Üzerinde yaşadığımız yerkürenin oluşumu ile eş yaşlı deprem olgusunu hala "beklenmedik" bir gelişme olarak sunmaya çalışarak, "hazırlıksız" olma ayıbını gizlemeye çalışan yetkilileri toplum olarak üzüntüyle izlemiştik .
Gerek 17 Ağustos 99 Gölcük, gerekse 12 Kasım '99 Düzce depremleri sonrasında resmi kurumların hiçbiri asli sorumluluklarını yerine getiremezken, yurttaşlarımızın doğal bir refleksle sergilediği toplumsal dayanışma giderek ciddi bir "hesap sorma" sürecine evrilmiştir.
Kutsal kurumlara bile
Bu sayede; Kızılay gibi yıllarca kutsal addedilen bir kurumun küf tutmuş kilitli kapılarının ve kutsallığının(!) ardında saklanmaya çalışan kirli ilişkiler gözler önüne serilmiştir.
Tam da bu dönemde; "hiç değilse zevahiri kurtarmak için artık birşeyler yapmanın zamanıdır" ayırdına varan "yetkililer" hızla, yasa, tüzük ve yönetmelik üretme krizine tutuldular adeta. Bugüne kadar yapılması gerekip de yapılmayanların tamamını birkaç güne sığdırma telaşı ile hazırlanmış olduğu anlaşılan bir tanesi, yazımızın gündemini oluşturacak.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından hazırlanan; "Mühendislik ve Mimarlık hakkında Kanun ile Türk Mühendis ve Mimar Odalar Birliği Kanununda Değişiklikler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Tasarısı" kapsamında ele alınan "Yetkin Mühendislik Yasa Tasarısı" aslında, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) tarafından hazırlanarak yayımlanmış, TMMOB Genel Kurulu'nda tartışılmıştı.
Çırak mühendis olma zorunluluğu
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) tarafından hazırlanan metinde, gelişmiş Avrupa ülkelerindeki uygulamalardan yola çıkılarak, mühendis ve mimarlarını üniversiteden mezun olur olmaz profesyonel mühendis/mimar olarak çalışması gerektiği; belirli bir süre boyunca yetkinliği onanmış bir firmada "çırak mühendis" olarak çalışmış olma zorunluluğunun getirilmesi önerilmekteydi.
Bu süre sonrasında bir de sınav aşamasının gerekliliğinin vurgulandığı taslakta, bu sürecin üniversitelerle işbirliği içinde olmakla birlikte, özü itibarı ile ilgili meslek odasının denetiminde gerçekleştirileceği kurgulanmaktaydı .
Böylece, özellikle 1980'li yılların sonrasında artan sayılarına oranla, kalitelerindeki düşüşün şüphe götürmediği mühendislik-mimarlık bölümlerinden mezunların doğrudan imza yetkisi ellerinden alınarak , örneğin yeni mezun bir inşaat mühendisinin bir gökdelen projesine imza koyması (ya da yeni mezun bir jeoloji mühendisinin aynı gökdelenin jeoteknik etüdüne imza koyması) engellenecek ve toplumun sağlığı güvence altına alınmış olacaktı.
Günümüzdeki eğitim sistemindeki eksiklik ve yetersizlikleri temel alan bu çalışma, kısa ve orta erimde, mevcut eğitim sisteminde bir iyileştirme olamayacağından hareketle, söz konusu açığın "yetkinlik" uygulaması ile kapatılabileceğini savlamakla idi.
Genel hatları ile irdelendiğinde günümüzde uygulamada karşılaşılan bazı olumsuzlukların çözümünde yararlı olabilecek gibi görünen bu önerme, henüz kendi içinde taşıdığı soru işaretleri çözümlenmeden, Bayındırlık Bakanlığı tarafından adeta "sahiplenilmiş" ve orijinalinde yeralan bir çok "stratejik eklemeler"le tüm sorunları bir anda ortadan kaldıracak bir formül olarak yeniden gündeme taşınmıştı.
"Stratejik eklemeler" iki temel başlıkta toplanacak olursa; bunlardan bir tanesi "yetkin/uzman mühendis" unvanının kazanılması için gerekli "süre", diğeri ise "yetkin/uzman mühendis" unvanını "onaylayacak merci" konusudur.
