4. Pembe Hayat KuirFest başladı. Türkiye’nin ilk ve tek kuir film festivali nasıl hazırlanıyor?
Festival yönetmeni Bilge Taş, KuirFest’in İstanbul yolculuğunu, kuir film festivali yapmanın zorluklarını, devletten göremedikleri destek sorununun gönüllüler ve dayanışmayla nasıl aşıldığını kaosGL.org’a anlattı.
“Kültürün merkezileşmesine karşı yola çıktık”
Pembe Hayat KuirFest 2011’de Ankara’da yola çıktı ve bu yıl ilk kez 3 günlüğüne İstanbullu seyircilerle buluşacak. KuirFest’in İstanbul yolculuğu nasıl ortaya çıktı, anlatır mısın?
Özellikle LGBT gruplar, uzun zamandır İstanbul’a gelmemiz istiyordu. Ama Ankara’dan İstanbul’a film götürmek akıl kârı bir iş değil. Her şeyin fiyatı neredeyse iki katına çıkıyor. Bu masrafları karşılayabilecek bir durumda değildik. Dolayısıyla makul gelmiyordu.
Bizim ilk çıkışımız kültürün merkezileşmesine karşı olma özelliğini taşıyor. İstanbul’da zaten çok büyük bir LGBT grup var ve bu gruplar özel sektör fonlarına da ulaşabilir durumda. Ayrıca kültür alanında çalışan çok sayıda kalifiye kişi var İstanbul’da. Oradan birilerinin çıkıp yapmasının daha doğru olduğunu düşünüyorduk.
“İstanbul kapıları çok kolay açıldı”
Açılışta göstereceğimiz Pride filmi için uğraşırken İstanbul’a gittiğimizde filmin Türkiye dağıtımcısı olma yolunda anlaşmalar yapmış, gişede izlediğimiz bağımsız filmleri dağıtan Bir Film şirketinin yetkilisiyle görüştük. Ticarî piyasanın içinde alternatif bir yerde duruyorlardı ve yıllardır çalışıyorduk kendileriyle. Oradan Ersan Çongar bize “neden İstanbul’a gelmiyorsunuz, neden Başka Sinema’yla görüşmüyorsunuz?” dedi. Az önce saydığım sebepleri anlattık. Başka Sinema’dan İmre Tezer’le !f’te bir sene birlikte çalışma imkanımız olmuştu.
Gizem (Bayıksel) arkadaşım Altın Portakal Film Festivali’nde İmre’yle görüştü ve İmre çok sıcak baktı. Böylece biz ne sinema bulmak, ne sinema için bir ödeme yapmak, ne de mekânları ikna etmek zorunda kalmadık. İstanbul’da 3 gün, 3’er seanslık kurmaca filmlerimizi götürüyoruz genelde. Ama aynı zaman kısalarımız ve avantgarde seçkilerimiz var ki bunlar da özel bir seyirci kitlesine hitap ediyor. Sanatsal olarak da çok yüksek bir değere sahipler. Onları İstanbullu seyirciyle buluşturmak istedik. İstanbul Modern Sinema’daki arkadaşımızı aradık, o da çok sıcak baktı. Çok kolay bir şekilde İstanbul kapıları açıldı. Eğer böyle olmasaydı gidemezdik zaten, onu da söyleyeyim.
Bunun devamı olacak mı, yoksa yalnızca 2015’e mi özel?
Bu yılın nasıl geçtiği gelecek yılı belirleyecek. Çok fazla teklif var, İzmir çok istiyor. İzmir olsun istiyoruz ancak bunun için ayrı bir projelendirme gerekiyor çünkü bir filmin gösterim haklarını ve gösterim kopyasını çok uzun bir süre elinizde tutuyorsunuz, oysa başka festivallere götürmeniz gerekiyor. Gösterim sayısı arttığı için fiyatlar çok yükseliyor. Bütün bunlar bizim temelde özellikle finansal bir kapasite sorunu yaşamamız yüzünden. Çok daha büyük bir şekilde hazırlanmak gerekiyor.
“LGBT filmleri için devlet desteği alamıyorsunuz”
Kuir bir film festivali yapmanın getirdiği zorluklar neler?
