
Bu vesileyle edindiğimiz ilk bilgiye göre, ev sahipleri şahsında emlakçılar, öğrencilerden, yabancılardan/"aksanlı" konuşanlardan ve tabii bekarlardan hazzetmiyorlar.
Öyle ki iş, faşizan bir uygulamaya dönüşüvermiştir. Çünkü parası olsun veya olmasın, Ankara'da bir bekarın, bir öğrencinin veya "aksanlı" konuşan bir gencin temiz, düzgün bir ev bulma şansı neredeyse hiç kalmamıştır. Varsa yoksa, evli veya devlet memuru kiracı aranmaktadır.
Öğrenci, bekar veya "yabancının" yeri ise, bodrum veya zemin katlarıdır. Bu iddiamızın bilimselliğine inanmıyorsanız, açın bakın emlak ilanları tekelini elinde bulunduran gazeteye; kiralık evlerin yüzde doksanı için: "Memura veya aileye" notu düşülmüştür.
Hatta bir arkadaşımız evli olduğunu kanıtlamak için evlilik cüzdanını bile yanında gezdirdiğini söylediğinde, işin vahameti daha da anlaşılır olmuştur.
Kilit soru: Memleket nere kardaş?
Elbette ki ev sahiplerinin kaygıları da anlaşılır gibidir. Ancak hiçbir kaygı, faşizan uygulamaları haklı çıkarmayacağına göre, ev sahipleri ve emlakçılara, bulup da kiralayamadığımız her ev için beddualar ediyoruz.
Aşağı Ayrancı'da, zemin kat, 2+1, merkezi ısıtmalı bir evin sahibinin telefon numarasını kiralık evin camından büyük bir iştahla kopardıktan sonra kontörlü telefonu olan bir büfede ev sahibiyle aramızda geçen konuşmaya keşke bianet okurları da tanık olabilseydi!
Söz konusu "sahip", ev kirasının 450 milyon, depozitonun 500 dolar, aylık yakıtın da 100 milyon lira olduğunu söylüyor önce. Depozitoyu çıkarırsak, kiracının her ay 550 milyon sabit gideri olmuş olur.
İki ev arkadaşı olduğumuz için de yaklaşık 300'er milyon gider demektir bu. Olsun, ne de olsa o evi bizim için çekici kılan şey, işe gidip gelirken yol masrafımızın ve emlakçı komisyonunun olmayacağıydı. Tabii evi kiralayabilmek için evlenmemiz veya devlet memuru olmamız da istenmiyordu.
Tüm bunları, telefon kontörlerinin hızına paralel biçimde hesaplayıp, ev sahibine, "tamam, yarın görüşelim" deyince, doğal olarak memleketimizin sorulduğu ana geliyoruz; memleketimizi söyleyip, hemen arkasından da, "ama gazeteciyiz" dememiz hiçbir işe yaramıyor.
En az bin kez aldığımız, "yok kardaş düşünmüyorum' yanıtıyla kapanıyor telefon yüzümüze. Böylece son paramızı da kontörlü telefona verip ağlamaklı bir şekilde eve dönüyoruz. Unuttuğumuz ayrıntı geliyor aklımıza, "aksanlı konuşmamak gerek". Bu yüzden de fırsat buldukça ev sahipleriyle, aksansız konuşan arkadaşımız görüşüyor. Aksanlı konuşan ben, aradan çekiliyorum.
Emlakçının kuşkusu!
Ayrancı, Dikmen, Öveçler ve Esat semtlerinin tümünü, sokak sokak dolaştıktan ve hiçbir ev kiralamayı başaramadıktan sonra, öğrencilerin yoğunlukta olduğu Cebeci, Kurtuluş ve Kolej semtlerine yöneliyoruz.
Burada, istisna ile karşılaşmadığımız için kesin olarak tüm emlakçıların, öğrencileri horlarcasına davrandığını anlıyoruz. İçeri girince, yüzümüze bile bakmadan, bekara ev olmadığını söylüyorlar. Varsa bile, üniversite kayıtlarının başlamasıyla birlikte müşteri kaygısı ortadan kalktığı için, hiçbir pazarlık payı bırakmıyorlar.
Emlakçıya bir kira bedeli komisyon, en az 500 dolar depozito, boya/badana ise bizden. Ev ise yer altında olduğu için güneşi ancak sokağa çıkınca görmek mümkün olabilir...
Yoğun tempomuzdan mı, şanstan mı bilinmez, Esat semtinde güneş gören ve bekara da verilen bir ev olduğu haberini alıyoruz. Ev gerçekten de güneş görüyor, temiz vs. Emlakçıya 450, kiraya 450 milyon lira, 500 dolar depozito da verirsek, iş tamam... Diye düşünüyoruz. Ancak değilmiş! Memur kefil de istenince, onu da yapabileceğimizi söylüyoruz. Ancak tüm şartları yerine getirmeye razı olduğumuzu gören emlakçı kuşkulanıp, kilit soruyu soruyor nihayet..!
Ev sahibinin kuşkusu!
Sonuç olarak, yüzlerce ev ve ev sahibi/emlakçı tarafından geri çevrildikten sonra, zemin katta bir ev kiralayabiliyoruz. Ev sahibi Bursa'da yaşadığı için, bir kuaförü aracı yapmış. Şükürler olsun ki aksansız konuşan arkadaşımızla telefonlaşan ev sahibi, evi vermeye ikna oluyor.
Ancak aracılık yapan kuaför bizden komisyon alma derdinde değil yalnızca. Gerçekten gazeteci olup olmadığımızı merak ediyor. Nitekim ertesi gün gazeteden arıyorlar: "Seni ev sahibi aradı. Burada çalışıp çalışmadığını, nereli olduğunu filan sordu. Nereli olduğunu bilmediğimizi ama gazeteci olduğunu söyledik."
Allahtan, anlaşmayı alelacele imzaladığımızdan, ev sahibi vazgeçmek için geç kalmıştı. Yoksa şu an kiralık ev arayışımızın dördüncü ayını doldurmuş olacaktık.
Tabii tüm ev arama macerası içinde düşündüğümüz Kiracılar Manifestosu'nu kaleme alıp, geceleri gizlice tüm kiralık evlere, "Dünyanın Bütün Kiracıları Birleşin!" sloganını yazmaya da başlamış olacaktık...(İA/BB)