Yetkinlik kazanma süresi
Süre konusunda İMO tarafından hazırlanan taslakta önerilen zaman aralığı 5 yıl iken, Bayındırlık Bakanlığı tasarısında bu konuda hayli cömert davranılarak 10-12 yıl gibi bir zaman diliminden söz edilmektedir.
Yetkinliğin/Uzmanlığın onaylanacağı "merci" olarak, İMO, 6235 sayılı TMMOB Yasası'ndan hareketle ve tereddütsüz bir biçimde Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ni işaret ederken, Bayındırlık Bakanlığı, (lütfedip) "TMMOB'nin görüşü alınarak", belgelendirmenin bizzat kendi bünyesinde yapılacağını belirlemekte idi.
Burada daha fazla ayrıntı yerine, öncelikle "yetkin-uzman" ifadelerinin kullanımındaki anlam karmaşasını da önlemek amacı ile bir ipucu vermekte yarar var.
İMO tarafından "yetkin" olarak kullanılan tanımlama Bayındırlık Bakanlığı'nca tüm metinlerde "Uzman" olarak da yer almaktadır. "Uzman" tanımının aslında özel ihtisas gerektiren, hatta lisans üstü eğitimle kazanılabilecek bir unvana karşılık gelmesi dikkate alındığında, yasa taslağında önerilen meslek içi eğitim programları sonrasında elde edilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla, "Meslek İçi Eğitim"in yetkinleştirici, yeterliliği artırıcı özelliği gözönünde bulundurularak "Yetkin Mühendis-Yetkin Mimar" tanımlarının kullanılmasının daha doğru olacağı anlaşılacaktır.
Öngörüler ve sorular
Bu bilgilendirmenin ışığında sözkonusu çalışmaların olası sonuçlarına ilişkin öngörüler ve sorular sıralanacak olursa:
1.İMO tarafından hazırlanan ve TMMOB bünyesinde tartışılan çalışma, yalnızca bazı Odalar için sertifikasyon programı önermekteyken, Bakanlık tasarısında tüm disiplinleri kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Oysa günümüzde mesleklerin ulaşmış olduğu çeşitlilik ortada iken, 23 Odada ana başlıklar altında toplanan temel mesleki uygulama alanlarının alt başlıkları da gözönünde bulundurulduğunda, sözedilen "yetkinleşme süresi"nin her uygulama alanı için aynı olamayacağı açıktır. Dolayısıyla başlangıçta büyük bir yanılgıyla yola çıkmış olduğu anlaşılacaktır. Bu bağlamda bakıldığında "yetkinleşmek için gerekli zaman aralığı" ile bu sürecin işleyişi ve denetlenmesinin, ancak ve ancak ilgili meslek Odaları tarafından belirlenebileceği, bu konuda iradenin siyasi iktidarın keyfiyetine bırakılmayacağı daha iyi kavranacaktır.
2. Yasa taslağında dile getirilen; "yetkinliği onanmış kişi ya da kuruluşlarda belirli bir süre çalışmış olma zorunluluğu", yasa yürürlüğe girdikten sonra geçiş süresi olarak adlandırılabilecek bir zaman aralığında, belirli bir mesleki kıdeme sahip olanlara doğrudan "yetkin" unvanının verileceği anlamı taşımaktadır. Bu durumda tamamen öznel bir değerlendirme ile rakamlarla ifade edilen bir çalışma süreci sayesinde bu unvana kavuşacak olan, 15-20 yılını doldurmuş meslek adamlarının, kendi alanlarındaki güncel gelişmeleri ve bilgileri ne ölçüde takip ettikleri ve çalışmalarına uyarladıkları sorusu ortada kalacaktır.
3. Son yıllarda Anadolu'da pıtrak gibi çoğalan ve yayılan, eğitim öğretim kadroları ve sosyal altyapıları oldukça yetersiz üniversitelerin "yetersizlik" gerçeğinin temel nedeni oldukları tartışmasızdır. Metropol kentlerde kurulu, köklü üniversiteler dışında , bilgiye ulaşma olanaklarının sınırlılıklarından kaynaklı üniversitelerarası niteliksel dengesizlik de bu sonuca etki eden bir diğer temel veridir. O halde uzun erimde bu temel problemlerin giderilmesini öngörmeyen bir anlayışla, sonuç alabilme olasılığı var mıdır?
4. Bazı meslekler hariç, ülkemizde uluslararası normlarda oluşturulmuş mesleki standartlar mevcut değilken, "yetkinlik" ön unvanının "hangi ölçüte göre" verileceği her zaman tartışmalı olacaktır.