Ben çok uzun zamandır festival yapıyorum ama kuir film festivali yapmak birçok festivalden daha zor bir şey. Çünkü devletten ve yerel herhangi bir kaynaktan faydalanamıyorsunuz. Devletin arşivinden, Kültür Bakanlığı’ndan film alamıyorsunuz. İlk sene “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar”ı istemiştik, geri çevirdiler. O dönemde çalışanlar küçük harflerle lgbt’nin ne demek olduğunu biliyoruz demişlerdi.
“Festivaller de kapitalist bağlamın dışında değiller”
Ben Kültür Bakanlığı’yla başka festivaller için çalıştım. Ama devlet politikalarının bir uzantısı olarak, LGBT temalı bir film festivaline destek olmak istemediler. Aslında bu bizim kapasite olarak çok eksilmemize neden oluyor ama aynı zamanda devletle nasıl konuşlandığımız meselesini ciddiye almaya çalışıyoruz. Ki sinema çok ticarî bir alan, festivaller de ticarî ürünlerin biraz daha yan ürünleri gibiler. Festivaller kapitalist bağlamın bu kadar da dışında değiller. Özellikle fon verenler üzerinden okununca.
Devletten fon alınca devlete karşı da sorumluluklarınız var. O sorumlulukların en büyük örneğini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yaşadık geçen sene. Devletten desteğiniz ne kadar artarsa, onun ağzından konuşmaya, onun söylediklerini yansıtmaya terbiyeniz o kadar müsait olur.
Peki, nerelerden destek alıyorsunuz?
Daha çok uluslararası destek var. En büyük destekçilerimiz ABD Büyükelçiliği ile Norveç Büyükelçiliği. İlk yıldan beri inanarak festivale destek olmaya devam ediyorlar. Tabi bunu genelde elçiliklerin insan hakları fonlarını kullanarak yapıyoruz. Açık Toplum Vakfı bizi her sene destekliyor.
Festivali her sene desteklemek çok önemli. Çünkü festivaller devamlılığı olduğu sürece etkisini artıran, başka bir kültürel duyguyu insanların içinde uyandıran etkinliklerdir. Bizimki gibi sosyal bir temayla kurulan festivallerse, söylemek istediği şeyi kültür yoluyla daha çok yayabilecek ve bunu pekiştirmeye ihtiyaç duyacak demektir. Bir yıl festival yapıp gelecek yıl desteğiniz olmadığı için yapamazsanız bu sekteye uğrar ve aslında bunu yapmaya ve çeşitlendirmeye müsait diğer ortamlar için çok umut kırıcı olur. O yüzden festival fonlarının sürekliliği politik olarak da çok önemli.
“52 Salı” filmi gümrüğe takıldı!
Kültür Bakanlığı’ndan destek alamadığınız gibi festivalde gösterilecek bir film gümrüğe takıldı. Gümrükle yaşadığınız sıkıntıyı anlatabilir misin?
52 Salı, cinsiyet değiştirmeye karar veren annesiyle sadece Salı günleri buluşabilen bir genç kızın hikâyesini anlatıyor. Film, çok iyi çekilmiş, duyguları çok iyi aktarabilen bir film. Hemen almak istedik, yapımcı da çok sıcak baktı. Ankara’da gösterim hakları için filmin kopyasını Türkiye’ye getirmeye çalıştık. Bunun için uluslararası bir kargo şirketinden faydalandık. Fakat film gönderilirken bir hata oldu. Bu ürünler kültürel ürünler olduğu için ürünün kendi bedelini yazmıyoruz, kültürel bir değeri olduğu için ve ticarî bir gösterim olmadığı için bu ibare genelde çok küçük tutuluyor, bütün festivallerin örnek şeklidir. Gönderirken festival yapan arkadaş çok iyi bilmiyormuş, her sene değişebiliyor tabi bu işleri yapan kişiler, o yüzden çok yüksek bir meblağ yazmış. Dolayısıyla gümrüğe takıldı.
