Başkaya'ya göre demokratikleşme Avrupa Birliği'ne (AB) üyelikle değil, insanların haklarını savunmalarıyla mümkün olabilir.
Yazar Başkaya, Kıbrıs sorununda çözüm için de, Kıbrıs halkının taleplerine kulak verilmesi gerektiğini savunuyor.
"Derin devlet" değil, "asıl devlet partisi"
AB, Türkiye'de ordunun siyasetteki etkisinin fazla olduğu eleştirisinde bulunuyor, bu durum Türkiye'nin AB üyeliği önündeki en önemli engel olarak görülüyor. Sizce ordunun siyaset üzerindeki etkisi azaltılabilir mi?
Biraz işin geri planını hatırlayarak konuşmak gerekir. Türkiye'yi "asıl devlet partisi" yönetir. Kimileri buna "derin devlet" de diyor ama bu o kadar da derin değildir.
Burada temel sorun şudur: Bu "asıl devlet partisi" esas itibariyle Türkiye'yi 1908'den beri yöneten bir ekiptir. Fakat ekibin tam şekillenmesi Mahmut Şevket Paşa suikastinde somutlaşıyor. Dolayısıyla bunlar sürekliliği olan bir ekiptir. Bazı dönemlerde bu adamlar ortaya çıkıyor, bazen sahneye geliyorlar. Dolayısıyla Türkiye'yi yöneten gelenek budur.
Bu kesim Ordu mu oluyor?
Ordunun üst kesimlerinin içinde bulunduğu ama sivil bürokrasinin de içinde olduğu bir ekip bunlar. 1908'de jöntürkler iktidara geldikleri zaman gizli örgütü feshetmediler. Gizli örgüt sürekli olarak kaldı. "Asıl devlet partisi" dediğim ekip, devleti de toplumu da kendisinin malı gibi görür. Fakat çelişik olarak, bunun varlığı da devletin varlığına bağlıdır. Bu, devlet fetişizminin varlığını da açıklayan bir durumdur. Eğer böyle bir yapı varsa, demokratik denen kurumlar da, "asıl devlet partisinin" iktidarını meşrulaştırmak için vardırlar. O nedenle de, demokratik işlevleri itibariyle var olan kurumlar değildir.
Bir sürü mekanizma var şu an. Bunlar topluma demokratiklik görüntüsü veriyor. Seçim mekanizması, partiler vs... Fakat bunların asıl işlevi "asıl devlet partisinin" iktidarını gözden uzaklaştırmaktır.
Siyasi partiler taşeron...
Peki bu bahsettiğiniz siyasi partiler ile "asıl devlet partisi" arasında bir çekişme, iktidar mücadelesi yok mu?
Esas müteahhit olanlar bunlar. Siyasi partiler taşerondur. Bazen taşeronla müteahhit arasında tartışmalar oluyor, o zaman da darbe yapıyorlar. 1960'da, 1971'de, 1980'de ve 1997 28 şubatı gibi. Ama bazı dönemlerde taşeron ile ilişkisinde eğer taşeron "asıl devlet partisi" üslubunu iyi kavramışsa sürtüşme çok fazla çıkmıyor. Özetle bu ekip Türkiye'nin AB'ye girmesini istemez, istemeyecektir. Ama açıktan da buna karşı çıkmayacağına göre bunu dolaylı yollardan sabote edecektir. Bunu hep yapıyorlar.
Neden AB üyeliğini istemiyorlar peki?
AB'ye dahil olurlarsa devlet sahibi olmanın ayrıcalıklarından, tekelinden yoksun kalacaklarını düşünüyorlar. Bir takım demokratik kriterlere uyma zorunluluğu bunların tekelini ortadan kaldırabileceği endişesi taşıyorlar. Neden bu. Fakat AB de Türkiye'yi içlerine almak istemiyorlar. Birisi girecekmiş gibi, ötekisi de alacakmış gibi yapıyor.
Demokrasi verilmez, alınır
AB'den bağımsız olarak düşünülecek olursa bu yapının ülkenin demokratikleşmesi için zayıflatılması olasılığı mümkün görünmüyor mu?
Bir kere demokrasi ve özgürlükler kazanılan haklardır. Bunu kazanmak için de buna ihtiyacı olanların mücadele etmesi gereken şeylerdir. Bunlar dışarıdan birileri tarafından başkasına verilen şeyler değildir. Bir ülke bu kanalla asla demokratikleşemez. Olsa olsa demokratikleşiyormuş gibi bir görüntü ortaya çıkabilir. O nedenle ben şahsen Türkiye'nin AB kriterlerini yerine getirirse de bunun çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum.
Kendimden bir örnek vereyim: Ben terörle mücadelenin 8/1. maddesinden Paradigmanın İflası kitabımdan dolayı 20 ay hapse mahkum oldum, bir de para cezasına. Cezamı çektim, kitap ondan sonra sekiz baskı yaptı, şimdi sekizinci baskıya soruşturma açtılar. Halbuki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi bunun için mahkum etti. Buna rağmen kitaba tekrar soruşturma açıyorlar.
Kıbrıs'ta çözüm halka sormak
Kıbrıs Cumhuriyeti bugünden itibaren AB üyesi bir ülke olacak. Türkiye'nin Kıbrıs'taki askeri varlığı da tartışılacak. Sizce bundan sonra AB'nin Türkiye'ye yaklaşımı nasıl olur, Türkiye nasıl bir politika belirleyebilir?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, "dışişleri bakanı Atina'daki toplantıya gitmemeliydi" diyor. Denktaş, "asıl devlet partisinin" bir üyesi olmasa bile bu ekibin bir adamı olduğu kesin. Dolayısıyla bu ekibin bu tür sorunları engellemeye devam etmesi gayet mümkün.
Siyasi amaçları için oradaki Türkleri araçlaştırdılar. Öyle bir sorun yarattılar ki ne çözmeleri mümkün, ne de çözmek istiyorlar. Şimdi aynı şeyi Irak'taki Türkmenler için yapmaya çalışıyorlar. Bu nedenle tahminim AB ile ilişkiler daha da kopacak ve sorunlu bir hala alacak. Çünkü orada da fiili bir durum var. AB bundan sonra Kıbrıs'taki Türk askeri varlığını bir problem olarak önlerine getirecektir.
Sorunun çözümünü nerede görüyorsunuz?
Çözüm oradaki insanların inisiyatif kullanmasıyla mümkün olabilir. Orada şimdi bir referandum yapılabilir, o zaman halkın iradesi ortaya çıksın. Gerçekten ne istiyorlar, buna karar versinler. Orada bir sorun varsa onlar karar versin. Başka bir çözüm görmüyorum.(HA/BB/NK)