Halkların Demokratik Demilrtaş (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 1+1 Express dergisine “Şimdiye kadar hep gazeteciler benimle söyleşi yapıyordu, bu defa ben bir söyleşi yapsam” önerisinde bulundu.
Demirtaş’ın iktisatçılarla yaptığı söyleşinin ilk bölümü yayınlandı. İlk bölümde Bengi Akbulut, Ümit Akçay ve Ali Alper Alemdar, Demirtaş’ın sorularına yanıt verdi.
Her ekonomik krizde yoksullar daha da yoksullaşırken zenginler daha da zenginleşiyor. İçinde olduğumuz krizde de ekonomi göstergelerinde büyüme olmasına rağmen mutfaklarda yangın var. Emeğiyle geçinenler verilerde gösterilen büyümeden ne kadar pay alıyor? Günümüzdeki krizi nasıl tanımlarsınız? Bu krizden çıkış için muhalefete ne tür somut öneriler yaparsınız?
Bengi Akbulut: Bu soruyu bir sonraki soruyla [Ekonomik krizin kuşkusuz hem küresel hem bölgesel hem de yerel nedenleri olduğu biliniyor. Bunları nasıl açıklıyorsunuz? Tek adam rejiminin krizin Türkiye’de bu kadar derin yaşanmasındaki sorumluluğu nedir?] birlikte ele alayım.
Ekonominin büyüyor olması insanların yaşamlarının nasıl etkilediğine dair pek bir şey söylemiyor, malûm.
Ekonomik büyümenin getirilerinin toplumsal grupların hepsine yansıyacağı varsayımı özellikle ekonomik paylaşım/yeniden bölüşüm mekanizmalarının zayıfladığı veya yok edildiği neoliberal dönemde hep duvara tosladı, toslamaya da devam ediyor.
Bunun ötesinde benim vurgulayacağım nokta, büyümenin sadece getirileri açısından değil, götürüleri açısından da, yani yarattığı toplumsal ve ekolojik maliyetler açısından da son derece eşitsiz olduğu. Bu maliyetler ekseriyetle parasal göstergelere yansımadığı, ya da gecikmeyle veya dolaylı olarak yansıdığı için genellikle görünmez oluyor. Ancak, büyümeden pay alamamak kadar büyümenin maliyetlerini oransız olarak yüklenmek de önemli bir boyut.
Türkiye’nin 2000’lerin başından beri izlediği büyüme politikası tam da bu açıdan ayrıca aşırı eşitsizdi, büyüme lokomotifi olarak hükümetin aktif bir şekilde organize ettiği ve hatta kendisinin de müdahil olduğu enerji ve inşaat sektörleri, kentsel ve kırsal mekânın sermaye birikimine entegre edilmesine, bu mekânların eski kullanıcılarının yerinden edilmesine, yaşam alanlarından sürülmesine, toplumsal ilişkilerini kaybetmesine dayanıyordu.
Bu açıdan Türkiye’nin son yirmi yıllık büyüme rejiminin bir mülksüzleşme (ekonomik ve toplumsal) rejimi olduğunu söyleyebiliriz. Aynı esnada (tek adam rejimiyle beraber) yaşam alanlarına dair mevzuatın hem merkezileştirilmesi (ve toplumsal muhalefetin krimalleştirilmesi) hem de güdükleştirilmesi bu sürecin hukuki altyapısını oluşturdu.
Ekonomik krizin kapitalist ekonomilerin yapısal bir karakteri olduğunu düşünen bir iktisatçı olduğumu itiraf edeyim. Krizden çıkış bu açıdan sadece iyi yönetişim veya piyasaların "doğru" işlemesiyle ilgili değildir. Söylenebilecek çok şeyin arasında vurgulamak istediğim şu var: Büyüme ve büyüme göstergeleri krizden çıkışı vermez bize. Aksine, büyüme göstergeleri kimin emeğinin (insanların, doğanın) sömürüldüğünü gizler. Krizden çıkışın anahtarı başka bir ekonomiyi kurmaktan geçiyor.
Ümit Akçay: Geniş toplum kesimlerinin yaşadığı güncel krizi bir bölüşüm şoku olarak tanımlayabiliriz. 2021'in Eylül-Aralık arasında yapılan faiz indirimleri sonrasında enflasyonun hızla artması, geliri enflasyon kadar artmayan geniş toplum kesimleri için büyük bir göreli yoksullaşmanın yaşanmasına neden oldu. Aynı dönemde firma kârlarında büyük artışlar gözlendi. Yani, emeğin payının azaldığı ve buna simetrik olarak sermayenin payının arttığı bir ekonomik pastadan bahsediyoruz. Bölüşüm şoku tam da bu. Buradan çıkış için, geniş toplum kesimlerinin alım güçlerini artıracak, özellikle emeğin toplam pastadan aldığı payı artıracak gelir ve ücret politikalarının takip edilmesi gerekiyor. Ancak, genel politika çerçevesi değişmeden, değişebilecek bir konu değil maalesef.
Söyleşinin tamamını okumak için TIKLAYIN.
Demirtaş'ın Alp Altınörs ve Güldem Atabay ile yaptığı röportajın ikinci bölüm için TIKLAYIN.
(RT)