Onlar muhtemelen çocuk sevgisi ve özlemiyle doluydular. "Bir çocuk" istiyorlardı. Tıbbın olanakları -yoksa ticari tıbbın mı demeliydim- onlara yedi tanesini birden sundu.
Tıbbın bu desteğini alırken "yedi tane" çocuk sahibi olacaklarını biliyorlar mıydı? Sanmıyorum.
Çok düşük olan bu olasılığı muhtemelen bu olanağı onlara yaratan hekimler, uzmanlar söylememişti. Söylememişlerdi ama yapmışlardı. Çünkü "dünyanın parası"nın yatırıldığı -şimdilerde bu para sosyal güvenlik kuruluşlarınca da ödeniyor- bu iş rastlantıya bırakılmamalı ve garantiye alınmalıydı.
Ders 1: "Sağlık alanında verilen hizmetlerde ise işin içine "para" girdiğinde yapılan yanlışların sayısı artıyor.
* * *
"Tek çocuk" isteyen annenin döl yatağına "yedi" döllenmiş, -belki de daha fazla- bırakmakta bir sakınca bulmamıştı "tıp teknolojisi".
Peki bu yaklaşım doğru mu? Kimse bunun üzerinde durmuyor. Bu işle ilgili yasalarda, yönetmeliklerde buna ilişkin bir hüküm, yasal bir düzenleme yok.
Peki ya tıp etiğinin kuralları?
Onlar var ama; hem "ipleyen" yok, hem de o kurallara uyulup uyulmadığını, "hatalar ortaya çıkmadan önce denetleyen, izleyen de yok"; ne yazık ki!
Tefrikamızı, pardon dizimizi, sürdürelim.
Anne adayının rahmine bırakılan o yumurtalar, onları bırakanın da herhalde tahmin etmediği bir doğa olayıyla birer canlı bebeğe dönüştü. Aslında hikayenin bu bölümünde toplumumuz bu olan bitenden haberdar oldu. Gazetelerde dergilerde sayfa sayfa yazılar yayınlandı. "Prime time" saatlerdeki "dizi haber"lerde dakikalar boyunca bu olay kamuoyuna duyuruldu. Canlı röportajlar yapıldı. Her şey başarının ve kahramanların büyüklüğünü sergilemeye yönelikti.
Hikayenin değişik aşamalarında da aynı "kamusal" ilgi devam etti. Bu dizinin yayını sırasında bu işleri yapan "özel" sağlık kurumunun da adı sürekli geçiyordu doğal olarak. "Haber" olanın içinde yoğun bir "reklam" kampanyası sürüyordu.
Bunun etkisini söz konusu hastanenin bu süreçteki hasta sayısında artış olup olmadığını ortaya koymak ise başarılı bir haber takipçiliğinin konusu olabilirdi. Ama medyanın işin bu yanıyla derdi yoktu. Çünkü o bu işi hep yapıyordu.
Ders 2: "Reklam" daima birilerine kazandırır ve birilerine kaybettirir. Reklamı yapanlar kimin ve ne kazanacağını, kimin ne kaybedeceğini doğru hesaplamalıdırlar.
* * *
Dizinin son sahnesinde de bir "reklam" vardı. O kadarcık reklam o işi yapanın "hakkı" diye düşünmüşlerdi herhalde. Çünkü dizi bitmiş, olay sona ermişti. Yeni ve benzer bir maceradan önce sonuç, bu alandaki ticareti etkilemeyecekti. Belki de hani ne olur olmaz, son kez etkilesin diye düşünülmüş olabilir. Olay bir defa daha kamuoyunun gözlerinin önüne serilmeliydi. Serildi de...
Medyamızın en çok sevdiği görüntülerden birisi de, "cansız insan bedenlerinin" yan yana, dizi dizi gösterilmesi, görüntülenmesidir. Çok ölümlü bir trafik kazası olur; "kurban"lar yan yana dizilir ve defalarca fotoğrafları, filmleri alınır sonra da sergilenir. Nedendir? Amaç yalnızca "dikkat edin sonunuz bu olabilir yoksa" demek midir? Yoksa bilinçaltımıza işlemiş bir tür "ölü seviciliği" midir bunu yaptıran ve de izleten? Sosyologlar yanıtını bulmalı bunların. Ama bizi somut yaşadıklarımız belirliyor.
