Avukat Aynur Tuncel Yazgan, Hukukpolitik web sitesi için kaleme aldığı yazısında, Ceza Hukukçusu Dilek Ekmekçi’nin serbest bırakılmadığı 10 Ocak’taki duruşmayı detaylı bir şekilde analiz etti. Yazgan, hukuk sisteminde sıklıkla karşılaşılan tutuklama kararlarına yönelik eleştirilerini dile getirirken, kararın gerekçelerine ve kullanılan kavramlara dikkat çekti.
“Kararı okudukça hırçınlaşıyorum”
Yazgan, kararı okurken hissettiklerini şu sözlerle ifade ediyor:
“Elimde sözlük, bu sorunun yanıtını anlamaya çalışıyorum. Kararı okudukça önce şaşırmıyorum, sonra yazılan gerekçeleri okudukça hırçınlaşıyorum ama belli etmemeye çalışarak, uygulamada varılan noktanın nedenlerini düşünmeye başlıyorum.”
Bu noktada, hukuk fakültelerinde ve staj eğitimlerinde özgürlük, karine ve gerekçe gibi temel kavramların nasıl öğretildiğini sorgulayan Yazgan, özellikle özgürlüğün nasıl tanımlanması gerektiğine dikkat çekiyor. Yazısında, “Muhakemenin tarafına ‘özne’ muamelesi yapmak nasıl mümkündür? ‘Karine’ ne demek? ‘Gerekçe’ ne işe yarar?” gibi sorularla kararın altındaki hukuki mantığı sorguluyor.
“Stereo tape gerekçeler”
Yazgan, karar gerekçelerinde sıklıkla karşılaşılan ve kendisini rahatsız eden “stereo tape” olarak adlandırdığı standart gerekçelere de eleştiriler getiriyor:
“Stereo olsa da bu teyp neden böyle kulak tırmalayıcı sesler çıkarıyor? Teybin düğmesine kim neden basıyor? İnsan sevmediği bir şarkıyı dinler ya da dinletmek ister mi? Hoş olmayan bir haberi kim duymak ya da vermek ister? Neden? Neyi önlemeli? Nasıl yapmalı?”
Yazının bir bölümü şöyle:
Dilek Ekmekçi hala tutuklu. Çünkü, Mahkemece, duruşmanın 10.01.2025 günü gerçekleştirilen ikinci oturumunda yapılan değerlendirme sonucu, “tutuklu sanığa isnat olunan suçun vasıf ve mahiyetine, yasada gösterilen olası cezanın sınırlarına, sanığa isnat edilen suçun 5271 sayılı CMK’nın 100/3 Maddesinde gösterilen katalog suçlardan olması, mevcut delillerin sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgu olarak kabul edilerek, bu durumun kuvvetli suç şüphesinin varlığının bu açıdan halen devam ediyor olmasına, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve gerekse 6352 sayılı Yasanın 96 sayılı ve devamı maddeleri ile değişik CMK’nın 100. ve devamı maddeleri hükümlerine göre tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmamasına, sanığın serbest kalması halinde kaçma şüphesinin üzerine atılı suçun ağırlığına göre karine olarak kabul edilmesinde zorunluluk bulunmasına, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin bu aşamada sanık açısından yetersiz kalacağı” anlaşılmış.
Bu kararı okuyan kaç kişi, aydınlandı? Sanık kim? Sanığa yüklenen suç ne? Bu suç, ceza hukukunda nasıl niteleniyor ki “vasıf ve mahiyeti” öncelikle ele alınıp dile getiriliyor? Bu suçun karşılığı olan hapis cezasının sınırları ne demek? Söz konusu sınırların dek düştüğü hapis cezası tek bir süre ile belirlenmemiş mi? Aralarında kalan süre ne kadar fark içeriyor? Sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulacağı belli mi ki, hapis cezasından “olası” diye söz edilebiliyor? Peki, “katalog suç” ne demek? Bir suçun katalogda (ilgili listede) yer almasının tutuklama tedbiri bakımından yol açtığı bir sonuç mu var? Böyle bir suçun isnat edildiği kişi bakımından, dosyadaki (mevcut) delillerin, “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren bir olgu” olduğu mu kabul ediliyor? Katalog, kuvvetli suç şüphesinin varlığının devam ettiğini mi gösterir illaki? Böyle bir varsayıma dayanılarak, tutuklulukta geçen sürenin “makul” olduğu mu düşünülür? İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) ve ceza muhakemesini kurallarını belirleyen Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ile böyle bir olanak mı sağlanır tutuklama kararını veren mahkeme ya da hakime? İsnat edilen suçun “ağırlığı” ne anlama geliyor? Ağırlık, sanığın kaçacağına ilişkin karine mi oluşturur ve varsa, böyle bir karineye uymak “zorunlu” mudur? Ceza muhakemesinde “karine” var mıdır? Tutuklamaya alternatif koruma tedbiri ne demek? Neden “bu aşamada” sanık hakkında bu tedbirlere uyulamıyor? Alternatif tedbirlere hangi koşullara bağlı olarak uyulabiliyor? Uyulursa, “yetersiz kalan” şey, koruma tedbiri mi? “Bu” aşamada yetersiz kalan tedbir, hangi aşamada yeterlilikten söz edilebiliyor?… Soruların listesi uzatılabilir.
