Necip halkımız da kesinlikle aynı düşüncededir genellikle. Hatta o yüzden, bir araştırma yapmaya başladığınızda, görüşmeye gittiğiniz kişiye, sohbeti başlatmak için örneğin izlediği dizi hakkında "ee, söyleyin bakalım .." dediğiniz anda bir tür panik ve teslimiyet havasıyla karşılaşırsınız "ne söyleyeyim ki? İşte, onlar yazmış, çekmiş, biz de seyrediyoruz..."
Allahtan, sonra hikâyenin göbeğinden daldığınızda ("ne olacak peki bu Aliye'nin kaynanasıyla meselesi" gibisinden bir şey) havaya girerler de, aslında en az yazar kadar yazdıklarını, en az yönetmen kadar çektiklerini sergileyen şeyler söylerler.
İkinci bir olasılık: Pazartesi okurlarının TV'lerimizin bol-çeşit yerli, dizileriyle hiç ilgileri yoktur; hiç izlemezler, bunlar ataerkinin ürettiği "aşağı" popüler kültür ürünleridir...
Onlar, belgesel falan, haber program izlerler TV'de, hatta mümkünse hiç TV izlemezler. Olabilir elbette de, şunu unutmamakta yarar var yine de, ataerkil hegemonik değerlerin olduğu bir kültür endüstrisi ortamında, izleyeceğiniz her TV program türü, en az dizilerimiz kadar sorunludur.
Hatta, bana sorarsanız daha da sorunludur: zira dizilerin en azından "kurmaca" olduklarını biliriz ve ona göre mesafeli okumalar yapabiliriz, ama haberler örneğin "gerçek" diye sunulduklarından (ki, aslında bunlar da bir başka boyutta tamamen "kurmaca"dırlar)aynı mesafeyi onlara gösteremeyebiliriz...
Hiç TV izlememek ve başka etkinlikler yapmak derseniz, orada da "ne" yaptığınız önemli: eğer ömrünüz alternatif-feminist kültürel etkinliklerle geçmiyorsa, göreceğiniz oyun, gezeceğiniz sergi, dinleyeceğiniz konserde daha az "ataerkil" ve daha az "endüstriyel popüler kültüre ait" öğe olduğunun garantisi hiç mi hiç yoktur.
Bu uzun girişi yapma nedenim, anladığınız üzere biraz kırgın, üzgün olmam: okurlardan gelecek birkaç görüş, birkaç eleştiriye ihtiyacım vardı. Ama ne yapalım, burası Türkiye... Yine de hâlâ geç değil.
Ben başka ortamlarda "interaktivite" kurabiliyorum neyse ki, daha doğrusu TV dizilerimiz hakkında, sağda, solda her ortamda konuşup, görüş alıyor, gözlem yapıyorum.
Böylece, izleyiciler dizileri nasıl "kullanıyor"u da görebilme ve üzerine düşünebilme şansım oluyor. İşte bu doğrultudaki saptamalarım ya da izleyicilere göre "dizi izleme kılavuzu"
1) Dizinizin saatini iyice belleyin (gerçi hangi kanal olursa olsun o saate asla uymayacak ve size ya hiç istemediğiniz halde, Fenerbahçe futbol takımından haberler, bitmek bilmez reklamlar falan-izlettirecek ya da tersine siz tam saatinde açtığınızda dizi başlamış olacaktır -bu sonuncusunun nedeni rakip kanaldaki rakip diziden birkaç dakika önce başlayıp reyting avantajı sağlamak oluyor!)
Eğer 20.00 sularındaysa, o gün yemeği acilen, daha öncesinde yiyin: o arada TV açık olsun: hem diziyi kaçırmamış olursunuz, hem de "haberler" gibi gayrı ciddi bir şey, bir yandan mutfağa gidip gelerek izlenebilir-ama dizide olmaz, ya entrikanın tam çözüm sahnesini kaçırırsanız!
Yok zaten "geç saat" dizisiyse... Nasılsa yemek yenmiş olur da, dikkat edin 21.50'ler falan çoğu zaman 22.00 hatta daha geçlere kayar, uyuyakalmış olmayın: demli çay ya da kahve öneririz.
Ama eğer ailece izliyorsanız (ki genelde öyle oluyor) yaş ve başınıza göre, ya anneniz, ya tersine kızınız falan sizi dürter durur: "haydi ama başlıyor" diye
2) En rahat- sevgili koltuğunuza, kanapenize yerleşin (yani olabilen "en", zira bilirsiniz ailelerde en rahat yerler her zaman erkeklere ayrılmıştır ve daha şurada birkaç yıl öncesine kadar TV izleme amacıyla yapılmış ergonomik koltuğa mobilyacılar bizde "baba koltuğu" adını veriyorlardı: şimdi adı TV koltuğu oldu ama sonuçta üstünde muhtemelen aynı "baba" oturuyor).
Zira akşam saatinde TV izleme, hele de dizi izleme bir rahatlama, bir gevşeme anıdır. TV bizim "evim evim güzel evim"izdir, diziler de onun en nadide "çiçekleri".
3) Daha dizi başlamadan, diğer izleyicilerle (aile fertleri, arkadaşlar) hemen, önce genel bir yorum, sonra da geçen bölümün ve genel gidişatın yorumunu yapın. Hatta biraz okur-yazar, çalışan, şöyle "metroseksüel" (Bu lafa bayılıyorum, kullanmadan edemedim!) falansanız, eleştirisini de yapın, mümkünse "ya ne işim var benim burada, gidip içeride "Falanca Bakış", "Filanca Kulisi" programına bakayım, hatta "kitabıma devam edeyim" deyin.