Ve bunu medya hep yapıyor: "Ölü ele geçirilen teröristler", "sel, deprem, heyalan gibi bir 'doğal' afette yaşamını yitirenler", "bir kan davası ya da aşiret çatışmasında birbirini vuranlar", "geliyorum diyen bir maden kazasında ölenler"...
Bunlar da "cansız bedenlerin yan yana" sergilendiği "vaka-i adiye"den olaylardır. Üstelik çok hoşa gider bu görüntüler. Hele hele kanlı ya da el kol bir yanda olursa.
Hiç kimse ortaya çıkıp da "bu iş yanlıştır" demez. Dese de duyulmaz. Yine hiç kimse bunları yapanlarla ilgili bir denetim ve hesap sorma gereksinimi duymaz.
Herkese göre bu görüntüler "kamuoyunu bilgilendirme" göreviyle yükümlü medyanın "doğal" görevlerinden birisidir.
İnsan haklarının tam anlamıyla yerleşmediği bir ülkede "ölülerin de hakları" olabileceğini kimse düşünmez.
İnsanın değerinin olmadığı yerde de o insanın cansız bedeninin değeri olmaz doğal olarak. (Ama o aynı bizler, aynı medyanın da görüntülediği o cansız bedenler için, birilerinin çıkarı ya da gösteriş yapması adına "görkemli cenaze törenleri" düzenleyebiliriz. Bu da işin başka bir boyutu...)
Ders 3: Herkesin beğendiği, izlediği, talep ettiği her şey "doğru" değildir!
* * *
Dizinin sonuna hep birlikte tanık olduk: Bir anlamda tıbbın "katlettiği" yedi tane "cenin" -onlardan böyle söz edilmesi insanı şeyleştirdiği için yeğleniyor- bu sonun yaşandığı "özel sağlık kuruluşunun adının yazıldığı bir havlunun" üzerinde ve sözde "arşiv" için, üstelik de bu konuda çok açık "yazılı kurallar" olmasına karşın görüntüleniyordu. (Dikkat: kahramanın "elleri cebindeydi".) Ama arşive gönderilmeden önce, herhalde "elimizde böyle görüntüler var, unutmayın ha!" demek için yayınlanıyordu.
İşte kıyamet o zaman koptu. Daha önce becerikli bir kahraman ilan edilen "doktor" birden karşımıza "küstah bir katil" olarak çıkarıldı. Toplumsal linçleri çok severiz. Yine çark döndü ve "toplumsal bir linç" yaşanmaya başladı. Daha önce onu yere göğe sığdıramayan medya bu kez yerin dibine batırma konusunda birbiriyle yarıştı.
Aslında bu sürece daha önce müdahale etmesi gereken, sağlık otoriteleri, meslek örgütleri, medyanın duayenleri ve medya örgütleri "durumdan vazife" çıkararak, aynı "küstah doktor" için görevlerini yerine getirmeye karar verdiklerini yine medya üzerinden ifade ettiler.
Ders 4: Dün sırtınızı sıvazlayıp size arka çıkanlar, yarın sizi sırtınızdan vurabilirler. Sırt sıvazlamak ve sıvazlatmak kimse için bir gereksinim olmamalıdır.
* * *
Medyadan kendisine ilişkin ise ne yazık ki "tık" yok.
Yalnız farklı bir habercilik yapan Bağımsız İletişim Ağı adında bir yayın kuruluşu yıllanmış bir gazeteciye, aynı zamanda bu gazetenin sahibi olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Yönetim Kurulu üyesi Oral Çalışlar 'a soruyor, bu işin doğru olup olmadığını. O da çok doğru bir şekilde "Medyanın da bu olayda günahı olduğunu kabul etmemiz lazım. Doktorun bu şekilde reklamını yapabileceğini düşünmesini sağlayan medyanın bu tip haberlere yönelik tavrıdır" diyordu.
Peki sonuç?
Sonuç bence şu: O yedi bebeğin katline hep birlikte neden olduk. Sunulan resim ise aslında hepimizin "hal-i pür melal"ini gösteriyor.
Bu noktada aklımdan hiç çıkmayan ve yazabildiğim tek cümle ise şu:
Ders 5: "En az yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz!"(MS/EÜ)