Bu fetvaya göre, Amerikan saldırısını engellemek üzere gerçekleştirilen canlı kalkan eylemi, "bile bile ölüme gitmek, dolayısıyla intihar" anlamı taşıyordu ve bu anlamda İslami açıdan "caiz değil", yani dinen yanlış ve günahtı!
Böylesi insani ve erdemli bir tavır karşısında, bugüne kadar savaşa dair tavır açıklamamış olan Diyanet'in yaptığı tek açıklamanın, ateist ve Hıristiyan barışçıların, Irak'a karşı saldırıyı engellemek amacıyla gerçekleştirdiği eylemi olumsuzlamak bağlamında biçimlenmesi oldukça manidardır.
Peki ya Irak halkı?
Diyanet'in, yüz binlerce çocuk ve kadın dahil masum Irak halkının katledilmesinin öngününde, dinsel tekelini böylesi olumsuz bir temelde kullanması, Müslüman halklara karşı duyarlılıktan bütünüyle yoksun olduğunu, statükoyu korumaya yönelik bir toplumsal kontrolden başka işlevi olmadığını bir kez daha göstermiştir.
Salt bu bile, vergilerimizden beslenen bu devasa kurumun, temsilcisi olduğunu iddia ettiği Sünni halk için bile ne kadar gereksiz bir kurum olduğunu ve acilen tasfiye edilmesini, ama öncelikle dünyevi konulara ilişkin fetva yayınlama yetkisinden acilen soyundurulması gerektiğini göstermeye yeter.
Gerek bu manidar fetva gerekse de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) sergilediği Amerikan işbirlikçisi tavır, İslamcı algı ve egemen siyasetin kafasının nereden çalıştığını, statüko ve çıkar kollayıcısı muhafazakar kirlenmişliğini göstermek anlamında önemlidir.
İslamcılığın Kötü Sınavı
Açıktır ki İslamcı kesimin, bu korkunç yıkım potansiyeliyle hızla yaklaşmakta olan savaş karşısında bugüne kadar verdiği sınav oldukça olumsuz olmuştur. En duyarlı olduğu noktada bile sergilediği duruşu, Irak'ın Müslüman olması temelinde gerekçelendirmiştir; ki bu yaklaşım, insanlığın inanç, cinsiyet, etnisite ayırmayan evrensel normları karşısında ciddi bir geriliğe tekabül etmektedir.
Nitekim bu camiada en ileri tavrıyla canlı kalkan olmaya karar veren AKP kurucusu Fatma Ünsal'ın bile yanıtı bu kapsamda biçimlenmiş, saldırıya uğrayanın Hıristiyan bir ülke olması halinde aynı şeyi yapmayacağını belirtmiştir.
Ancak İslamcı camianın sergilediği olumsuzluklar içinde bu faktör yine de en görmezden gelinebilir olanıdır. Çünkü bu tavır, Müslümanlık temelinde daraltılmış olsa da bir dayanışma ve itiraz öğesi, bir insani refleks barındırmaktadır.
İslamcı duyarlılık!
Oysa İslamcı hareketin bütünü, bu İslamcı ayrımcılıkla malul bakış açısıyla bile yapmak durumunda olduğu şeylerden imtina etmekte, "gavurun" Müslüman bir ülkeye saldırmasına karşı dayanışma gösterebilmekten bile aciz bir tutum sergilemektedir.
Dolayısıyla evrensel insanlık sorumlulukları karşısındaki duyarsızlığı bir yana İslamcı duyarlılığını ve sorumluluklarını bile yitirmiş bir İslamcı hareket ile karşı karşıyayız.
Türkiye'de 28 Şubat, dünyada 11 Eylül sonrasındaki yeniklik ve iktidarsızlaşmanın neden olduğu bireycilik ve dar çıkar hesabıyla davranış İslamcı hareketi kuşatmış bulunmaktadır.
Vicdani erdem
Belki önümüzdeki süreçte, kendi reform ve değişimini gerçekleştirerek, "terör" veya "duyarsızlık" arasındaki bu olumsuz ikilemden çıkarak dünyevi, çağdaş değerleri benimsemeye yönelebilecektir. Ama bugün çizdiği panorama oldukça olumsuzdur.
Ne Amerika Birleşik Devletleri (ABD) saldırganlığına karşı çıkılabileceğine olan eski kararlılığını, ne de haksız ve saldırgan olana her şeye rağmen karşı durma şeklindeki vicdani bir erdem sergileyebilmektedir.