Dizidaşınız (ananız-babanız-kızınız-sevgiliniz...) boşver desin, siz yine de gidin: aldığınız güya kadın yazarın (bilhassa provokatif davranıyorum elbet!) "iyi" romanının nasıl daral getirdiğini sekizinci satırda anlayıp...
Bilmemne Kulisi'nde üç kart ve çok Prof., çok uzman adamın sizi dizi senaristinden daha da salak yerine koyan laflarını ve güya esprilerini duyun. Ve anında geri dönüp, kendinizi artık bir nevi tanışınız olmuş, sevgili dizi karakterinin kollarına bırakın! Zaten o arada dizidaşımz hemen patlatsın "ne oldu biliyor musun?"
Çünkü her dizinin her bölümünün sonunda bir "düğüm" olur ve o "düğüm"ün çözümü öbür haftaya kalır, dizi formatı bunu gerektirir.
4) Dizi sürerken, bol bol yorum yapın... Bu yorumlar mümkünse, sizin aile fertleriyle doğrudan konuşmakta zorlandığınız konularda olsun. Yani "topu diziye ve dizi kahramanlarına atın" ve içinizdekileri dökün.
Örneğin, babası gece dışarı çıkmasına izin vermeyen bir "genç kız"sanız, dizi kahramanı kızın babasıyla aynı konudaki tartışmasına hararetle katılıp, "geri kafalı" dizi-babasını eleştirin. Bir umut, birkaç dizi sonra, babanız olaylara daha sıcak bakabilir. Ya da en azından babanızla asla "kuramsal" düzeyde konuşamadığınız şeyleri konuşmuş olursunuz.
5) Dizi sürerken dedim de, siz siz olun, dizi sürerken yapılması gereken "hizmet"lerin zamanlama ve işbölümünü güzel ayarlayın. Zamanlama açık: reklam arası. İşbölümü, biraz da size ve ilişkilerinize kalmış bir şey: her şeyi sizden istemelerini engelleyebilirsiniz, "ya, kahveyi ben yaptım, çayı demleme sırası sende," gibisine.
Siz siz olun, başka tür işleri dizi arasına koymayın. Ha! Telefon var bir de: herhangi biri arıyorsa sosyal statünüze göre, "ya, şu an bir dosya üzerinde çalışıyorum, ben seni 10'da arasam olur mu?" dan, "Nilgün! Deli misin böyle tam Yağmur Zamanı'nda arıyorsun, ben ararım sonra," diyorsunuz, iş bitiyor.
Hem zaten "iyi dizi" izleyicisini "iyi arkadaşı" asla dizi zamanı aramıyor, çünkü "iyi arkadaş, genelde sizinle aynı diziyi izleyen arkadaş" oluyor!
Bu işin bir de "alternatif" yorumu var. Mesela yine genç kızsanız ve erkek arkadaşınız arayacaksa, tersine muhafazakâr anne-babanın, tercihen diziye en daldığı anda arayabilir, zira o zaman ne sizin pembeleşen yanaklarınızın, ne de gülen gözlerinizin farkına varırlar, siz de onlara, "Hande aradı, yarınki Coğrafya sınavı için," yalanını kolayca yutturabilirsiniz!
6) Yine dizi sürerken yapılacak bir dolu işiniz var:
a) Karakterlerin/oyuncuların tipleri ve giyimlerini tartışmak. Biraz daha uyanıksanız, giyim tartışmalarını "sponsor" firmalarla bağlantılandırabilirsiniz (bunun için arka-jenerik kavramınız olması ve bayağı hızlı okuyabilmeniz lazım, zira o tabelalar, saatte 500.000 km. hızla akar).
b) İç mekânların dekorasyon öğelerini tartışmak
c) Dış mekânların yerini keşfetmeye çalışmak -ve bildiğiniz bir yerse mutlu olmak, "Aa! Bu bizim Ortaköy'deki Morfil'in yanındaki sokak değil mi?" Hiç bilmediğiniz bir yerse kültürel-estetik değerlendirmede bulunmak, "Ayy! Urfa mı burası, ne hoş değil mi şu ara sokaklar!"
d) Hikâyenin devamını keşfetmeye çalışmak (kendinizi çok yormayın, buna zaten dizi bittikten sonra: ertesi gün, işyerinde, okulda, konu komşuda bol bol, sonraki günler de daha az olsa bile devam edeceksiniz)
e) Dizinin sonuna doğru, acaba öbür kanalda başlayacak olan öbür diziniz başladı mı, diye arada bir zap yapmak.
Ah, nasıl yorucu, nasıl ciddi bir iş şu dizi izleme ve dizileri kullanma bir bilseniz? Bir kerede bitme olasılığı kesinlikle yok...
Demek ki, devamı gelecek sayıda. Dikkat: çabuk okuyun sponsor firmalar akmaya başlıyor! Yazıyı yazarken üstümde olan kahverengi kırçıllı eteğin "nereden" olduğunu yoksa asla anlayamazsınız.
* Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Hülya Uğur Tanrıöver'in yazısını Pazartesi dergisinin Mayıs 2005 sayısından aldık.