31 Mayıs’ta polisin İstanbul Taksim Gezi Parkı’na müdahalesi ile başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılarak yaklaşık bir ay süren protestolar sürecinde çok ciddi hak ihlalleri yaşandı. Her zaman olduğu gibi polis şiddeti cezasız kaldı.
Bir de üstüne Başbakan tarafından ödüllendirildi. Türkiye devlet görevlilerinin halka karşı işlediği suçları yargılamayan, cezalandırmayan bir ülke olma özelliğini değişen iktidarlara rağmen sürdürüyor.
Aylar geçmesine ve başta yaşam hakkı olmak üzere çok sayıda ihlal yapılmasına rağmen savcılıklarca güvenlik görevlileri ve idari amirler hakkında soruşturmaya rastlamadık. Ölüm ve yaralanmaların olduğu il yöneticileri hakkında idari soruşturma da yapılmadı. Hükümet, ihlallerin üzerine yattı.
Yargı mı?
Hükümet ihlallerin üzerine yattı dedik ya!
Gezi sürecinin Türkiye’de insan hakları, dolayısıyla demokrasi açısından ne anlama geldiğini, yaşadığımız coğrafyanın protesto gösterileri ile çalkalandığı bir dönemde İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe ile konuştuk.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi olarak protestoların merkezinde, nasıl bir süreç yaşadınız, neler tespit ettiniz, ne yaptınız?
İstanbul Şube olarak İstiklal Caddesi ve Taksim civarında her türlü gösterinin yasaklanması ve şiddetle susturulması uygulaması başladığından beri çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu, Gezi Protestoları öncesinde 1 Mayıs’ gösterileri sırasında başladı. İstiklal Caddesi’nde 1 Mayıs, 2 Mayıs, 15 ve 26 Mayıs’ta da devam etti ve Gezi süreci başladı.
Öncelikle güvenlik şube amirleriyle konuştuk. Bu yasakçı zihniyetin kaynak belgelerini sorduk. Yazılı bir karar alamadık. Yazılı karar bizim için önemliydi çünkü toplantı gösteri ve ifade özgürlüğü için idari mahkemeye başvurmayı düşünüyorduk.
Güvenlik şube amirleri, bize bu uygulamanın emirle yapıldığını ve bu emri verenin İstanbul Valisi olduğunu söyledi. Biz de, daha olaylar bu kadar yaygın ve geniş değilken Valilik’ten randevu talep etik. İstanbul Valisi, o süreçte bize randevu vermedi.
Gezi sürecini nasıl yaşadınız?
Gezi olayları belki de başta halkın çok dikkatini çekmeyen ekolojik, çevreci, bir demokratik hak talebiydi. Bu talebe çok yoğun bir şiddet uygulandı. Tabii Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 12 yıllık süreçteki tırnak içindeki ileri demokrasi uygulamalarını hepimiz biliyoruz, onun yarattığı bir öfke de vardı.
Daha sonra insanlar sokaklara döküldü. Bunun üzerine biz bütün aktivistlerimizle üzerinde İnsan Hakları Derneği yazısı olan tişörtlerle, polisin olduğu, şiddetin uygulandığı her alanda 24 saat çalıştık. Ve mümkün oldukça polis yetkililerini bu şiddetin uygulanmasından vazgeçmeye çağırdık. Gözlem, raporlama ve belgeleme çalışmalarımızı sürdürdük. Ayrıca hastanelerdeki yaralılarla ilgilendik.
İnsan Hakları Koordinasyonu kurduk. Koordinasyonu biz yürütüyoruz ama tüm insan hakları örgütleri (Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular, Toplumsal Hukuk ve Araştırmalar Vakfı, İnsan Hakları Derneği (İHD), Uluslararası Af Örgütü / Amnesty International, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV),) İHD İstanbul Şube’nin çağrısıyla birlikte hareket ettik, veri paylaştık, alanda gözlemlerimizi aktardık, toplantılar yaparak ortak raporlama ve açıklamalar yaptık, yapıyoruz. Uluslararası örgütlerle, ombudsmanlık kurumu ve yetkililerle görüştük.
