18 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan sonra Yargıtay'ın hakkındaki kararı bozmasıyla tahliye edilen Gezi Davası sanıklarından Mücella Yapıcı'nın kızı Cansu Yapıcı Birgün gazetesi için Gezi Direnişi'nin 11. yıldönümünde bir yazı kaleme aldı.
Merhaba,
Bu sayfada ikinci kez buluşuyoruz. İlk mektubumu Gezi Davası’nda hukuksuzca cezaevine atılmış bir annenin kızı olarak yazdım. Annem ve Hakan tahliye oldu. Ben de teknik olarak baktığınızda artık tutuklu yakını değilim. Yine de kendimi hâlâ ne içeride ne de dışarıda hissediyorum. İkinci mektubumu da bu kafa karışıklığı halinde Gezi’nin bir tanığı ve emektarı olarak yazıyorum.
Ne oldu 11 yıl önce? Ağaçlarımıza, parkımıza ve hayatlarımıza sahip çıktık birlikte. Mayıs 2013’ün son günlerinde doğan bir güneşle. Film izledik, forumlarda tartıştık, basın açıklaması yazdık, çok fazla basın açıklaması yaptık, bir sürü basın açıklaması yaptık, öyle böyle basın açıklaması yapmadık. Kandil kutladık, halay çektik, şarkı söyledik. Sadece bu mu? Mizahı tekrar keşfettik, sloganlar ürettik, kimseyi ötekileştirmeyen yeni bir dil kurduk. Birbirimizle tanıştık ve barıştık.
Vücut kondisyonumuz bile şaşırttı bizi o günlerde. 100 metre koşmayı beceremeyen ben Kurtuluş’a koştuğumu hatırlıyorum. Yüksek lisans ödevimin son düzeltmelerini bu koşu sırasında gazdan dolayı sığındığım bir apartmanda yaptım. Aynı zamanda İstanbul sıra evleri üzerine bir araştırma yürütüyordum. Rölöve için Tarlabaşı’na gitmemi isteyen hocama, “Burası bildiğiniz gibi değil şu anda, TV’yi açarsanız insanlar köprüden yürüyor.” dedim. Aynı proje için bir önceki hafta Tarlabaşı’nda bir binayı çiziyordum. Binada oturan Nazan abla ile birlikte çay içtik. Gezi zamanı tesadüfi bir şekilde 4 gün aynı nezarethanede kaldık. Nazan abla beni sesimden tanıyınca seslendi; “Cansu sen elinde kitap defter gezen bir kızdın. Nasıl düştün buraya? Bir de annen çok şen kadın. Çıkınca bana çaya gelin!” Gözaltı koşulları nedeniyle yemek almayı reddettiğinizde o da katıldı bize. Sloganlar attı, şarkılar söyledi. Birkaç sene sonra o çayı birlikte içtik.
(...)
Önümüzde iki seçenek var. İlk yol, hafıza kaybından doğan yalnızlık ve korku sarmalında kalmak. Burada inatçıysak ilk mektupta yazdığım cezaevi yönergesini ara sıra okumakta fayda var. Hiçbirimiz güvende değiliz. Hazırlıklı olalım.
Ben ikinci seçenekte ısrarcıyım. Gezi’yi hatırlayalım. Nostalji tuzağına da düşmeden.
Birbirimizle konuşalım, farklılıklarımızı dinleyelim, birbirimizden öğrenelim ve birlikte üretelim. Unutuşumuzun bedelini ödeyen haksızca cezaevlerinde olan tüm dostlarımıza bunu borçluyuz. Kaybettiğimiz kardeşlerimizin hayallerindeki o güzel geleceği istiyorsak önümüze umudu koyalım. 11 yıl önce bir parkta ektiğimiz umut bize inat büyüyor. Baksanıza Gezi’miz 11 yaşında! İyi ki doğduk hep birlikte!
Yazının tamamı için burayı tıklayın.
(CY/AÖ)