Öncelikle anımsanmalıdır ki, laik bir düzende din kamusal bir görev değil, aksine sivil topluma ait bireysel bir alandır. Devletin buradaki fonksiyonu, yurttaşlarının din ve vicdan özgürlüğünü sınırsız ve eşit bir şekilde güvenceye almak bağlamında biçimlenir. Din alanının devletçe örgütlenmesi ise, Onu laik bir düzenlemenin dışına çıkararak ya bir din devletine ya da halen olduğu gibi dini kontrol ve din aracılığıyla toplumu kontrol eden sözde laik bir konuma geri çeker.
İkincisi mevcut haliyle bile Diyanet'in personel sayısı, Dışişleri, Ulaştırma, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Orman ve Çevre Bakanlıklarının toplam personel sayısıyla eşittir. Dahası Diyanet, personel sayısı bakımından, genel bütçeye dahil kurum ve kuruluşlar arasında en yüksek personele sahip yedinci kuruluş durumunda (Ahmet Kıvanç, Radikal, 20 Haziran 03) Ancak AKP'nin sözkonusu kadro tahsisi bu kadarla kalmayacak ve Meclis Komisyonunda 10 kat arttırılarak 15 bine çıkarılacaktı.
Hükümetin reformcu uleması Mehmet Aydın ise, durumu camilerde cenazelerin kaldırılamadığını, ölü kefenlemenin ve dini görevlerin uzmanlık gerektirdiğini, halkın mağdur olduğunu, yıllardır Diyanet kadrosunun arttırılamadığını, bu rakamın zorunlu olduğunu, halen 65 bin olan cami sayısının mevcut 76 bin personelle yönetilemediğini söyleyerek durumu mazur göstermeye çalışacaktı. Dahası dinin siyasete alet edilmediğini ve bunun kefilinin de kendisi olduğunu söyleyerek bizleri "rahatlatma" yoluna gidecekti. Tam bir tilki masalıyla karşı karşıya olduğumuz açık!
Oysa devletin mevcut çarpık "laiklik" anlayışı içinde bile sorunun başka yollardan çözümü pekala mümkün; nitekim Alevi köylerine zorla yapılan camilere atanan boşoturur imamların geri çağırılması halinde bile imam eksikliği ortadan kalkmış olacaktır. Bu arada Osmanlıda bile din işlerinin parayla desteklenmediği, cami cenaze işlerinin inanan yurttaşların kendisine bırakıldığı anımsansın. Kaldı ki sorunun laiklik içinde çözümü böylesi palyatif yollardan değil, inanç alanının tüm laik ülkelerde olduğu gibi yurttaşlara bırakılması yoluyla yapılmak zorundadır.
Laik devlet ibadet alanına değil özgürlüklerin geliştirilip korunmasına yatırım yapar. Hele ki bu devletin anayasasında bir de sosyal ve demokratik iddiaları geçiyorsa, o durumda yapılması gereken, eğitim ve sağlığı her gün artan oranlı paralı yapmak şeklindeki uygulamanın aksine parasız hale getirmek, bunun için de bütçeden Diyanet'e ayrılan fonların eğitim ve sağlık alanına kaydırmaktır.
Dolayısıyla Mehmet Aydın'ın "cenazeler kaldırılamıyor" şeklindeki tilki masalına kanmak yerine Hükümetin 2003 bütçesinde Diyanet'e tam 771 trilyon 267 milyar lira ayırdığını da anımsayıp, laikliğin devlet ve hükümetler aracılığıyla bulandırılan anlamını yeniden yeniden anımsamak durumundayız.
Örneğin laik bir düzende din işlerinin kamusal değil özel olmak zorunda olduğu, devletin bu özel alanın, bütün inançlara eşit mesafede duran ve bir vicdan özgürlüğü olarak her inancın özgürce ifası için laik özgürlükler temelinde korunmasıyla yükümlü olduğunu anımsamak çok daha gerçekçi olacaktır. Oysa bizde din alanı, devlet tarafından toplumun tektipleştirilmesinin, din aracılığıyla kontrol edilmesinin temel bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Bunun sonucudur ki, Diyanet devasa bir bütçe ve kadroyla beslenip büyütülmektedir. Bu uygulama kuşkusuz şeriatçı çevreleri de görece rahatsız etmektedir; çünkü onlar dinin aynı zamanda siyasal alanı da belirlemesi gerektiğini düşünmekte ve devletin desteğini benimserken bu yolla devletin din alanı üzerinde elde ettiği kontrolün kalkmasını istemektedirler. Devlet ise hem çoğunluk mezhebi olan Sünni/Hanefi İslam doğrultusunda toplumu kontrol altında tutmakta hem de diğer inançların asimilasyonunu, Türk kimliğini bütünlemek üzere tektipleştirilmesini sağlamaktadır.