Bu süreçte ne tür insan hakları ihlalleri ve suç tespit ettiniz?
Taammüden insan öldürme suçu işlendi. Gaz fişekleri direkt kafa ve batın bölgesi hedeflenerek kullanıldı. Yakın mesafeden ve hedef gözeterek. Gaz tüfekleri aslında gez, göz, arpacığı olmayan hedefsiz silahlar ama lazer işaret kalemiyle birlikte kullandılar. Bu kullanım biçimini gözledik ve tanık olduk.
Kalkanlar, demir çubuklar ve coplarla insanlar dövüldü. Birkaç yer işkencehane ve onur kırıcı muamele yeri haline getirildi, otopark girişleri, polis otoları ve akrepler, boş kafeler…
Taciz ve cinsel taciz uygulaması çok yaygın. Taksim Dayanışma’nın gözaltı sürecinde Mimarlar Odası İstanbul Şube sekreteri mimar Mücella Yapıcı’ya çırılçıplak arama ve domalma uygulaması yapıldı. Tamamen onur kırmak için.
Gözaltına aldıklarına, polis tarafından ‘’AKP’yi çok seviyorum, Polisi çok seviyorum,’ diye zorla bağırtma uygulamaları yapıldı.
Üzerinde deniz gözlüğü bulunduğu için altına yapıncaya kadar akreple dolaştırma uygulamasını da kaydettik.
Ayrıca bu suçları işleyen polis hiçbir zaman ambulans teminine sevkine çalışmadı. 112 ambulansla gaz bombaları taşındı. 112‘yi aradığımızda gelmedi, çünkü gaz bombası taşıyordu.
Yanımızdaki apartmana gaz bombası atılıp yangın çıktığında itfaiyeyi aradık. İtfaiye bize ‘polis emir vermeden gelemeyiz,’ dedi.
Polis, hastane, adliye, belediye ve itfaiye aynı siyasi erke bağlı davrandı. Hastaneye giden insanlara, ‘ git önce polise ifade ver, sonra raporunu alabilirsin,’ dendi.
Gaz uygulamalarına ilişkin tespitleriniz nedir?
Gazı öldürücü bir silah olarak kullandılar. İstiklal Caddesi’nde 30 Mayıs’ta atılan gaz fişeklerinden adım atacak yer yoktu. Biz bunu raporlamaya başlayınca fişekleri toplamaya başladılar. Kullanım tarihleri geçenler de dahil olmak üzere 5-6 değişik çaptaki fişeğin kriminal incelemesini yaptırıyoruz. TİHV ile birlikte t-shirtlerin emdiği sıvıları, birikintilerden alınan örnekleri, kullanılan mermilerin ihtiva ettiği maddelerin adli tıp araştırmalarını yaptırıyoruz.
Gezi protestoları sırasında yaşanan ihlallerin takibi uzun vadeli bir çalışma olacak gibi görünüyor...
Bu süreçte Derneğe hak ihlali ile ilgili 343 bireysel başvuru yapıldı. Bu dosyaların hepsinin hem iç hukuk yolları, hem Anayasa Mahkemesi hem de Avrupa İnsan Hakları (AİHM) sürecinin takibi tarafımızdan yapılacak.
Hukuki sürecin dışında psikolojik bir travma ortamı yaratıldı. Gözünü kaybeden kızının yanında olan annenin de psikolojisi bozuldu. Çocuğunun kafasına gaz fişeği yiyen aileler ya da çocukları, öldürülen ailelerin psikolojik desteği de TİHV ve derneğimiz tarafından karşılanmaya devam edecek. Gözlerini, organlarını kaybedenlerin protezlerinin yapılması da ayrı bir gereklilik.
İHD Verileriyle Gezi |
Gezi Parkı protestoları sürecinde
|
Bunları devletin karşılaması gerekmiyor mu?
Evet, aslında devletin sorumluluğunda bunların hepsi ama devlet hiçbir zaman bunları karşılamamıştır. Karşılayan kurumları da, fezleke ile ‘halkı galeyana getirmek’le suçlayıp, yasadışı ilan etmeye çalışmıştır.
