Taksim Hill Otel'deki toplantıda, İtalya ve Almanya'dan konuşmacılar, Avrupa'daki dini örgütlenmeler ve organizasyonlar hakkında bilgi verirken, Türkiye'deki hukukçular, din işlerinin devlet eliyle yürütülmesinin yaratabileceği sorunları tartıştılar.
Başta Leyla Şahin davası olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) yansımış inancı gereği askere gitmeme, askeriyede görevli olanların tarikat üyesi olabilmesi gibi konulardaki davalarda din özgürlüğünün sınırları konuşuldu.
Din özgürlüğünün sınırları
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkan Yardımcısı Av. Yusuf Alataş, din özgürlüğünün, ifade ve düşünce özgürlüğü ile örgütlenme özgürlü gibi konularla iç içe geçtiğini, bu özgürlüklerin sınırlarının başkalarının özgürlüklerini engelleme, kamu düzenini etkileme ve meşru bir amaca dayanma gibi kriterlerle değerlendirildiğini söyledi.
İtalya'daki Seine Üniversitesi'nden Prof. Dr. Marco Venture, İtalya'da dini nikah ve resmi nikah konusundaki tartışmalar konusunda bilgi verdi.
Venture, devlet ve Katolik kilisesinin anlaşmasıyla nikah törenlerinde kilise ve belediye memurlarının birlikte bulunduğunu, boşanma işlemlerinde ise kilise kararının mahkemelerce kabul edildiğini söyledi.
Doç. Dr. Osman Doğru, ise AİHM'e yansıyan davalarda iç hukukun ne kadar göz önünde olacağının tartışma konusu olduğunu, üniversite öğrencisi Leyla Şahin'in davasının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Doğru, bu anlamda Türkiye'nin AB üyesi olması durumunda iç hukukuna uygun olarak türbanlı öğrencilerin yurtdışındaki üniversitelere alınmamasını da isteyebileceğini söyledi.
"Türkiye, Lozan'ı aşamadı"
İHD'den Alataş, din özgürlüğünün insan hakları örgütlerinin gündemine gerektiği kadar giremediğini, bunun nedeninin din özgürlüğü konusunda çaba gösteren kurum, kişi ve toplulukların da diğer ihlallere tepkisiz kalması ve bu konudaki ön yargılar olduğunu öne sürdü.
* Devletin tüm inançlara tarafsız olması kabul edilir. Ancak Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığının ve devletin verdiği din eğitiminin Sünni-Hanefi mezhebini esas alması laiklik ilkesi açısından da sorunludur.
* Lozan'da olmayan Süryanilik ve Protestanlık, bu anlayışla bakarsınız dışarıda kalıyor. Devlet din özgürlüğünü Lozan antlaşmasıyla sınırlamak istiyor ancak, uluslar arası anlaşmalar Lozan sonrasında din özgürlüğünü, kişinin dinini yaşama ve yayma hakkını kabul etmiştir. Türkiye'nin Lozan Antlaşmasını temel alarak bu sorunlara çözüm üretmekten kaçan anlayışını aşması gerekiyor.
* Türkiye'deki Sünnilerin dinin devlet eliyle denetlenmesinden rahatsız. Ancak din özgürlüğü İslam dışı inanç grupları tarafından da yürütülmüyor. İslam dininde olanların kendi dışındaki dinlere karşı Sivas ya da Elbistan olaylarında yaşanıldığı gibi saldırgan olabilmesi, dindar kesime karşı da bir kuşku doğuruyor.
* Böyle olunca "türban" gibi konularda destek bulmakta zorlanıyorlar. Bu nedenle türbanın kullanımı konusunda demokratik ve din özgürlüğünün yaşanması açısından pratik çözümler üretmek zorundayız. (ÖG/BB)