Ancak son cümlemi "27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününüz kutlu olsun" diyerek bitirdim. Aklımdaki pek çok repliği ve oyunsal bir edebi dili düşümde saklayıp tüm ciddiyetimle her zamanki kutlamalardan bir klişe cümlesini izleyicilere sunduğum için de kendimi affedemeden...
Öyle babası ve annesinin görevi gereği Anadolu'nun ücra köşelerinde yaşayan bir çocuk olarak sahne sinema nedir bilmeden, doğal ortamın güzelliğiyle paralel bir hayat gerçeğinin küçük adımlarını attım sadece. İşte o kadar.
Denizli merkezine yıllar sonra gelebilen bir öğretmen ailenin kızı olarak medeni dünyanın sanat eserleriyle sinemanın almış başını giden gelişimiyle bir hayli geç oldu tanışmak.
Anadolu: Yoklukların diyarı
Ne dekor, ne ışık, ne kamera, ne de ekip... Düş dünyanın dış dünyaya galip gelmesinde etkili bir yol: Kitaplar... Belli ki kitap serüvenim yokluktan. İyi ki de öyle olmuş, insanın parasızlığa bel bağlamadan, bahane üretmeden kolayca yapabileceği en güzel şeyleri kitap okuyarak öğrenebildim. Kitapların dost olduğu anlayışına klişe diye bakanları da hiç sevmedim bu yüzden...
Sanmayın ki kendi hayatımı dökeceğim ortaya. Sadece iletişim fakültesine ve modern dünyanın gidişatını anlayabilmek için büyük bir hevesle atladığım Radyo Televizyon Sinema bölümüne giriş maceramın birkaç detayını anlatmadan geçemeyeceğim.
"Tiyatro yazarlığı ve Dramaturji" bölümünde okuyan Denizlili bir arkadaşımın da İstanbul'da olması bizi sinema-tiyatro tartışmalarına götürdü epeyce bir süre. Kısa filmler yazardık. Tiyatrocular bol diyaloglu biz sinemacılarsa sözsüz olabildiğince görüntünün anlatım gücüyle bol sessiz filmler kurardık.
Sürrealist tablolara bakarak doğaçlamanın gücüyle yazardık metinleri. Binlerce hikaye. Ulaşılamayan metinler... Sonu gelmeyen söyleşiler... Neden bu kentte olmasın ki dedirten...
Özlüyorum. Denizli'ye beş yıl sonra dönen biri olarak düş gücünü harekete geçirecek malzemenin yokluğunda bu gün kendimi kötü hissediyorum.
Şimdi dünyanın pek çok yerinde festival havasında kutlanırken Dünya Tiyatrolar Günü, sokak tiyatrocuları düşmüşken yollara, bu günün hatırına düşmüşken bilet fiyatları, seçim şansının çok olduğunu bilmenin maymun iştahlılığıyla koşturabilecekken bir oyundan diğerine, odamda oturmuş klavyeden çıkan sesi dinliyorum.
Denizli'den gençleri uzaklaştıran en önemli faktörlerin başında bir kıstırılmışlık duygusu gelir. Hallaç pamuğu gibi atıldığına bile sevinirsin. "Gidelim buralardan" şarkısını kim bilir benim dönemimden kaç kişi Öğrenci Seçme Sınavı'na (ÖSS) hazırlanırken gözleri buğulanarak söylemiştir.
Dünyayı keşfetme çabası ve telaşı içinde olan gençler uzakların sesine kapılır. Ancak bu kentte gençlerin bir arada olabileceği, yaratıcılıklarını ortaya koyabileceği mekanlar kulüpler, atölyeler olmadıkça, anneler "Yavrum Denizli'yi yaz" demeye devam edecek her sınav tercih döneminde...
Bir sanat merkezi şart!
Varolanın sıradanlığına kapılmak çok kolay. Bu yüzden okey oynayarak geçiyor gençlerin üniversite yılları. Oyun deyince akla artık tiyatro falan da değil internet geliyor. Söz uçup gidiyor "msn" saatlerinde.
Geriye ne diğer kuşaklara bir miras ne yazılı bir metin kalıyor. Ne de diğerlerinden farklı sadece kişiye özgü bir hayat. Birbirine benzeyen insanlar, farklılığı ve yeniliği arayamayan kuşaklar bir de belgesi, yaşam zenginliği olmayan bir kent kalıyor.
Kurumların, yerel yönetimlerin, üniversitenin ve sivil toplum kuruluşlarının dünyada bilmediğimiz kaç oyun, farkına varmadığımız kaç hayat, olay olduğunu anlamamıza yardımcı olacak adımlar atması için bir sanat merkezi için el ele vermesi dileğimi bu kez dışımdan söylüyorum...
Dünya Tiyatrolar Gününü ise ne yazık ki yalnız kutluyorum. (ÖÖ/EZÖ)