"Yoğun bir gaz ve travma ortamında çalıştık," diyorsun. Bu süreçte İHD gözlemcilerine ve İHD’ye doğrudan saldırı oldu mu?
Polis, altı kez kapımızı kırmaya çalıştı. Bir kez iç kapıyı, dört beş kez de dış kapıyı omuzlayıp coplayıp, ‘açın ulan kapıyı’ diye bağırarak açmamızı istedi. İnsan Hakları Derneği olduğunu, giremeyeceklerini söyledik, zaten arama emirleri de yoktu.
Kapının önünde polisin şiddetinin durdurulması isteminde bulunan avukat Ahmet Cihan arkadaşımızın copla bacağını kırdılar. Gözlemci arkadaşlarımızın üstüne plastik mermilerle ateş edildi. Taksim İlkyardım’da üzerlerinde t-shirt olan gözlemcilerimize polis sadece sürekli hakaret etmekle kalmadı, ayaklarına plastik mermi de sıkıldı.
Eski Genel Sekreterimiz Nejat Taştan, geçen gün bir işkence muamelesini önlemek istediği için karakola alındı ve orada ‘senin kafana sıkarız,’ diye tehdit edildi.
Derneğin bulunduğu sokak kimse olmadığı halde haftasonu 10 kez bombalandı. Atıyorlar, gidiyorlar. Çalışamaz hale getirmek, etkisiz kılmak için. Bütün bunların video kayıtları ve belgeleri var.
İHD Ankara Şube üyesi Ethem Sarısülük arkadaşımızın kafasına yakın mesafeden ateş açıldı. Ethem, ne yazık ki İHD üyesi olup öldürülen 18. arkadaşımız oldu.
İnsanların giderek tepkisinin artmasına ve katılımına neden olan bu orantısız güç kullanımını, bu devlet şiddetini nasıl yorumluyorsun?
Neden bu kadar basit, bu kadar çözülebilir, bu kadar anlaşılır bir çevre, ekoloji sorununa bu kadar büyük bir şiddet uygulandı. Ne yapılmak isteniyor? Gerçekten sunulduğu gibi göstericiler mi şiddet eğiliminde yoksa devlet mi ? Hükümet mi?
50 bin kişi alana alınıyor, hiçbir engel yok. Hatta çocuklarıyla geliyorlar, açık alan. Ama biz arka sokakları dolaştığımızda, Taksim Meydanı çevresinde 16 kapalı nokta tespit ediyoruz.
Bu insanlar nasıl evlerine gidecek, nasıl dağılacak? Siz ‘dağılın’ diye uyardığızda 50 bin kişi bunu duyamaz, bu biliniyor. ‘Dağılın’ uyarısından sonra süre bir buçuk saattir. Halbuki, hemen gaz bombaları atmaya başlıyorlar.
Bu kitle katliamına neden olabilirdi. İnsanlar, şiddetten kaçmak için ara sokaklara girmek istediklerinde sokakların girişleri daha önceden kapatıldığı için sürekli bir şiddet görüntüsü yaratılıyor ve bu sabah beşe kadar sürüyordu.
Aynı zamanda esnafın camları polis tarafından kırıldı. İçerde kalmış fişeklerden camların kim tarafından kırıldığı da anlaşılıyordu, fotoğraflarla tespit ettik. Biz sabah saat 6’da son turu attığımızda AVM’lerin kapılarını kıran polisleri gördük.
Hak örgütlerinin süreçte ve süreç sonrasında talepleri nedir?
Şunları hala ısrarla söylüyoruz:
* Şiddetten vazgeçeceksiniz. Suç işlemiş katilleri yakalayacaksınız, yargılayacaksınız, cezalandıracaksınız.
* Başta İstanbul Valisi olmak üzere Emniyet mensuplarını, bu işkence suçunu, bu vicdansızlığı, bu şiddeti doğuranlar ve yönetemeyenleri istifa etmiyorlarsa görevlerinden alacaksınız.
* Dil değişecek. Başbakan dilini bu şiddeti körükleyen, işkenceyi ödüllendiren bir biçimde kullanıyor. Değişecek.
