Dünya Kupası üzerine çok konuşuldu, çok tartışıldı. Hatta karşılaşmalar sırasında kullanılan futbol topu bile bir çok sosyolojik analize tabi tutuldu. Evet aslında Dünya Kupası karşılaşmaları, bize aynı zamanda futbolun sadece futbol olmadığını, bu etkinliğin çok daha makro düzeyde okunması gerektiğini öğretti. Biz de bu etkinliği, bir arada yaşayan insanların içinde, bu bir aradalığı en iyi ve en adil şekilde düzenlemek üzere varlık gösteren, kendi kişisel yaşam çerçevelerinden ötesini de düşünen ve bunun üzerinde " hassasiyet gösterme yükümlülüğüne sahip" olduğu iddia edilen "Aydınların" tepki(sizlik)lerini değerlendirmeye çalışaçak, "Aydınların" Dünya Kupası karşılaşmaları döneminde Türkiye'de yapmaları gerekenleri yapıp yapmadıklarını, belki haddimizi aşarak (fakat aynı zamanda "aydınlatılmaya muhtaç" bir birey olarak haklı bir şekilde) sorgulama cürretini göstereceğiz.
Tabii bizden, haklı olarak, öncelikle "aydın" kimliğini ortaya koymamız, "aydın"ın ne olduğunu belirtmemiz istenebilir. Aydının da sağcısı, solcusu vardır; "sağcısı ne yapar, solcusu ne eder, ne etmeli", diye de sorulabilir... Ne var ki biz bu kavramsallaştırmanın zaten aydınlar tarafından yapıldığını söyleyeceğiz; kaldı ki aydın'ın varlık sebebi ve entelektüel'den ayrıldığı temel noktalar yıllarca tartışıldı ve zaten bu konuda kısmen de olsa bir uzlaşıma varıldı... (Tartışma ile ilgili olarak bkz. Meriç Cemil, "Mağaradakiler", İletişim Yay.) Dolayısıyla biz bu 'klasik' tartışmaya girme gereğini görmüyoruz.
Dünya Kupası karşılaşmaları, aydın'ın popülist, şovenist söylemle karşı karşıya gelmesine sebep olabilecek derecede, egemen ideolojinin sinsi politikalarının su yüzüne çıktığı dönemlerden biri oldu. Bu bir aylık süre içinde, insanın (her insanın değil tabi) asla sindiremeyeceği "kötü" şeyler yaşandı, yaşatıldı( daha düşük yoğunlukta da olsa aslında her gün yaşanıyor). Örneğin faşist söylemler o kadar meşrulaştı ki buna muhalefet etmek bile insana ürkütücü görünüyordu. Nitekim "Ben Türkiye taraftarı değilim" demek, sizi sokakta linç edilmeye götürebilirdi ve bunu hemen hiç kimse "hayır" demezdi, diyemezdi. Çünkü herkesin "fatih" damarı tutmuştu; kah Kosta-Rika'yı, kah Senegal'i, kah Avrupa'yı fethediyorduk aç karnımızla... Kırmızıbeyaz renkli giysiler, siyah giyinenleri adeta vatan haini ilan ediyordu.
Sadece fotoğraflardan görebildiğim 12 Eylül dönemindeki faşist cephenin, o sırtına Türk bayrağı asmış, her an "birilerini" yemeye hazır "vatanperverler"in görüntüsü andırıyordu kupa karşılaşmaları süreci. Bir ay boyunca Ankara sokaklarında bu görüntüler hakimdi. Ama o dönemden bir farkı vardı bu görüntülerin, o da ortalıkta (ya da hissedilen) tek bir solcunun görünmemesi, aksine bütün "Türklerin" yek vücut olarak dünyaya karşı "zafer"lerini kendinden geçercesine! kutlamaları idi...
Aslında bu süreç, bizi çok daha ciddi tespitlere götürmek açısından sadece anektod. Bu anektod, mesela yönetilenlerin nasıl da zavallı duruma düşürüldüğünü, akşam evine ekmek götüremeyen adama açlığını nasıl da unutturduğunu, bununla da kalmayıp "devlet sevgisini"- La Boisie'in dediği gibi "gönüllü kulluk"u- ne güzel içselleştirdiğini "gözler önüne" serdi. Kupa karşılaşmaları döneminde Kanal 7'nin İskele Sancak programında Abdurrahman Dilipak'ın "futbol afyondur" tespitine, bir konuk ' nasıl yani biz hiç sevilmiyelim mi, hep ezilelim mi' diyerek karşı çıkıyordu. Elbette bu konuk, o sırada "milyonların"duygularını ifade ediyor. Tabii ki bir futbol takımı ya yener ya da yenilir. Türkiye'den giden onbir futbolcu da ya yendi ya da yenildi. Yenince insanlar sevindi, yenilince üzüldü! Ama sizce bu kadar basite indirgenebilir mi? Bizce, Türk insanı Dünya Kupası sürecinde, yenmekten "fethetmek" yenilmekten de "fethedilmeyi" anlıyordu( Ki bu histeri zaten başlı başına ayrı bir araştırma konusu. Bu konuya ikinci bölümde tekrar değineceğiz.). İnsanlar bu psikolojiye sokulmuştu. İşte tam da bu noktada sadede gelip, insanların bu hale getirilmesine karşı çıkması gereken "duyarlı" zümrenin yahut sesi soluğu çıkmayan "aydınlarımızın" yapmayıp etmediklerinin sonuçlarını tartışmaya başlayabiliriz. Burada kimsenin dedikodusunu, hangi ismin ne yaptığını veya yapması gerekenleri yapıp yapmadıklarını açıklamak gibi bir amacımız yok. Esas amacımız, genel olarak, olması gereken aydın tepkisinin ülkemizde olup olmadığını ve olmamasının doğurduğu sonuçlara değinmeye çalışmak...('Türkiye'de aydın var mı yok mu'yu tartışmak ise beyhude bir çaba olsa gerek. Kim bu tartışmayı sonuçlandırabilmiş ki bugüne kadar.)
