Mert ırza tecavüz etmez ama...
Fragmanlarından ve hakkında yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla dizi, "namus cinayetleri" de denilen töre suçlarıyla ilgili. Hem söz konusu "sivil toplum" sözcülerinin hem de internet sitelerinde "Urfalılık hassasiyetlerini" dile getiren öfkeli yurttaşların diziye itirazları, vilayetlerinde ya da vilayet kültürlerinde ya da törelerinde tecavüzün ve namus cinayetinin olmaması iddiasından kaynaklanıyor. Hatta RTÜK sitesinde yayımlanan pek çok şikâyette, "ağalarının tecavüz yapmasının mümkün olmadığı" iddia ediliyor.
Hem RTÜK'e yapılan şikâyetlerde hem de yerel haber sitelerinde karşımıza sık sık çıkan bir ifade, törenin ya da namusun değeri. Kendilerini mert veya delikanlı olarak gördükleri anlaşılan bu yurttaşların sık sık vurguladığı bir mesele bu. Onlara ve kamudaki sözcülerine göre, "namus cinayetleri" iddiaları, halkın geleneksellerini ortadan kaldırarak yabancı değerleri dayatmayı amaçlıyor.
Türkiye'nin farklı kültür ortamlarında farklı ifadeler bulan delikanlılık veya mertlik raconunda tecavüzün meşru görülmediği açık. Fakat böyle bir mertliğin, "ya benimsin ya toprağın" şeklinde ifade edilen aşk ya da tutku anlayışı, tecavüze mütemayil değil mi? Tecavüz mağdurunu öldürülme ya da çocukluğunun sona ermesi tehdidiyle susturan, mağduru suçluyla evlendirerek konuyu kapatan ya da hasım bir ailenin kızına tecavüzü özendiren gelenekler Türkiye'nin her yanında yaygın değil mi?
Buna karşılık, kendi başına tecavüz meşru olmasa da namus adına ya da aile veya topluluğun haysiyetini korumak için şiddet meşru. Bu tür bir töre anlayışını koruyan topluluklarda tecavüzün ve çocuklara karşı cinsel tacizin ne kadar yaygın olduğunu anlamak mümkün değil. Bir kız ya da erkek çocuğunun "kirletilmesi"nin anlaşılması halinde o çocuğun ailesinin "namusu kirlenmiş" oluyorsa, çocukların ne kadar yaygın tecavüz ve taciz kurbanı olduğunun anlaşılmasının ve çocukların korunmasının mümkün olmayacağı açık değil mi? Tecavüz ve tacizin mağduruna ölüm biçen bir anlayış, mağdurun ortaya çıkmasını ya da olayın cezai soruşturma konusu olmasını engelleyerek, tecavüz ve tacizi korumuş oluyor.
Yoksa Urfa'da tecavüz olayları her daim üzeri kapatılan bir sorun mu? Urfa'da ya da Türkiye'nin başka herhangi bir yerinde ırza tecavüzün olmadığını söylemek, sadece bu tür suçların üstünün kapatıldığını gösterir. Nitekim töre suçları nedeniyle gündeme gelen pek çok tanıklık ya da konuşma cesaretini bulan pek çok kadının beyanları, aksini gösteriyor. Fakat Türkiye'de delikanlılığın ya da mertliğin, tecavüz mağdurlarını korumaya yetmediği anlaşılıyor.
Cana tecavüz eder...
"Türk katletmez"den "Urfalı tecavüz etmez"e, her yerde yükselen ya da kamu alanında daha görünür hale gelen bir kabadayılık söz konusu. Urfalılık adına yapılan bu kabadayılık, Türkiye'nin batısında giderek yaygınlaşanan muadil bir bakıştan feyz alıyor: "Türkler suç işlemez, İzmir'de işlenen suçlardan karakafa Kürtler sorumludur" (aynen böyle). Tek farkla ki, orada şiddet tehlikesi altında olanların tek suçu Urfa ya da bölgedeki başka bir kentten göç etmek zorunda kalmış olmak. Kabadayı anlayışlarındaki bu akrabalık yeni değil: Onbeş yıl önce Batman'da görüştüğüm bir güvenlik görevlisi, Almanya'da Türklerin yakılmasını desteklediğini, kendisinin de Batı illerine göç ederek Türk toplumunu tehdit eden Kürtleri yakmak istediğini söylemişti.
