Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu adına Uz. Dr. Agâh Aydın ve Yrd. Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi'nin "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü" açıklamasından....
25 Kasım günü, dünya üzerinde yaşayan tüm kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldıkları cinsiyete dayalı şiddetin, hem kadını hem de tüm toplumu saran sosyoekonomik koşullar, politik gelişmeler ve kültürel etkenlerle birlikte değerlendirilerek, topyekun sistemin şiddetine karşı bir duruş olarak algılanmalıdır.
Çünkü bir ülkedeki sosyoekonomik yapı ve onun bir parçası ve devamı olan kültürel ortam ancak o ülkedeki siyasi erk ve onun belirlediği ekonomik sistem tarafından biçimlendirilebilir.
Dolayısıyla, kadına yönelik şiddetin kamusal alanda yaygınlaşması ve/veya meşruiyet kazanması bizzat devlet otoritesini elinde bulunduranların belirleyebileceği bir olgudur.
Bütün toplumlarda toplumsal cinsiyete dayanan roller iktidar ilişkilerini yansıtan, hükmetmeyi meşrulaştıran ideolojik tasarımlardır.
Dil
Ancak, her türden iktidarın kurulması için araçsallaştırılan bu kurgusal yapı, gerçek yaşamda da fiili bir durum yaratıyor. En temel araç ise "dil" ve onun dolayımın da dizayn edilen kültürel ortamdır.
İnsanlık tarihi boyunca erkek egemen dilin dayattığı -kadın ve kadınsı olanın mutlak yenilgisiyle sonuçlanan- kültürel ortam, oransız güç ilişkilerinin doğuşuna ve sürdürülmesine yataklık etti.
Erkek egemen dil ve kültür ortamı, hem özel hem de toplumsal alanda cinsiyete dayalı ayrımcılığın bir araç olarak kullanılmasının ve yeniden üretilmesinin temel taşıyıcılarıdır.
Devletlerin hem özel alanda hem de kamusal alanda mevcut olan şiddeti görmezden gelmesi/yok sayması ise cinsiyete dayalı şiddeti sürekli kılan bir etkiye sahiptir.
Bu da şiddetin erkekler ve kadınlar arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin bir göstergesi ve kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın toplumsal mekanizmalarından biri olarak kadını ekonomik ihtiyaçlarından, sosyal haklarından yoksun bırakıyor.
Müfredat...
Mevcut eğitim sisteminde okul öncesi dönemden başlayan "örtük müfredat" sistemin kendini yeniden yeniden üretmesinin en önemli taşıyıcılarındandır.
Eğitim sisteminin her aşamasında oyunlar, cinsiyetlere yönelik hazırlanan oyuncaklar ve özellikle de eğitim araçları en yalın örneğiyle ders kitapları cinsiyet ayrımcılığını ve erkek egemen toplumu genç zihinlere yaşamlarının başında yerleştiriyor.
Dolayısıyla mevcut sistem kendi elleriyle toplum ve kültürel ortam kadına yönelik şiddeti sistematize ediyor, kadının her alanda ve her şekilde 'eşit bir yurttaş' olarak haklarını kazanmasını engelliyor, yaşam hakkını elinden alıp şiddeti olağanlaştırıyor.
Yasalar
Yıllardır devlet erkini elinde tutan iktidarların kadına bakışı yürürlükte olan ya da değiştirilmiş yasal düzenlemelerde kendini gösteriyor, eğitim sisteminde açık veya örtük olarak dayatılan müfredattan hiç de farklı olmadığı, cinsiyete dayalı bir şiddeti normalleştirdiği görülüyor.
Örneğin 2002'ye kadar Medeni Kanun'da, evli kadının kocasının izni ile çalışabileceğinin kanunda yer alması ya da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 29. maddesinde düzenlenen 'haksız tahrik' indirimi kadının eşit bir yurttaş olarak görüldüğünü ve devlet erkinin cinsiyetler arası eşitsizliğe dayanan erkek egemen bir dil kullandığını gösteriyor.
Kanunlar değişse bile uygulamalara yansımadığı ya da farklı yorumlandığı görülüyor.
Örneğin kadına yönelik şiddette 'haksız tahrik indirimi'nin uygulandığı davalarda, kadının tüm davranışları - elbise seçimi, ses tonu, öfke ile söylenen sözleri, boşanmak istemesi gibi- failin işlediği suçun hafifletilmesine gerekçe teşkil edecek şekilde kullanıldığı, dolayısıyla bürokratik güçlerin ve toplumun da iktidarlar gibi cinsiyete dayalı bir şiddete eğilimli oldukları görülüyor. (BA/BB)