Normalde gümrükten çekilebilirdi, geçici ithalat diye bir işlem var, onu yapıp çekiyoruz. Ama bunun için bu uluslararası kargo şirketi, mutlaka Kültür Bakanlığı’nın desteğini göstermemizi istedi. Bizde de bu konuda bir destek yok. O zaman çekemeyeceğiz gümrükten. Bayağı uzunca bir süre çekmeye çalışmakla uğraştık. O zaman bağımsız bir değerlendirme kurulundan yazı alabilirsiniz denildi. Sanatsal Etkinlikler Komisyonu (SEK) ya da Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SE-SAM) olabiliyor. Onlara film listenizi gönderiyorsunuz, onlar da bir onay belgesi veriyor. Onu siz yine o uluslararası kargo şirketine gönderiyorsunuz. Eğer gümrük ikna olursa geçiriyor. Ama o yazıyı almak da mümkün olmadı. E-posta üzerinden asla geri dönmüyorlar. Telefonla ulaşmak için aynı binadan başka daireleri arayarak ulaşmaya çalıştık filan. Çok tüketici bir süreç oldu. Sonra da iade ettik filmi.
Ama festival programında 52 Salı hâlâ gözüküyor...
Gösterilecek ama gösterim kalitesinde bir düşüklük olacak. DCP kopyadan gösterilmeyecek. Blu-ray kopyadan gösterilecek. Blu-ray’lerin DVD benzeri küçük paketleri olduğu için gümrüğe takılmadan gelebiliyor. Yapım şirketi de kendi kopyasını gönderdi. Böyle çözebildik.
KuirFest’e Hacettepe ve Bilkent desteği
Festivale bu yıl her zamankinden daha fazla gönüllü katkısı oldu. Gönüllülük böylesi bir festivali düzenlerken nerede duruyor?
Gönüllülük festivaller için çok önemli ama gönüllülüğü örmek çok ayrı bir iş. Onları yönetmek bir organizasyon istiyor. Bu kapasiteye biz her zaman sahip olamıyoruz. Çünkü bu işi temelde üç kişi yapıyor ve yetişemiyoruz. Çok zor bir süreç. Çok teknik ve önemli bilgi istiyor. O yüzden gönüllüler genelde son haftalarda destek oluyor.
Ama bu sene çok ilginç, çok güzel bir gelişme oldu. Geçen yıl gösterimlerimizden birine gelen bir arkadaşımız, festivale bir çeviri ekibi dâhil etti. Hacettepe Mütercim-Tercümanlık bölümü hocaları iki tane filmi çevirdi bizim için. Bu filmleri çevirmenin önemi şöyleydi: Filmler genelde diyalog listeleriyle gelir ve çevirmen filmi izleyerek çevirir. Altyazıları hazırlanır bu şekilde. Ama bu filmlerin diyalog listesi yoktu. Çok konuşmalı ve LGBT tarihinin çok önemli bir periyodunu anlatan filmler.
Bunlar Pride’ın olduğu grupta yer alan Lubunya Tarihi Şanlıyor diye bi bölümümüz var, orada yer alan filmler, “Kadrajdaki Gençlik: Genç Sapkınların İntikamı” ve “Herkes Açılsın! Dulais’de Dans” Bu filmleri sözlü tarih çalışması olarak da niteleyebiliriz. Aynı zamanda perdeden öteki olarak imgemizi alarak özne olabileceğimiz fikrini de video yoluyla bize hatırlatan bir çalışma. O yüzden çok önemli. Çünkü kamera arkasındaki çocuklar LGBT çocuklar, “Kadrajdaki Gençlik”te mesela. Toplumun onlar üzerindeki algısını ve kendi yaşadıklarını anlatıyorlar. Çapraz anlatımlar o kadar ikiyüzlü bir toplumda yaşadığımızı ve bu sapkın olarak sınıflandırılan kitleye yapılan baskının, söylemin bireyselde nasıl şiddete döndüğünü çok iyi anlatıyor. Ve kameranın bir eylem gücü olarak - inkâr çok güçlü, çok kullanılan bir politikaysa eğer - bu politik aracı derhal ortadan kaldırabileceğiniz bir imkân sunuyor görsel kayıtlar.
Çok fazla gönüllü talebi oldu bu sene ve kitle çok çeşitliydi. Bu bizim için çok önemli. Çünkü sadece belli bir sınıftan, yaş grubundan insanların gelmesini istemiyoruz. Mesela Bilkent’ten Medya ve Toplumsal Cinsiyet dersi öğrencileri ödev olarak bizim için unofficial trailer yaptılar. Çok güzel bir sürprizdi bizim için. Sosyal medyada o da dönüyor.
“Profesyonelleşmemiz gösterim ekibi kiraladığımız için olmadı”
Official trailer nasıl gerçekleşti? Ayta Sözeri, Serra Yılmaz ve Gonca Vuslateri’ni bir arada gören insanlardan çok iyi yorumlar duydum ben.