Hiç kuşku yok ki yüzlerce insan ve yüzlerce aydın insan Dünya Kupası karşılaşmaları esnasında yaratılan, ya da diriltilen şöven ve fakat kendi içinde olağanüstü bir aşağılık duygusu barındıran faşist zihniyeti tiksindirici bulmuştur. Aydınlar veya "keskin zekalılar" tabii ki bu insanların kırmızıbeyaz fetişizminin iki hafta içinde nasıl da doruğa çıkarıldığını gözlemleyip içten içe kahroluyorlardı. Mecliste koltuğu bulunan ve bulunmayan, iktidar mücadelesinde her yöntemi mubah sayan popülist siyasi parti başkanlarının hop oturup hop kalkarak maç izlemelerini (Recai Kutan gibi maç izleyecek takati ve kuşku yok ki isteği olmayan yaşlı "siyasiler" bile bu "pastadan" pay almak için "ekran" başındaydılar. Tabi kameralar karşısında.) aklıselim herkes tiksindirici bulmuştur kuşkusuz ( Ve futbolun en az yirmi yıl önceden beri "temaşa sanatı" olmaktan çıktığının da yine farkında olsalar gerek. Ne yazık ki aydınlarla ilgili bu kanılarımız hemen hiçbir yazınsal veya farklı bir şekilde ortaya konmuş tepkilerin yarattığı somut verilere dayanmıyor. Bu daha çok bizim naçizane temennilerimiz). Ancak esas sorun bu çevrelerin, aydın-muhaliflerin, perdenin arkasında olup bitenleri fark edebilenlerin "toplumda etkin" bir konuma sahip olmaktan çok bu yönde bir çabalarının bile olmaması ve buna rağmen "öncü olma" iddialarından da vazgeçmemeleri. Toplumda etkin olmaktan kastımız, " sokaktaki insana" perdenin arkasında olup bitenleri gösterebilme ve onları sömürenlere, zihinleri zihin olmaktan çıkarmaya çalışanlara karşı tepki gösterecek şekilde kanalize edebilme yeteneği veya gücüdür. ( Türkiye milli takımı her tur atlayışında, zamlar artıyor, siyaset ya da sistem çıkmazları, ekonomik krizler, insan hakları ihlalleri, açlık, adaletsizlik, kısaca devlet'in hesap vermesi gereken her şey "göz göre göre" daha fazla unutturuluyordu. Allahtan Türkiye milli takımı birinci olmadı da daha fazla bellek kaybına uğramaktan kurtulduk. -Böyle devam edecekse geçici bir kurtuluş da denebilir.) Oysa bu bir aylık süreç içinde aydınlarımız, medya ve diğer egemen güçler tarafından oluşturulan topyekün "ruhsal yanılgı"ya karşı -belki de "linç" edilme korkusundan tepki göstermediler, veya bu tepkilerini ve tepkilerinin sebeplerini "kamuya" açıklamadılar. Bunun sebebi güçsüzlük de olabilir, duyarsızlık da. Ama eminim kimse Aydınların duyarsız olduklarına inanmak istemeyecektir. Zaten duyarsız bir Aydın ölü bir Aydındır! yani olmayan bir Aydın(lık)dır... Ama biz Türkiye'de Aydının varolduğunu kabul ederek başladık ve bu kabulle devam ederek - belki gerçekten de olmayan bir Aydını eleştirerek- "yargılarımızı" sürdürelim. Aydınlarımız, her an günah keçisi yapılmaktan şikayet edebilirler, ama Aydın yükümlülüğü biraz da bu değil midir? Oysa Dünya Kupası karşılaşmaları sürecinde "duyarlı kesimler"( bizim tepkilerimiz sadece tepkisizlere yöneliktir, hiç kimse hiçbir şey yapmadı demiyoruz.) en azından bir "basın açıklamasıyla" ya da başka bir şekilde tepkilerini açıklayarak, "kamu"yu aydınlatma girişiminde bulunabilirlerdi. Çünkü insanların göz göre göre hafıza kaybına uğratılmasına tepki göstermesi gerekenler öncelikle Aydınlar değil midir? Evet bu süreçte sokakta oturma eylemi yapılamayacağını veya yürüyüş düzenlenemeyeceğini kabul edebiliriz. Hem zaten kime karşı eylem yapılacaktı ki! Sonuçta yönetenden yönetilene "samimi" bir milli bağ kurulmuştu. Belki de Aydının bunların arasına girmesi tehlikeli olabilirdi. Ama yine de Aydın "tehlikeli durumlarda" tepkisini ortaya koyabilecek bir zemini hem daha önceden yaratmış olmak hem de tepkisini her şeye rağmen ortaya koymaya cesaret edebilecek bir yapıda olmak zorunda. Aydın bir parça da budur. Kanımızca, bir örnek olarak seçtiğimiz Dünya Kupası karşılaşmaları sürecinde Aydınlarımızın ortaya koymaları gereken çok şey vardı. (Bunu da ikinci bölümde ele almaya çalışacağız.) Tabii futbol hayranı olmayan Aydınlarımız hala kaldıysa.
İrfan AKTAN