Oysa siyasal İslamcılık, siyasetin dua okumakla, lanet etmekle yapılamayacağını, Alah'ın gerçekte dünyevi hayata karışmadığını, dolayısıyla onun adına fiilen iş yapmak gerektiği bilincini içselleştirmiş bir refleksti.
Yitirilen İslami refleks
Gerçi bu refleks, hiçbir şeye karışmayan Tanrı adına bir keyfilik içeriyordu. Dahası insanlığın çağdaş normları karşısında totalitarizm ve şiddet içirmek anlamında da ciddi bir olumsuzluk sergiliyordu.
Ama yine de ciddi bir refleks oluşturulmuştu ve İslamcıların hayata müdahalesi anlamında ciddi bir ayrım noktasıydı. Son gelişmeler İslamcıların bu reflekslerini de yitirdiklerini gösteriyor.
Özetle İslamcı hareket, bu savaş özgülünde görüldüğü gibi, hem kendi geleneksel refleksleri hem de sorumlulukları açısından yerlerde sürünmektedir. Bu anlamda Abdurrahman Dilipak vb. bir avuç İslamcının sergilediği tavır, her anlamda kuraldışı bir durum olup o dünyada yaşanan gerçeklik karşısında taktirle karşılanması gereken bir anlam taşımaktadır.
Dahası Onun sergilediği bu barışçıl eylemci tutumun esasen dünyevi (seküler) bir refleks, deyim uygunsa laik bir tutum olduğu ve bu anlamda dinin gereğini değil dünyevileşmiş olan vicdanının gereğini yaptığı gerçeğinin altı çizilmelidir.
Fetvanin mantığı
İşte tüm bu atmosfer içinde Diyanet'in söz konusu fetvası, Hükümet nezdinde de nihayet resmileşen ABD işbirlikçiliğinin ve iktidar duruşu dışında gelişen her tavrın reddedilme refleksinin ifadesidir. Cumhuriyet'in Diyaneti, tıpkı Osmanlı'daki şeyhülislamlığın işlevini yerine getirmektedir.
Bu işlev, devletin egemenliğinin, toplumsal kontrolünün ve statükonun dinle desteklenmesi, her türden bireysel inisiyatifin, bu anlamda vicdanın, itirazın, muhalefetin ideolojik düzlemde bastırılarak insanlığın kullaştırılması ve tebaalaştırılmasıdır.
Dahası bu tavır dinin siyasete alet edilmesinden öte hep olageldiği gibi, dinin, egemen çıkarların korunması anlamındaki misyonunun yerine getirilmesidir.
Keyfi yorumlar
Bu anlamda Diyanet, dün şeyhülislamlığın yaptığından farklı bir şey yapmış olmamaktadır. Laik olan, bunun tam tersi bir tutum takınılmasıdır, ki Dilipak gibi örneklerin savaşa karşı yaptığı tam da budur.
Diyanet, tutum olarak şeyhülislamlığın yaptığını yapması yanı sıra, bunu yaparken de onun gibi kendine dayanak olarak kullandığı Kur'an ayetlerini alabildiğine keyfi yorumlara tabi tutmaktadır. Devletin desteği sayesinde ele geçirdiği din tekeli de böyle davranmasını kolaylaştırmaktadır.
Nitekim bu son fetvasında kendisine dayanak olarak kullandığı, ".. kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın..." diyen Bakara -195'i de, Kur'ani muhtevasından kopararak kullanılmakta ve gerçekte İslamcı mantık içinde kendisini Allah'a şirk (ortak) koşarak büyük bir günah işlemektedir.
Bakara-193
Oysa dinin mantığı içinde Kur'an, "gavur" saldırısına karşı çıkmayı temel bir İslami sorumluluk olarak tanımlamakta ve bu yolda ölmeyi de "şahadet" olarak kutsamaktadır. Dahası, din karşıtı fikir ve eylem anlamında "fitne ortadan kalkıp, din yalnızca Allah'ın oluncaya kadar onlarla (gavurlarla) savaşın" (Bakara-193) gibi emirler içermektedir.
Hiç kuşkusuz nasıl yorumlanırsa yorumlansınlar bu dini emirlerin, günümüz sorunlarına çözüm üretmesi, dahası onlardan hümanist ve barışçıl sonuçlar çıkarmak mümkün değildir. Dolayısıyla işin doğrusu, günümüzün sorunlarına çözüm için dini metinlerin kullanılmasından, dahası Diyanet gibi kurumların ve fetva gibi araçların kullanılmasından artık bütünüyle vazgeçilmesidir.