Özetle dinsel inanç, şeriatçı güçler yanı sıra devlet için de bir hak ve özgürlükler alanı değil, aksine iktidar alanı olarak hassasiyetle korunmaktadır. Bu ise laikliği, demokrasinin temel bir güvencesi olmaktan çıkarmaktadır.
Bu bağlamda laikçi yanı sıra şeriatçı tarafların dövüşü, toplumun gözünü boyamaya ve dönem dönem gündemin gerçek sorunlarını gizlemeye yönelik bir kayıkçı dövüşünden ibarettir. Yoksa Diyanet bu iki kesim ve onların ucube "laiklik" anlayışları için merkezi bir kurum olup, başta 15-20 milyon Alevi olmak üzere diğer İslam mezhepleri, gayrı Müslimleri ve din inancı olmayanları dışlayan bir anlayışa tekabül etmektedir.
Diyanet'i eksen alan bu yaklaşım laikliği ve demokrasiyi olduğu gibi sosyal devleti de kemiren ciddi bir handikap oluşturmaktadır. Nitekim Diyanet'e bahşedilen ve halen Sanayi ve Ticaret (126.882.000), Enerji ve Tabii Kaynaklar (195.064.000), Turizm (190.130.000), Çevre (43.651.000) ve Orman Bakanlıklarına (225.396.000) ayrılan toplam 779 trilyonluk bütçeye eşit olan 771 trilyon 267 milyarlık devasa bütçe, ülkenin temel gereksinimi olan eğitim, sağlık, bayındırlık, vb. pek çok yatırımı olanaksız kılmaktadır.
Özetle bir kontrol aracı olarak beslenen Diyanet, eğitimsizliği, sağlıksızlığı, işsizliği besleyen anti sosyal bir canavar olarak karşımızda durmaktadır.
Devlet nezdindeki değeri tam 5 bakanlığa eşit olan bu kurum, Başbakanlık'a ayrılan (697.390.000) bütçeden 74 trilyon, Dışişleri -Bakanlığı'na ayrılan (531.572.000) bütçeden 240 trilyon, Bayındırlık Bakanlığı'na ayrılan (414.621.000) bütçeden 357 trilyon, Kültür Bakanlığı'na ayrılan (349.327.000) bütçeden ise tam 422 trilyon fazla bir destekle beslenmektedir.
Dahası bize verilen personel sayısının, Diyanet'in gerçek personelinin çok altında gösterildiği gerçeği bir yana, Diyanet Vakfı aracılığıyla Diyanet'in aynı zamanda Türkiye'nin en büyük sermaye guruplarından biri olduğu anımsanacak olursa durum düşünülenden çok daha vahimdir.
Bu veriler yanı sıra din ve vicdan özgürlüğü bağlamında laikliğin kurumlaşabilmesi için yapılması gereken Diyanet'e yeni kadro vermek değil, acilen ve kayıtsız şartsız lağvedilmesidir. Diyanet'in lağvı sonrasında ülkenin parçalanacağı veya şeriatçıların at koşturacağı iddiaları ise, her şeyi kontrol altında tutmak isteyen, toplumun kontrolü ve manipülasyonu için böylesi işlevsel bir aracı terk etmek istemeyen bir devlet zihniyetinin ve tabii dini siyasal çıkarları için eğitim, sağlık, istihdam gibi sorumlulukların yerine ikamet etmek isteyen politikacıların klasik demagojisidir.
Laik bir düzende dindar yurttaş dini ihtiyaçlarının gerektirdiği maddi katkıyı yapmalıdır. Laik devlet ise, yurttaşa bıraktığı din işlerini iki alanda korumayı yükümlenir. Bunlardan birincisi, yurttaş hangi inanca sahipse onu özgürce ifa edebileceği bir atmosfer yaratmak, ikincisi, bu inanç gereksiniminin, başkalarının inançsal özgürlük ve eşitliğine saygı temelinde gerçekleştirilmesini sağlayacak güvenlik ve kültürel atmosferi yaratmaktır. Bunların yapılması halinde halen taraflarca istismar edilen sorunların bütününün orta vadede çözüleceği görülecektir.