İstanbul’da da trailer’ın çekilmesinde arkadaşlar çok destek oldu. Farkındaysanız her yıl görüntülerimiz daha profesyonelleşiyor. Ama bu gösterim ekibi kiraladığımız için olmuyor. Trailer için senaryoyu yazdık. Ayta’yla (Sözeri) konuştuk. Görünürlüğü artırmak için birkaç sanatçı arkadaşa yönlendirdi bizi. Birçok sanatçının menajerliğini, PR danışmanlığını yapan Zümrüt Kurul diye arkadaşımızdan rica ettik, o da Serra Yılmaz’dan rica etti. Ayta da Gonca Vuslateri’ni ikna etti ve başladık. Kadromuz oluştu. İstanbul’da bir arkadaşımızın evini hazırladık. Ankara’dan tanıdığımız Begüm arkadaşımız geldi, zaten Esra (Özban) ve Gizem, ekipteki diğer arkadaşlar kamera arkasında da tecrübeliler. Gizem filmi çekti, Esra hem sanat yönetmenliğini yaptı, hem de kurgu için bize yardımcı oldu. Burkay Doğan kurgusunu yaptı Gizem’le birlikte ve ortaya çıktı. Özel efektler yapıldı. İnanılmaz, çok keyifli bir süreçti aslında.
LGBT tarihinde arkeolojik kazı
KuirFest programında filmlerin yanı sıra atölyeler, paneller ve tiyatro oyunları da var. Onlara da değinmek ister misin?
Bu yıl hem sanatsal yolu, hem aktivist yönü -ama aktivist yönü sinema ya da videoyla bağlantılı- kuvvetli etkinliklerimiz var. 90’lı yıllardaki dyke hareketinin öncülerinden Kelly Cogswell geliyor, kendisinin bu hareketi anlattığı bir de kitabı var. Bizi yoğun şiddete ve baskıya maruz bırakan topluluklarda, bu gücü o topluluklara karşı nasıl kullanabilirizi ondan dinleyeceğiz. Video Occupy’dan Özge Çelikaslan o oturumun moderatörlüğünü yapacak.
Yine aynı panele Nicola Field de katılacak. O da 83 döneminde Birleşik Krallık’ta madenci grevi videolarını çeken ekipten. Bunlar hep kolektif olarak çekilmiş ürünler. Hem sanat, hem sözlü tarih, hem aktivizm içeren ürünlere ihtiyaç var. Panellerimiz de bu yönde.
Atina’da avangard seçkisini hazırlayan Nina Veligradi burada olacak. Cemal Akyüz’le birlikte avangardın kuir kökenlerini tartışacaklar. Bu daha sanatsal ve sinema üzerinden giden bir söyleşi olacak. Nina’nın seçkilerini izleyeceğiz.
Portekiz’den Kuir Lizbon seçkisini hazırlayan Ana David burada olacak. 14 kısa filmiyle bir Daniel McIntyre retrospektifi hazırlıyoruz. Gösterim materyalleriyle de oynayan bir sanatçı, onu dinlemek de çok ilginç olacak.
Festivalin bu yıl en önemli konuklarından biri de Canan Gerede. Canan Gerede’nin ilk uzun metraj kurmaca filmi, 1992 yılında çektiği Robert’ın Filmi. Türkiye’de çok az biliniyor. Türkiyeli kadın bir yönetmenin çektiği, biseksüel teması olan, aynı zamanda crossnational bir film, kült statüsünde. Aynı zamanda yıllardır kayıp, izlenmemiş.
En son 1993 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden sonra hiç izlenmemiş. Ankara’daki gösterimi sırasında bomba ihbarı yapıldığı için Ankara’da hiç gösterilememiş bir film. O yüzden sinema tarihinin çok uzak olmayan bir geçmişinde arkeolojik kazı yapıyormuş gibi hissediyoruz kendimizi. Cana Gerede’yle bu filmin hikayesini konuşacağız.
Bu yılki programda sakın ha kaçırmayın dediğin üç film?
Altantida, 52 Salı, Futuro Plajı. (ÖA/AS)
* 4. Pembe Hayat KuirFest Ankara’da 15-22 Ocak, İstanbul’da 23-25 Ocak tarihleri arasında gerçekleşecek. Festival programına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.