Ama bundan ötesi, hiç olmazsa adına konuşulan dinin ayetlerinin zorlanmasından, anlamlarından koparılmasından, olur olmaz amaçlarla siyasal keyfiyetle kullanılmasından ve tahrif edilmesinden kesinlikle vazgeçilmesidir.
Dine gölge
Ancak görünen o ki hem din tekelini elinde tutmaya çalışan Diyanet, hem de onu kendi dünyevi çıkarları için kullanmaya çalışan dünyevi iktidarlar toplumları kontrol amaçlı bu devasa olanaktan vazgeçmeye niyetli değillerdir.
Böyle olunca, sıradan inanırın anlam dünyası gereksinimini karşılayan vicdani algı olarak din de, her gün siyasal amaçlarla kullanılarak biraz daha gölgelenmektedir.
Oysa dini inancın doğal gereği içinde bile bugün yapılması gereken şey, barışa, insanlığa, dahası bu özgülde yüz binlerce insanın ölümüne neden olacak, üstelik tümüyle petrol ve egemenlik amaçlı olan ABD saldırısına, karşı tavır almaktır.
Eğer din, bugün dini ve dünyevi egemenlerce yapıldığı gibi çıkarları için değil de, insanlığın yaşadığı sorunların azaltılması için kullanılmak isteniyorsa, yapılması gereken şey, halen yapılmakta olanın tam tersidir.
Müslümanların Canlı Kalkanlara Borcu Var
Bu bağlamda canlı kalkan eylemi önemli bir insanlık dersi olarak karşımızda durmaktadır. Asgari bir vicdanlı davranışın gereği olarak bile onun bu hakkının verilmesi ve önünde saygıyla eğilinmesi gerekmektedir.
Bu eylem, vicdan ve insanlığın salt ait olduğumuz inanç ve etnisiteye içkin olmadığını, aksine değer ve erdemlerin çağdaş ve insani temellerde ve evrensel düzlemde algılanması konusunda önemli bir ders olmaktadır.
Dahası canlı kalkan eylemi, bu boyutuyla ötekine karşı dinsel ve milli koşullanma altındaki önyargılara ve ayrımcılıklara karşı da özel bir anlam taşımaktadır.
Ateist ve Hıristiyan dayanışması
Dolayısıyla bu özgülde, canlı kalkan eyleminin desteklenmesi, bunun aynı zamanda dinler arası hümaniter bir diyalog, dinler ve milletler arası savaş ve düşmanlıkların aşılması doğrultusunda bir erdem olarak olumlanması gerekmektedir.
Dahası bu ateist ve Hıristiyan idealistlerin dayanışmasının, yarın sola ve mazlum bir Hıristiyan ülkeye gerçekleştirilecek benzeri bir saldırıda Müslümanların da gidip canlı kalkan olarak ödemeleri gereken bir borç olarak algılanmasının sağlanması gerekmektedir.
Ancak böylesi bir Müslümanlık bilincidir ki, dinin, dünya barışı, halklar arası dayanışma ve hümaniter bir politizasyon anlamında olumlu işlevlendirilmesini sağlayacaktır.
Hıristiyan camia daha ilerde
Bu bağlamda yaklaştığımızda Hıristiyan camianın ne yazık ki Müslüman camiadan çok ilerde olduğu görülecektir. Nitekim 5 Şubat günü Berlin'de Avrupa Kiliseler Birliği, ABD Kiliseler Birliği ve Orta Doğu Kiliseler Birliği'nin yaptığı ve
1 - Irak sorununun barışçıl yolla çözüme ulaştırılması,
2 - Birleşmiş Milletler Silah Denetçileri'ne yeterli zaman tanınması,
3 - ABD'nin Irak'a saldırı yönünde ileri sürdüğü delillerin kabul edilemez olduğu şeklindeki ortak açıklama, bizim Diyaneti ve İslamcılık adına kendilerine üstünlük vehmedenleri düşündürmelidir.
Bu gerçeklik ışığında Diyanet'in, aynı zamanda özeleştiri babında, kontrolü altında tuttuğu camilerde, katliama karşı çıkan, Müslümanları barış için mücadele etmeye çağıran, Hükümeti ABD savaşına katılmak anlamına gelecek her türden adımdan geri durmaya çağıran bir açıklama yapması gerekmektedir. (EA/NM)