* Polis Taksim’den çekilecek. Toplantı ve ifade özgürlüğü önüne kurdukları barikatlar ve engeller kalkacak. Bakın AİHM bir davayı daha sonuca bağladı. 2008 1 Mayıs, müthiş bir para cezasıyla sonuçlandı. Bu uygulamaların, hiç kimseye bir yararı yok.
* Diyalogdan yana bir eğilim yok ama biz bunu da zorlayacağız.
Gezi Protestoları sürecinde devletin ihlal ettiği haklar |
Yaşam hakkı (AİHS 2. Madde) İşkence yasağı (AİHS 3. Madde) Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü (9. madde) İfade özgürlüğü (AİHS 10. madde) Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü (AİHS, 11. Madde) Mülkiyetin korunması (Ek Protokol No. 1, 1. Madde) Yabancıların siyasal etkinliklerinin kısıtlanması (AİHS 16. madde) |
Gezi protestolarından hükümetin de, emniyetin de yargını da birkaç örgüt çıkarma eğilimi var. Gezi sonrası süreci nasıl görüyorsunuz?
Fail yaratma uygulaması var. Devlet kendisine hasımlar yaratarak bu süreci yönetiyor. Bu nedenle de hasmane davranıyor. Şimdi de Gezi örgütü yaratılmaya çalışılıyor. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) gibi, İstanbul Tabip Odası gibi bir meslek odası nasıl yasadışı örgüt olur?
Bir de ‘halkı galeyana teşvik etme suçlaması,’ var. Bunu yapan hiç bir insan hakları örgütü, hiç bir meslek odası değil, hükümetin kendisidir. Çünkü çözüm üretmesi gereken devlet ve hükümettir, bu basit protestoyu büyüten, meseleyi yönetemeyen ya da teşvik eden, körükleyen anlayış halkı karşısına almış ve galeyana getirmiştir.
Adı üzerinde güvenlik güçleri halkın güvenliğini sağlamakla görevli ama gezi sürecinin de ortaya çıkarttığı bir tuz kokarsa ne yapılır durumu var. Suç işleyen devlet görevlisi oldu mu Türkiye’de yargılanamıyor, yargılansa bile cezalandırılmıyor.
Devlet görevlileri, güvenlik güçlerinin cezasızlığı uzun süredir biliniyor. Örneğin Sedat Selim Ay gibi hakkında yoğun işkence ve tecavüz iddiaları olan birinin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığına getirilmesi ve hak ihlallerinde sorumluluk şeceresi kabarık olan bir valinin, İstanbul yönetimine getirilmesi tesadüfi değil.
Güvenliğin ikamesinde hep şiddetin iktidarı tercih ediliyor. Polisin araçları ve yöntem ve eğitimleri insan haklarına dayalı güvenlik ve önleyici tedbirler değil, şiddetin öğretildiği ve ödüllendirildiği bir süreç. Bu hep böyle oldu.
Gezi’de bu bir kez daha Başbakan tarafından açığa vuruldu. Ödüllendirildiler ve cezasızlık ve serbest bırakmayla güvence altına alındılar. Bu, şiddete dayalı iktidar zihniyeti değişmediği sürece çok zor.
İktidarlar özellikle zeminleri kayganlaşmaya başladığında bunu çok daha fazla açığa vuruyor. Burada yaşanan da bu. Aslında bizim gibi ülkelerde toplum şiddete dayalı olarak organize ediliyor.
İHD, sadece aidat ve bağışlarla ayakta kalan bir kurum. Sadece Gezi sürecindeki hak ihlallerinin takibi bile milyarlarca bir yük getirecek. Bu, nasıl karşılanacak?
Biz, bağışlar ve üye aidatlarıyla ayakta duruyoruz. Gönüllülük esasıyla çalışan arkadaşlarımız işi götürüyor. Böyle de devam edeceğiz.
Bu arada çok güzel destekçilerimiz oldu bu süreçte, bu arkadaşlara buradan özellikle teşekkür ederim. Hukuk ve Tıp fakülteleri öğrencilerine, sağlık emekçilerine. Bu süreci omuzladılar ve insan hakları mücadelesine de büyük katkı sundular. Bu çok büyük bir umut. (MÇ/HK)