5. 17 Ağustos Gölcük (Marmara) Depremi ardından, Bayındırlık Bakanlığı'nca (İTÜ'nün de "iki günlük" bir kursla (!) ne yazık ki ortak edildiği bir süreç sonrasında) "dağıtılan", PM (Proje Müşavirliği) Belgeleri gibi kötü bir örnek ortada iken, aynı yaklaşımla ve yukarıdaki soru(n)lar da çözümlenmeksizin hayata geçirilecek sertifikasyon uygulamasının, yeni bir rant alanı yaratacağı kaygısını taşımaktayız. Bu durumda bir kast sisteminin oluşabileceğini ve zaten işsiz durumunda olan bir çok genç meslektaşımızın "uzman" ve "sertifikalı" patronlar emrinde taşeronlaşmasına zemin hazırlayabileceğini bugünden öngörmek hiç de zor değildir.
Biribirini dava eden Odalar
İlk gündeme taşındığında "Uzmanlık/Yetkinlik" tartışması üzerine 99 yılı sonlarında bu tespitleri yapmışız. Peki süreç nasıl işledi ve TMMOB'a bağlı birimlerde bu gelişmelerin yansımaları ne oldu?
Kuşkusuz TMMOB'a bağlı her birim, kendi özelinde özgün pratiklerle karşılaştı ve kendi pencerelerinden gördükleri sorunlara özgün çözüm yöntemleri geliştirdi. Bu sayede kendi yöntemlerini yarattılar ve kendi mücadele tarzlarını oluşturdular.
Bu süreçte tek tek odalar KHK'lar bağlamında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nı mahkemeye verdiler. Yetinmeyip bunu alamayan bazı odalar/şahıslar ortak uzmanlık alanlarını paylaşma kaygılarıyla"diğer" odaları "dava" ettiler . İşte bu toz duman içinde, konuyu bütünsel kavrama yetisinin uzağındaki yaklaşımlar yine bulanık suda balık avlayanların ekmeğine yağ sürdü adeta.
Yamalı meskenlerde deliksiz uyku
İşte bu toz duman içinde on binlerce "yaralı" yapı "iyileştirildi!". Ve insanlık bir kez daha bu"yamalı" meskenlerde deliksiz uykulara daldılar . Ve insanlık bir kez daha bir büyük yıkımdan uyanarak çıkma yerine, yeni bir yıkıma değin derin uykulara yatırdı belleğini.
Ve "Büyük İnsanlık" uyku halindeyken, ülkemizin mahkemeleri açıkladılar "beklenen" kararlarını. Plaza medyası yedibuçuk santime iki sütuna sığdırdılar on binlerce insanımızın ömürlerini. Sonuç karar netti: suçun tanımı yoktu dolayısı ile ceza da almayacaktı . Hakimler, savcılar ne yapsındı!
Bilir kişilerin teknik raporları "mühendis"çe yazılmıştı. Gerekçe açıktı; "yıkılan binaların yapıldıkları tarihte imar planlarında zemin etüdleri zorunlu değildi."
Sonuç kaçınılmaz olarak "beraat" olacaktı. Bu iş böylece kapatılmış oluyordu. Tüm ulusumuza hayırlı olsundu.
Peki tut ki, imar planlarında zemin etütleri zorunluluğu yoktu; ya bilim, ya insanlık ya mühendislik te mi yoktu? Ya bugün, tıpkı dün olduğu gibi, bu işleri"ben bilirim", yalnızca "ben yaparım" iddialarında olanlar ? Onlar da mı yoktular?
Yasada olmayan ama bilimin gerektirdiği ve kitaplarda yazılı olan parametreleri nasıl elde ettiler? Elde etmedilerse, bu veriler olmaksızın projelerini hangi "cesaretle" ürettiler? Sabahın sahipleri bu soruları soruyorlar. Sordukça gün ışıyacak ve karanlığın efendileri kaçacak, sığınacak yer arayacaklar. TMMOB sabahlara sahip olmalı, her zaman olageldiği gibi!
(1) ABD ve Japonya'da yaşanan aynı büyüklükteki depremlerde hiçbir can kaybı olmazken ya da yalnızca birkaç kişi yaşamını yitiriyorken, ülkemizdeki felaketin boyutları, tüm dünyada "dehşet" görüntüleri olarak yansıyor ekranlara.
_______________________
(*)Mutlu Gürler, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Genel Sekreteri