Gerekçenin içi boşluğunun yarattığı yokluğa karşın kararın icrai niteliği
Kararı okuyan hukukçular için, bilinmedik, şaşılacak bir durum yok tabii ki. Muhakemeye konu dosya ile ilgili hiçbir somut/olgusal/bireysel değerlendirme içermeyen bu tür gerekçeler için İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), “stereo tape” yani “basmakalıp” nitelemesi yapıyor. Biz uygulamacılar daha acımasız ve kaba bir dille, bu tür ifadelerin “içi boş” olduğunu, İHAS, Anayasa ve CMK ile öngörülen “gerekçe” kavramı ile herhangi bir ilgisinin bulunmadığını söylüyoruz. Bize göre, bu tür kararlar, gerçek bir gerekçe içermedikleri için, “gerekçesiz sayılmalıdır”. Gerekçesizlik ise, ceza muhakemesinde, karşı konulan/denetlenen kararın, hukuka “kesin (mutlak)” olarak aykırılık içerdiği durumlardan biri olup, düzeltilerek ya da bozularak ortadan kaldırılmasını gerektirir. Hukuka aykırı karar, itiraz ve istinaf yolunda, düzeltme ya da kaldırılma ile “hemen”; temyiz yolunda ise derece mahkemesinin bozmaya uymasından sonra “bütünü ile ve kesin olarak ortadan kalkar” (Nurullah Kunter, “Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi”, 7. Bası, Kazancı, İstanbul, 1981, s. 863). Müdafilik görevi üstlenen avukatlarsa, bu sonucu bildikleri ve hedefledikleri için, hukuka aykırılığın denetimini önden yapan uzman muhakeme özneleri olarak; daha işin başındayken dahi, “içi boş bir gerekçe gördüklerinde”, kararın “gerçek” olmadığını, denetim sonucu ortadan kaldırılacağını ileri sürerek, “yokluk” ile malul olduğunu söyleyerek soruna dikkat çekerler. Bir hakimin verdiği karara “yok” demek ayıplanabilir belki ama haksız tutuklamanın, ayıplanmanın ötesinde cezayı gerektiren bir suç olduğu düşünüldüğünde, gerekçesiz karar bakımından “yokluk”tan söz etmek, ölçüsüz sayılamaz; en fazla, hukuki dille yapılmış bir ayıplama sayılabilir.
Peki bu arada ne olur? Hakkında tutukluluğun devamına karar verilen kişi, infaz kurumunda kapatılmış olarak yaşamaya devam eder. Hakkında İHAS md 6/2 ve Anayasa md 38/4 ile suçsuzluk karinesinin var olması, tutuklanmasını engellemediği; İHAS md 5/1-c ve Anayasa md 19/3 ile bir suçu işlediğinden makul nitelikte/kuvvetli derecede şüphe duyulmasına yol açan delillerin bulunduğu bir hakim kararı ile belirlendiği için, tutuklu kişinin bu karara katlanma ödevi bulunmaktadır. Karar gerekçesiz ise, sözünü ettiğimiz katlanma ödevinin kişi üzerinde yaratacağı etkiyi tahmin etmek, içerde tutulmuş kişiler ya da yakınları ve bu durumdaki kişilere hukuki yardım sunan avukatlar için zor bir iş değil, üzücü de olsa.
Kapatılmanın etkilerini ve sonuçlarını anlamak için illaki daha önceden kapatılmış olmak gerekmemeli. Bu noktada hakim ve savcıların empati yeteneğinin geliştirilmesi için stajın bir bölümünde infaz kurumunda kapatılmaları yönünde öneriler bulunduğu akla geliyor ister istemez (gerekçesiz karar çokluğunu görünce). Böylelikle, gerçekten gerekmedikçe tutuklama kararı vermeyecekleri ya da tutuklama kararını ancak hukuken kabul edilebilir bir gerekçe yazabilecekleri hallerle sınırlı tutacakları umuluyor.
Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Dilek Ekmekçi: Doğum günümde annemin yanında olmak istiyorum
Dilek Ekmekçi tahliye edilmedi, bir sonraki duruşma 31 Ocak'ta
(EMK)