Kabadayı, aile içi şiddet gündeme geldiğinde, "aile içi şiddet uyguladığımı kimse söyleyemez" (aynen böyle) öfkesiyle karısını dövüyor. Hassas Urfalı civanmertlerin, vilayetlerinde gerçekleşen tecavüz ya da "namus cinayeti" vakalarını soruşturan savcıları ya da failleri cezalandıran yargıçları dövmemiş, onların can güvenliğine tecavüz etmemiş olmaları şaşırtıcı olabilir. Öyle görünüyor ki, kamu görevlilerinin ya da makam sahiplerinin hedef göstermesi, film ekibinin korumasız olduğu anlamına ya da onlara saldırmanın caiz olduğu algısına yol açıyor. Türkiye'de fetva mercilerinin her yerde olmasından kimi sorumlu tutmalı?
Kabadayıların öfkesi hesaplıdır çünkü. Kanunca suç sayılan bir eylemi yapmaları, onlara ceza getirmeyecek ya da ceza getirse bile, onları bir dayanışma ağının içinde belirli bir mevkiye getirecek bir ortam ya da anlayışa bel bağlar. Onlar "halkın haklı öfkesini" şiddet yoluyla ifade ettiklerinde, onlara mahpuslukta bakacak, arka çıkacak "abi"lerinin olduğunu bilirler. Nitekim töre suçları, suçlunun hapse girmesine yol açsa bile, aynı zamanda ona itibar sağlayacak, belirli bir dokunulmazlık kazandıracaktır. "Namus cinayeti" işleyen, namuslu bir kişidir onu destekleyen topluluk ağları nezdinde. Hrant Dink cinayetinde ortaya çıktığı gibi, bu tür suçlular, zamanla gözetilen, hiyerarşinin en alt katmanındakilerce sözü dinlenen, sırt sıvazlayan, fetva veren bir makam haline gelir.
Töre suçları yöresel mi?
Son zamanlarda töre suçlarına yönelik tepkinin artması ve koruyucu yasal düzenlemeler sonucunda daha fazla töre suçunun ortaya çıkması, hem Kürt toplumuna hem de daha genel olarak Arapları ve Türkleri de barındıran belirli bir yöreye çevirdi dikkatleri. Bu konuda gelişen söylemin Kürtlere ya da bölge halkına yönelik suçlayıcı ifadelerin kolayına kaçmalarının pek çok örneği var. "Beyaz Türkler"in Kürt karşıtı kozlarından biri haline geldi konu, elçabukluğu marifetiyle.
Elbette ne tecavüz, ne de töre suçları belirli bir yöreye ya da belirli bir etnik gruba ait değil. Tam tersine, tecavüz ve töre suçlarının bir kamu problemi haline gelmesi, önleyici ve koruyucu önlemlerin hem yasa hem de idari uygulamalarda giderek gelişmesi, Kürt veya bölge kadın örgütlerinin, inisiyatiflerinin özellikle Kamer, Diyarbakır Barosu ve bölge baroları ile insan hakları örgütlerinin başarısıdır.
Türkiye'nin diğer kırsal bölgelerinde tecavüz ve töre suçlarının ortaya çıkması ve önleyici mekanizmaların yaygınlaşması zaman alacak gibi görünüyor. Örneğin Karadenizli kadınların, kendilerine yönelik şiddet ve diğer sorunları konusunda Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezine başvurmaları, bu durumun ilginç bir göstergesini oluşturuyor.
Kaldı ki, töre suçları, ne Türkiye'ye ne de salt Ortadoğu'ya özgü. Örneğin Orta Asya toplumlarında ya da Türkmen kabilelerindeki yaygınlığına bakınca, "Yeni İttihatçılar"ın bu tür suçlara kültürel değer olarak sarılmamasına şükretmek gerekiyor. Kadınlara karşı şiddet BM Özel Raportörü Yakın Ertürk'ün Afganistan ve İran raporlarında göstermiş olduğu gibi, tecavüz ve töre suçları, kadınlar ve çocuklar üzerinde iktidarın bir mekanizmasıdır ve devlet ya da diğer iktidar yapıları ile derin bir ilişki içindedir; bir davranış biçimi ve toplumsal bir ağ olarak kabadayılık ciddi bir hukuk yaptırımıyla karşılaşmadığı ve risk altındaki grupların gücünü kısıtlayan toplumsal yapılar sarsılmadığı sürece var olacaktır. (YB/EK)